29 Kasım 2008 Cumartesi

Muş İlimiz Çocuk Oyunları

Muş ve çevresinde çocukların sıkça oynadıkları oyunların başında ‘Dadduhal’, ‘Ebe Oyunu’, ‘Holoç’, ‘Moza (Cız)’, ‘Dellur Ağaç’ gelir. Bu oyunlarda yine kökü eskilere dayanan oyunlar olup teknolojinin gelişmesi ile birlikte çocuklar tarafından artık oynanmaz ve unutulur olmuştur. Oyunlar yardımlaşma, kaynaşma, birlikte hareket etme, disiplin gibi davranışları kazandırma amacına yöneliktir.

Çelim Çelim Çemçecük: Milletimizin sosyal yaşamında su ve yağmur; hayat ve bereketin kaynağı olarak kabul edilir. Su ve yağmur kutsaldır. Bunun ifadesi de onu bugün de Müslüman Türklerin hayatında ‘rahmet’ sıfatı ile anılmasıdır. Sadece Muş’ta değil ülkemizin her yerinde ‘yağmur yağıyor’ yerine ‘Rahmet Yağıyor’ denilmektedir. Çünkü Yağmurun Allah’ın bir lütfü olduğu inancı hâkimdir. Yağmur duası ile ilgili törenler eskiden olduğu gibi bugün de bütün Türk asıllı kavim ve boylarda bazı ufak değişikliklerle devam etmektedir. Yağmur yağması için başvurulan inançların içinde özellikle en önemli geleneklerden biri; Muş ilinde de ve çocuk oyunu niteliğinde olan ‘Çelim Çelim Çemçecük’ gösterisi ve bu hususta söylenen ilahi ve maniler şeklinde kendini gösterir. Çelim Çelim Çemçecük ya da Çemçegelin, çubuk halindeki tahta parçalarını bir araya getirip üzerine çeşitli bez parçaları ile süsleyerek gelin haline getirilen bir nevi totemdir. Çocuklar bunu (büyüklerde yaparlar) kapı kapı dolaştırıp hem yağmur yağması için maniler söyler ve kendilerine de bir şeyler isterler. (Bu gelenek kurak geçen yaz aylarında yağmurun yağması için başvurulan bir halk inanışıdır.)

Kapı kapı dolaştırılan bu bebek, her evin kapısı açıldıktan sonra evin reisi tarafından karşılanır. Evin reisi yağmur yağması dileğiyle önce bebeğin üzerine su döker, çocuklara da şeker verir. Bebeği taşıyan çocuk grubu hep bir ağızdan şu tekerlemeyi söylerler:



Çelim çelim çömçecük Çıngır çıngır çıngır tas
Çemçecüğe ne gele Birini kaldır birini bas
İneklere ot gele Anber oğlu hastadır
Bızavlara süt gele Kekliği kafestedi

Tarlada çamur tabakta hamur
Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur
Ali binmiş atına Gökte ne var bir hurma
Sürmüş göğün katına Dalları burma burma
Onu yiyen hacılar hak yoluna durmuşlar

Duduhal: Bir ekip oyunudur. Üçer ya da dörderli oynanır. Her ekibin yaklaşık 10 metre uzunluğunda bir oyun çizgisi vardır. Her ekip kendi çizgisine üçtaş diker. Oyuna başlayan ekibin oyuncuları karşı ekibin taşlarını yıkmak için ikişer taş atarlar. Dikilen taşların birini yıkan oyuncu bir taş daha atmaya hak kazanır. Atılan taşların yıkılan taşlara değmemesi bir kuraldır, atılen taş yerdeki taşa değerse o taş yeniden dikilir. Eğer dikili taşların üçü de yıkılırsa, taşları yıkan tarafın oyuncuları diğerinin sırtına biner; karşı tarafın çizgisine kadar götürülme hakkını kazanır. Dikilen taşlar düşürülemezse taş atma sırası diğer ekibe geçer. Oyuncular her atış sırasında duduhel hel hel diye bağırırlar

Ebe Oyunu: Çocuklardan biri ebe olur. Seçtiği bir canlı ya da cansız herhangi bir nesneyi ad vermeden, bazı özellikleri ile belirterek anlatmaya çalışır. Oyuna katılanlardan hangisi tarifi yapılan varlığı bilirse, ebe elindeki kamçıyı ona verir. Diğerleri kaçışırlar. Kamçıyı eline alan yakalayabildiği oyunculara rasgele vurmaya başlar. Bu kovalamaca ebenin ‘Şahin’ diye bağırmasına kadar sürer. Kamçıyı elinde tutan oyuncu kamçıyı ebeye vermeden yakalanırsa bu defa yakalayan kamçılamaya başlar. Buda bir fırsatını bulup kamçıyı ebeye verinceye kadar sürer.

Holoç: Beş ya da yedi kişilik takımlarla ve sopa ile oynanır. Önce oyun alanında bir çukur kazılır. Çukurun iki ya da üç metre uzağına bir taş konur. Buna “Moza” denir. Kurayla bir ebe seçilir. Ebe mozayı, sopa ile iterek çukura doğru sürükler. Diğer oyuncular buna engel olmaya çalışırlar. Sopalarıyla (sopalara ‘degenek’ denir) mozaya hızla vurarak uzaklaştırmak isterler. Ebenin sopasıyla diğer oyunculara dokunmaması kuraldır. Ebenin sopası diğer oyunculardan birine değerse ‘holoç’ olur.

Moza (Cız) : Holoç oyunundaki moza (taş) burada oyunun konusudur. Üç ya da beş kişi ile oynanır. Lap denen ele sığacak kadar düz taşlarla oynanan bir çizgi oyunudur. 25–30 cm çapında bir daire çizilir. Ortasına ‘moza’ denilen yuvarlağa yakın taş bırakılır. Altı yedi metre uzaklığa bir metrelik çizgi çizilir. Her oyuncu sırayla çizgiden attıkları laplarla mozayı dairenin içerisinden çıkarmaya çalışırlar. Mozayı daireden çıkaran oyuncu her vuruşta yeniden oynanmaya hak kazanır. Belirlenen oyu sahasının dışına çıkana kadar oyun devam eder. Oyun, puanlama sistemi ile oynanır. Bu durum sıradaki oyuncu bitinceye kadar ya da sıkılıp pes edinceye kadar devam eder.

Dellur Ağaç: Çelik çomak oyununun aynı olmakla birlikte İlimizde değişik şekilde oynanan biçimi de vardır. Şöyle ki: iki, dört ya da altı kişi ile oynanan bir oyundur. Dört-beş metre çapında büyükçe bir daire çizilir, dairenin tam ortasına küçük bir çukur açılır, yumruk büyüklüğündeki çukurun üzerine Dellur denilen küçük sopa bırakılır ve degenek denilen uzun sopa çukurun içine sokularak destek alındıktan sonra yuvarlağın ortasındaki oyuncu tarafından yuvarlağın dışında uzağa fırlatmaya çalışır. Delluru (küçük sopayı) havada iken yakalayan rakip oyuncu direk oyunu başlatmaya hak kazanır eğer yakalayamamışsa delluru düştüğü yerden alarak ötedeki büyük dairenin içerisine atıp denk getirmeye çalışır. Dairenin içerisindeki oyuncu da rakip tarafından atılan delluru dairenin içine sokmamak için degeneğiyle (çomağıyla) hamle yapar bu oyun dellur daireye sokulana yada ebe delluru havada yakalayana kadar aynı kişilerce devam ettirilir. Unutulmaya yüz tutmuş olan bu oyun tarzının kurallarıyla şu anda Avrupa da oynanan beyzbola benzemesi dikkate şayandır.

Riz: İki kişi tarafından oynanır. Her oyuncunun üç tane küçük taşı vardır. Yere önce bir kare çizilir. Kare içerisine artı yapılır. Her iki oyuncunun taşları çizgilerin kesiştiği yerlere karışık olarak bırakılır. Oyuncular sırasıyla hamle yaparlar. Oyunda öncelikle üçtaşını aynı hizaya getiren oyuncu oyunun galibidir. Esas olan üç taşı aynı hizaya rakibinden önce getirmek olduğundan öncelikle rakibin hamle yapması önlenmelidir.
cephe'in Imzasi

amasy
ELENEKSEL ÇOCUK OYUNLARIMIZ PDF Yazdır E-posta

Gacırdak: Adını çıkardağı sesten alan bir oyun aracı. Bazı gençlerin bilmediği veya bilse de şenliklerin düzenlenmesiyle birlikte öğrendiği “Gacırdak” bir nevi eğlence aracı. Kalın bir kazık üzerine geçirilmiş bir ağacın her iki tarafına dengeli olarak binen kişilerce dönerek kısa süreli heyecan yaşamasına yarayan, her yaş grubuna uygun,. rekabete dayalı olmayan , eğlence amaçlı oyun aracıdır.

Çelik Oyunu: Her yörede bu oyun çelik çomak biçiminde adlandırılsa da köyümüzdeki örneğini başka yerlerde görmüş değiliz. Bir metrelik kazık üzerine konan çeliğin bir sopayla uzaklaştırılması ve yere düşmeden rakip takım tarafından tutulması veya dokunulmasıyla el değiştiren bir oyundur. İki takım halinde oynanması, özellikle sayı saymayı ve hesap yapmayı da ihtiva eden rekabete dayalı bir oyundur. Ayrıntılı kuralları vardır. Bu oyunda Batı ülkelerindeki kriket oyununun bazı özelliklerini taşımaktadır.

Malliç Oyunu: Bu oyun bir metrelik değneklerle , en az 4 kişiyle oynanır. Belli bir noktadan atılan sopanın ebeye ait sopayı yerinden uzaklaştırıken ebe tarafından sopa düzeltilene kadar kendi sopasına yeniden sahip olması ve yakalamandan tekrar kaleye geçebilmesi ile oyun devam eder. Ebeye yakalanan ebe olur. Bunda hızlı ve kıvrak hareket etme rakibine yakalanmamak esastır. Geleneksel Türk sporlarından Cirit oyununun atsız oynanan biçimi denebilir.

Esir Oyunu: En az beşer kişilik takım halinde oynanan, mücadele, kıvraklık ve hızlı koşmayı gerektiren, rekabete dayalı bir oyundur. Yaklaşık 50-60 metre mesafedeki kaleler arasında oynanır.

Somak Oyunu: Birer metrelik sopalarla, küçük oval topaça benzer bir ağaç parçasının tencere derinliğinde bir çukura girdirilmesi veya uzaklaştırılmasına göre oynanır. Çok ayrıntılı kuralları vardır. En az 3 kişiyle oynanır. Bir kişinin ebe olmasıyla başlar. Ebe seçimi de tamamen kurallarla belirlenir. Bu oyun kısmen çim hokeyinin özelliklerini taşıyor.

Güvercin Taklası: Dörder kişilik iki takım halinde oynanan oyunda sportif beceri gelişiminin sağlanması amaçlanır. Bir grup içindeki 4 kişiden kisi aayaküstü arka arkaya durur.. Onların bacak kısımlarına da eğilerek diğer iki kişi durur. İkinci grup ise sırayla eğik duranların sırtından takla atarak atlar. Takla atmaya çalışanlardan biri atlayıp yere düşerse veya eli yere değerse atlama sırası ikinci grubun olur. Yarışma amacı olsa da eğlenceye dönük tarafı da vardır.

Yukarıda bahsettiğimiz tüm oyunlar genellikle erkekler tarafından oynanan oyunlardı. Bu oyunların çoğu ilkokul bahçesinde, mahallelerde, köy meydanında uygun yer ve ortamlarda oynanırdı. Çobanlar ise yayla veya meralarda oynardı. Günümüzde futbol bu oyunların hepsini yok etti. Yaşları 35’ten küçük olanlar bu oyunları ya hiç oynamadılar veya sadece duymuş olabilirler.

Beştaş, taş-kale, çizgi, elim sende, yumulmaç (saklambaç) gibi oyunlar hem kızların, hem de erkelerin karışık olarak da oynayabildikleri oyunlardan bazılarıdır.

g

DİVANİ) LÜGATİT- TÜRK'TE YER ALAN VE XI. YÜZYILDA TÜRKLER ARASINDA OYNANAN OYUNLAR

DİVANİ) LÜGATİT- TÜRK'TE YER ALAN VE XI. YÜZYILDA TÜRKLER ARASINDA
OYNANAN OYUNLAR
TURKISH PLAYS İN DİVANÜ LÜGATİT-TÜRK İN THE 11
m CENTURY
Metin TÜRKTAŞ
ÖZET
Kaş gar lı Mahmut'un II. Yüzyılda
yazmış olduğu Divanü Lügati't-Türk adlı eseri
kaynak alınarak o dönem Türklerinin oynamış
oldukları oyunlar ve eğlenceler ele alınmıştır.
Oyunlar, özünü, kurallarını ve geleneğini kolay
kolay değiştirmediğinden oynandığı dönemin
kültürel özelliklerini gelecek nesillere
aktarabilen en önemli araçlardan biridir. Bu
yönüyle oyunlar, geçmiş ve gelecek kültürler
arasında önemli bir köprü oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Divan, Oyun, Kültür
ABSTRACT
The games and amusements playing by
Turks who had lived in eleventh (ll.th) century
was examined through showing the work of
Kaşgarlı Mahmut called Divanü Lügati't-Türk
as a source. Since games do not chance their
essence,, their rules and their traditions easily,
they are one of the most important Instruments
which can transfer cultural features of a certain
period of time to thefuture generations.
Key IVords: Divan, Game, Culture
Kaşgarlı Mahmut, XI. Yüzyılda yazmış olduğu
Divanü Lügati't-Türk adlı eseriyle Türk kültür ve
medeniyet tarihine ışık tutmuştur. Eser, yazılmış
olduğu dönemin bir çok kültürel özelliklerini bize
aktarmaktadır. Araplara Türkçe öğretmek amacıyla
yazılmış olmasına rağmen, kelimelerin
açıklanmasında verilen bilgiler ve bunları
desteklemek için sunulan örnekler, kitabın sadece bir
sözlük gibi düşünülmesinden çok onu günümüz için
kıymetli bir folklor hazinesi haline getirmiştir. "
Devrinin bir nevi Türk folklor ve halk edebiyatı
antolojisi olarak da sayılabilen Divanü Lügati't-Türk,
üç yüze yakın dörtlük şeklinde şiir parçalarını
içerisine aldığı gibi aynı sayıda atasözlerine de yer
vermektedir."1 Türk folklorunun bir çok dalının (
atasözü, deyim, efsane, ağıt, oyun, töre, gelenek,
görenek, inanış, tarım, hayvancılık, savaş aletleri,
tarım araç ve gereçleri, içki ve yemekler) kaynağını,
kısmen de olsa bu eserden yararlanılarak belirlemek
mümkün olabiliyor.2
Kabile mensupları, yabani hayvanlardan korunmak ve
yaşamları için gerekli besin maddelerini onları
avlayarak temin etmek için kuvvetli olmak zorunda
idiler. Bu maksatla aralarında yaptıkları yıkmaca
(güreş), seyirtmek (koşu), taş atmak, yumruk döğüşü
(boks) gibi benzeri oyunlarla beden kültürlerini
geliştirerek, güçlü ve kuvvetli kalıyorlardı. Sonraları
bu oyunları yabancı kabilelerden korunmak ve onlara
üstünlük sağlamak için düzenli bir biçimde ve toplu
olarak yapmaya başladılar.3
Bu çalışmada, Divan'daki folklor mahsullerinden
sadece birisi olan oyunlar üzerinde durulmuştur.
Eserdeki mevcut oyunlardan anlaşıldığına göre oyun
sözcüğü Divan'da, yarışma, hoşça vakit geçirme, spor
gibi değişik anlamlarda kullanılmıştır. "Günümüz
Türkçe'sinde ise oyun, bunun anlamları ve bu
anlamların yöneldiği kavramların incelenmesi, başka
dillere göre çok daha ilginçtir. Türkiye'de oyun ve
oynamak sözcüğünün pek çok anlamları vardır.
Çocukların oyunu, dans, dramatik gösteri, kağıt, zar
* (Araş. Gör.) Pamukkale Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü1 Ahmet
İCaferoğlu, "Karahanlılar Devri Türk Edebiyatı"
Türk Dünyası El Kitabı, cilt:3, s.59, Ankara 1992
2 Ziyat Akkoyunlu, Ali Abbas Çınar " Divanü
Lügati't- Türk'te Halk Hekimliği" Türk Kültürü,
sayı:371, Ank.1994, s.162
3 Haydar İşler-Gülten Hergüner, " Türk Sosyal
Hayatında Sporun Yeri ve Geleneksel Türk
Sporlan.'Türk Kültürü,sayı:432, Ank.1999,
s.244'ten, Yıldıran, İ.: " Uygulama Nedenleri ve
Fonksiyonları bakımından Türk Kültürlerinin Erken
Devirlerinde Bazı Sportif Aktivitelerin Görünümü."
G.ü. Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri, C.I, S.2, s.48-
50, Ankara 1996
TH
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1999, Sayı:5 62'
gibi baht oyunları; sporla ilgili eylemler hep oyun
sözcüğüyle' belirtilir"4 Bunlardan 'başka oyun
sözcüğünün mecazi anlamlan da oldukça fazladır.
Divan'daki oyunlara genel olarak baktığımızda, bugün
milli sporlarımız olarak saydığımız ve bizim
toplumumuzun yaşayış özelliklerinden doğmuş olan,
at üzerinde oynanan oyunlar, ok atma yarışları, güreş
gibi oyunların çoğunlukta olduğunu görürüz. Adı
geçen bu ve diğer oyunların bir çoğunun nasıl ve ne
zaman oynandığı konusunda yeterli bilgi olmadığı için
bu oyunlar Divan'daki mevcut bilgiler çerçevesinde
ele alınmakla yetinilmiş ve "büyüklerin oynadıkları
oyunlar" ve "çocuk oyunları" olarak iki başlık altında
incelenmiştir.
BÜYÜKLERİN OYNADIKLARI OYUNLAR 1-
Çevgen Oyunu:
Yazılı kaynaklarımızda bu oyundan şöyle
bahsedilmektedir: "Bugün hemen hemen bütün
dünyaya yayılmış olan polo oyunun ismi çevgan
oyununun Tibetçe'deki karşılığı olan "pulu"
kelimesinden gelmiştir. Karşılıklı iki takım arasında
oynanan çevgan oyununda gaye, oyuncuların at
sırtında oldukları halde ellerindeki değneklerle
sürdükler ile sürdükleri topu takımlarının hedeflerine
ulaştırmalarıdır. Galibiyet, belli zamanda kazanılan
isabet sayısı veya belli sayıyı daha evvel tamamlamak
yolu ile elde edilir."5
Bu oyundan Divan'da bir çok yerde bahsedilmesine
rağmen nasıl ve ne zaman oynandığı hakkında yeterli
açıklama bulunmamaktadır. Ancak tarih sahnesine
çıktıkları günden beri atlı sporlara çok önem veren
Türkler at üzerinde oynanan çevgen oyununa da önem
vermişler ve bu oyunu uzun bir süre devam
ettirmişlerdir. Türk toplumları arasında oldukça
yaygın olan bu oyunun bir çok türü bulunmaktadır.
Yukarıda bu oyunun at üzerinde oynandığından
bahsedilmişti ancak " Kaşkarlı, çeşitli kelimelerin
açıklanması dolayısıyla bu konuya dair verdiği kısa
bilgilerden, onun söz konusu ettiği dönemde, Türkler
arasında atla oynanan çevgenden çok bugünkü golf
oyununa benzer olarak ve atsız oynanan bir oyunun
Türk oyunu olarak bilindiği ve meşhur olduğu
Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İst. 1985,
s.12-13 ■.
5 İslam Ansiklopedisi Çevgan Maddesi, 3.cilt,
İstanbul, s.388-389
anlaşılmaktadır."6 Divan'ın çeşitli yerlerinde çevgen
oyunundan şu şekillerde bahsedilmektedir:
"Ol anıng birle çöğen urdı ümleşü: O, onunla
şalvarını ortaya koyarak çevgen oynadı."
"Ol mening birle topık kapıştı: O, benimle
çevgen oyununda top kapıştı"8
"Tanguk: Çevgen oyununda, gerilen ipten
topu geçirebilen adama verilen ipek kumaş parçası."9
" Bandal: Ağaçtan, omuz başı şeklinde
çıkarılan parça. Bunu çocuklar alırlar, geceleyin
közünü birbirlerine vururlar atarlar. Buna "ot bandal"
denir. Çevgen oyununda oynanır."10
Divan'da çevgen oyundan başka, ucu eğri değnek,
baston anlamlarında da kullanılmaktadır:
"Ol manga çöğen eğişti: O bana çevgen
eğmekte yardım etti."''
" Ol çöğen egtürdi: O, çevgen eğdirdi."12
" Çöğen: Çevgen."13
2- Ok atma Yarışları
Ok, Türklerin en önemli savaş aletlerinden birisidir.
Çok iyi ata binen ve ok atabilen Türkler, ok atma işini
zamanla bir yarış haline de getirmişlerdir. "Eski
Türklerde seremonik ok atışları yapıldığı, bunun bir
gelenek haline geldiği, Han zamanı Çin
kaynaklarından anlaşılmaktadır. İlk baharda açık
havada yapılan ve dini anlam taşıyan bu sporla
erkekler kendilerini ispatlarlardı. Hedef köşeli olup
hayvanların derilerinden teşekkül ederdi. Böylece de
ok atıcısının hedefi vuruş başarısı kolayca
anlaşılabiliyordu."14
Ok atma işinin Türklerde ne kadar yaygın ve önemli
olduğu Kaşgarh'nm eserinde de görülmektedir:
"Atışgan: Ol mening birle ok atışgan: Onun
benimle yarışmak için ok atışmak âdetidir."15
6 Reşat Genç, "Kaşgarlı Mahmut'a Göre XI. Yüzyılda
Türklerde Oyunlar ve Eğlenceler" I. Uluslar arası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, I I I . cilt,
Ank.1977, s.237
7 Besim Atalay, Divanü Lügati't-Türk tercümesi.
I.cilt, Ankara 1992, s.242
8 Besim Atalay, a.g.e. 2.cilt, s.88
9 Besim Atalay, a.g.e. 3.cilt, s.365
Besim Atalay, a.g.e. 1 .cilt, s.482
Besim Atalay, a.g.e. 1 .cilt, s. 187 ,
12 Besim Atalay, a.g.e. İ .cilt, s.223
13 Besim Atalay, a.g.e. l.cilt, s.404
14 yunus Tayga, Türk Spor Tarihine Genel Bir
Bakış. Ankara 1990, s.21
15 Besim Atalay,a.g.e. l.cilt, s. 157
II
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1999, Sayı:5 63
"01 mening birle ok attı kızlaşu: O ortaya
ödül olarak kız, cariye koyarak benimle ok attı"16
"01 mening birle ok attı atlaşu: O benimle,
ortaya ödül olarak at koyarak ok atıştı"17
3. At Yarışı
Divanü Lügati't -Türk'te atın Türkler için önemini
Kaşgarlı şu atasözüyle belirtmektedir: "Kuş kanatın er
atın"18 Yani kuş için kanat ne kadar önemliyse er için
de at o kadar önemlidir demektir. Kaşgarlı yine
eserinin başka bir yerinde "at, Türkün kanadıdır"19
demektedir. Eserin birçok yerinde de görüldüğü gibi
at, Türkler için hem binek hem savaş, hem de taşıma
aracı olarak vazgeçilmez ve kutsal bir hayvan
olmuştur.
"Eski Türkler milattan önceki yıllarda atalarından
kalma gelenek icabı sonbaharda (sekizinci ay) atların
semirdiği, tayların çoğaldığı bir zamanda Tai-lin
denilen yerde umumi bir toplantı tertip ederlerdi. Bu
toplantıda tanrılara kurban sunma, insan ve
hayvanların sayımı yapılırdı. Tai sözü tanrılara kurban
sunmak için, bir orman etrafında at koşturmak
demektir. Eğer orman yoksa söğüt dallan dikilerek
işaretlenir, bir miktar atlı dil,kilen bu söğüt dalları
etrafında dört nala üç defa dönerlerdi. Bu güz
bayramında yapılırdı. Tanrılara kurban sunulduktan
sonra hep beraber kurban etleri yenir, sportif oyun ve
hareketler meyanmda at yarışları da yapılırdı."20
At ayanşları Divanü Lügati't -Türk'te "yarış"
kelimesiyle ifade edilmekte ve birçok yerde
geçmektedir. Bu yarışın nasıl ve ne zaman oynandığı
konusunda ise yeterli bilgi verilmemekle birlikte
eserin muhtelif yerlerinde atlardan ve yarışlardan çok
kısa olarak bahsedilmektedir. Mesela yarışları en çok
kazanan atın "arkun"21 denilen bir at türü olduğu
belirtilmektedir. Yine eserin başka bir yerinde "talaş"
kelimesinin açıklamasında "at yarışında, top
oyununda, meydanın sonuna çekilen ip"22
denilmektedir. Buradan da yarışlarda bu ipe ilk ulaşan
atın yarışı kazandığı anlaşılmaktadır. Divan'm diğer
yerlerinde "yanş"tan şöyle söz edilmektedir:
"Ol mening birle at özişti: O benimle at
koşturmakta yarış etti"23
"Ol at yarışdı mening birle tawışganlaşu: O
.24
tavşanı ödül olarak koyarak benimle at yarıştı"^
"Ol at yarışı yaptı: O at yarışı yaptı, yarıştı"25
"01 anıng birle at yarıştı: O onunla at yarışı
yaptı
4. Güreş
İnsanoğlu hayvanlarla, kendi cinsinden olanlarla
yakından mücadele etmek zorunda kalınca kendi
vücut ağırlığı kas gücünden faydalanma şeklini, yani
güreş sanatını yaratmıştır. Güreş, iki canlı arasındaki
mücadelenin en mükemmel şeklidir.27
Bugün ata sporlarımızdan biri sayılan güreş Türklerde
oldukça köklü ve önemli bir yere sahiptir. Ancak
Divan'da bu sporun adından direk olarak bir defa
bahsedilmektedir. Kaşgarlı güreş kelimesine kısrak
kelimesini açıklarken değinmektedir:
"Kız birle küreşme, kısrak birle yarışma (Kızla
güreşme, çünkü kızlar kuvvetli olur, seni alteder;
kısrakla yarışma, kısrak attan daha çevik, daha
sıçrayışlı olduğundan seni yener). Bu hakanlılardan
bir kızın, gerdek gecesi Sultan Mesud'u ayağıyla
dokunarak yıktığı için hakanhlarm Sultan Mesut
hakkında söyledikleri bir savdır."28 Diğer oyunların
çoğunda olduğu gibi, güreşin de nasıl yapıldığı ve
kurallarının neler olduğu hakkında Divan'da fazla
bilgi yoktur. Yine Divan'da güreş, "çalış" kelimesiyle
de anlatılmaktadır. Bu kelime de "çelme, güreş"
karşılığındadır.29 Bunlardan başka şu cümlelerde de
güreşten bahsedilmektedir:
"01 anıng adhakm bağdatt: O, onun ayağını
güreşte sarmaya aldırdı"30
30
"Ol anıng adhakm bağdadi: Güreşte onun
ayağını sarmaladı, sarmaya vurdu"31
16 Besim Atalay, a.g.e., 2.cilt, s.221
17 Besim Atalay, a.g.e., 2.cilt, s.226
18 Besim Atalay, a.g.e., 1 .cilt, s.34
19 Besim Atalay, a.g.e., 1 .cilt, s.48
20 Yunus Tayga, Türk Spor Tarihine Genel Bir Bakış,
Ankara, 1990, s. 16
21 Besim Atalay, a.g.e., 1 .cilt, s. 107
22 Besim Atalay, a.g.e., 1 .cilt, s.366
23 Besim Atalay, a.g.e., 1 .cilt, s. 184
24 Besim Atalay, a.g.e., 2.cilt, s.226
25 Besim Atalay, a.g.e., 3.cilt, s. 10
26 Besim Atalay, a.g.e., 3.cilt, s.72
27 Yunus Tayga, Türk Spor Tarihine Genel Bir Bakış,
Ankara, 1990, s. 1
■yo
Besim Atalay, a.g.e., l.cilt, s.474
29 Besim Atalay, a.g.e., l.cilt, s.368
30 Besim Atalay, a.g.e., 2.cilt, s.327
31 Besim Atalay, a.g.e., 3.cilt, s.277
,26
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1999, Sayı:5 64
"O! anıng adhakın bağdadi: O, onun ayağını
güreşte yakaladı, çelme vurdu"32
5- Yalngu (Salıncak Oyunu)
Bu oyundan Divan'da sadece bir yerde ve şu
şekilde bahsedilmektedir:
"Yalngu: Cariyelerin oynadığı bir oyundur.
İpin ucu bir ağaca veya bir direğe bağlanır. Ortasına
cariye oturur ve ayağıyla yeri teper. Böylelikle kah
yükselir, kah alçalır"33
ÇOCUKLARIN OYNADIKLARI OYUNLAR
1- Müngüz Müngüz (Boynuz Boynuz)
Bu bir çeşit çocuk oyunudur. Çocuklar ırmağın
kenarına diz çökerek otururlar, sonra elleriyle kuma
vururlar. Onlardan birisi (ebe) müngüz müngüz der ve
çocuklar ne müngüz diye sorarlar. Birisi (ebe),
boynuzlu hayvanları birer birer söylemeye başlar.
Çocuklar da bunu tekrar ederler. Ebe bu arada deve
ve eşek gibi boynuzsuz bir hayvanın da adını söyler.
Çocuklardan birisi bu hayvanı veya başka boynuzsuz
bir hayvanın adını söylerse çaya atılır.34
2- Köçürme35
"Ondört adı dahi verilen bir oyun. Yerde kale gibi
dört çizgi çizilir, sonra ona on kapı yapılır. Fındık ve
fındığa benzer şeylerle bu kapılar üzerinde oyun
oynanır."36
3- Çelik Çomak
Divan'da bu oyundan direk olarak bahsedilmiyor.
Başka bir oyunun içinde ismi geçtiğinden buraya
almayı uygun gördük. Oyun şöyle geçmektedir:
"Tuldı: Er topıknı adhn bile tuldı: Adam topu çatal
deynekle vurdu. Bu, bir Türk oyunudur. Şöyle
oynanır: Oynayanlardan birisi oyunun kendi
tarafından başlamasını istediği zaman yukarıda
anlatıldığı şekilde çatal değnekle topa vurur. Bu işte
kuvvetli vuran oyuna başlamış olur.; Çelik çomak
oyununun vurmasında dahi böyle denir."
4- Ceviz Oyunu
Divanda ceviz oyunundan iki yerde bahsedilmesine
rağmen nasıl oynandığı konusunda bilgi
verilmemektedir. Sadece çocukların oynadığı bir oyun
olduğu belirtilmektedir. Bu oyun da Divanda şöyle
geçmektedir:
"Atıç: Çocukların ceviz oynadığı çukur"38
"Eteçlik: Ceviz oynamak için çukur açılmış
olan yer"39
5- Karagun
"Akşamleyin çocukların oynadıkları bir oyundur."40
Divanda bu oyun sadece bir yerde geçmektedir.
6- Çengli Mengli
"Bir çocuk oyununun adıdır."41 Divanü Lügati't -
Türk'te bu oyun sadece bir yerde ve bu kadar
geçmektedir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, " kurallarını ve
kıyafetlerini dahi inanç ve törelerden alan geleneksel
sporlar, - Türk milletinin gelenek, görenek ve
hasletlerini ortaya koyan canlı ve uygulamalı
örneklerden olup, kuşaktan kuşağa aktarılarak
yaşatılan sportif, folklorik değerleridir."4211.yüzyılda
Türklerin oynamış olduğu oyunları bilmek, bu oyunlar
dahilinde o dönem Türklerinin yaşayışlarını ve
kültürlerini belirleyebilmek yönünden faydalı olacak;
o dönemki oyunlarla şimdiki oyunları karşılaştırarak
Türklerin kültürlerini ne kadar koruyabildiklerini
öğrenmemiz açısından faydalı olacaktır. Gerçekten de
Divanda geçen birçok oyunun günümüzde de aşağı
yukarı aynen şekilde devam ettiğini görmek Türklerin
geleneklerini hala koruyabilmiş olduklarını göstermesi
bakımından sevindiricidir.
Besim Atalay, a.g.e., 3.cilt, s.288
33 Besim Atalay, a.g.e., 3.cilt, s.380
34 Besim Atalay, a.g.e., 3.cilt, s.364
35 Besim Atalay Tercümesi'nde bu oyunu çocukların
mı yoksa büyüklerin mi oynadıkları hakkında bilgi
yoktur. Biz çocuk oyunu olabileceğini düşünerek bu
kısmı aldık.
36 Besim Atalay, a.g.e., I .cilt, s.491
37 Besim Atalay, a.g.e., 2xilt, s.22-23
38 Besim Atalay, a.g.e., 1 .cilt, s.52
39 Besim Atalay, a.g.e., 1 .cilt, s.l 51
40 Besim Atalay, a.g.e., 3.cilt, s.243
41 Besim Atalay, a.g.e., 3.cilt, s.397
42 Haydar İşler-Gülten Hergüner, " Türk Sosyal
Hayatında Sporun Yeri ve Geleneksel Türk
Sporları.'Türk Kültürü,sayı:432, Ank.1999, s.249
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1999, Sayı:5
6
5
KAYNAKÇA
1- AKKOYUNLU, Ziyat- ÇINAR,Ali
Abbas, " Divanü Lügati't-Türk'te Halk
Hekimliği." Türk Kültürü, S.371, Ank.
1994
2- AKKOYUNLU, Ziyat, " Divanü
Lügati't-Türk Halk Bilimi Bakımından
Değerlendirilirken Kaşgarlı Mahmut'un
Arapça'sında Dikkat Edilecek Hususlar"
IV. MTHKKB, Il.cilt, Ank. 1992
3- AND, Metin. Geleneksel Türk
Tiyatrosu, İst. 1985
4- ATALAY, Besim. Divanü Lügati't-
Türk Tercümesi. TDK Yay. Ank. 1992
5- CAFEROĞLU, "Ahmet. Karahanlılar
Devri Türk Edebiyatı." Türk Dünyası
El Kitabı, Il.cilt, Ank. 1992
6- GENÇ, Reşat. "Kaşgarlı Mahmut'a
Göre XI. Yüzyılda Türklerde Oyunlar
ve Eğlenceler." I. Uluslararası Türk
Folklor Kongresi Bildirileri, III. Cilt,
Ank. 1977, s. 231-242
7- İslam Ansiklopedisi
8- İŞLER, Haydar-HERGÜNER, Gülten .
" Türk Sosyal Hayatında Sporun Yeri ve
Geleneksel Türk Sporları.'Türk
Kültürü, S.432, Ank. 1999, s.249
9- TAYGA, Yunus. Türk Spor Tarihine

yetişkin oyunları

Arşiv 'Yetişkin Oyunları'Kategori

KAYNARCA OYUNLARI

Haziran 13, 2008

KAYNARCA’NIN YÖRESEL OYUNLARI
Hazırlayan: Ramis MEMİŞ(*)

KAYNARCA YÖRESİ ÇOCUK OYUNLARI:

Tarımda makineleşme yaygın olmadığı ve traktör bulunmadığı dönemlerde Kaynarca Yöresinde hemen her evde ortalama 25-30 koyun ve en az 2 inekle 2 çift koşum öküzü bulunur, evin 10-15 yaşlarındaki erkek veya kız çocukları hayvanları otlatır, yöresel deyimler güder veya gözetirlerdi. Bu arada otlak olarak ise 2 bölüm arazi bulunurdu. Bunlardan birincisi Hazine arazisi olup, köyün ortak kullanım alanıydı ve daha çok otlak olarak kullanılırdı. İkinci bölüm otlaklar ise, araziler genellikle iki yıl ekilir, iki yıl da dinlenmeye bırakılır, bu sürede ise arazi otlak olarak kullanılırdı. Örneğin Demirciler İçi mevkii veya Sayvanaltı mevkii o sene dinlenmeye bırakılır, yaklaşık 500 ile 1000 dönüm arsındaki o alan, köylünün ortak merası olur, bunun da yarısı büyük baş hayvanlara, diğer yarısı da koyun-keçi gibi küçükbaş otlağı olarak kullanılırdı. Bu alana mera veya yöresel deyimle örü denilirdi. Çocuklar genellikle ilkbaharda bu arazilerde, yaz ve sonbaharda ise hemen tüm arazilerde ortaklaşa hayvan gözetirler, hayvanların öğle saatlerinde doyup yattığı-dinlendiği zamanlarda birlikte oyunlar oynarlardı.

Anlatacağımız oyunların önemli bir bölümü çocuklar tarafından açık arazide oynanan oyunlardır.

Dipdip:

Daha çok hayvan gözeten çocukların dinlenme sırasında açık alanda oynadığı bir oyundur. Genellikle erkek bazen de kız erkek çocukların karışık oynadığı olur. Bu oyun için herkesin özel birer dipdip sopası olur. Yaklaşık 100-120 cm boyunda, bir ucu incemsi, kızılcık, yemişen veya karagürgen ağacından ateşte kızartılarak yapılan esnek bir sopadır. 8-10 çocuk tarafından oynanır. Yan yana dizilen çocuklar, hepsi aynı hizadan sırayla sopayı yaylandırarak en ileriye-uzağa atmaya çalışırlar. En kısa mesafeye atabilen ebe olur. Ebe bütün sopaları toplayıp tekrar getirir. Ebe kendi sopasını dizili çocukların 2 metre kadar önünde yatay olarak koyar, diğer çocuklar ebenin sopasının üzerinden kaydırarak en ileriye atmaya çabalarlar. Üçüncü turda ebenin sopası en ileriye giden sopanın önüne yatay olarak koyulur. Bu kez bütün çocuklar ebenin sopasının üzerinden kaydırarak en ileriye atmaya çalışırlar. Ebenin sopasına değdiremeyenler oyun dışı kalırlar. Hiçbir çocuk ebenin sopasına değdiremeyinceye kadar oyun devam eder. Ebenin sopasının yerinden çocukların dizildiği oyun başlangıç noktasına kadar adımla sayılır, her adıma kabak denir.

Birinci bölüm örneğin ebenin “Garadonnunun Azizin 45 gabak yimesi”yle sonuçlanmıştır. Oyun tekrar başlar. İkinci ebenin “gabak yemesi”ne kadar devam eder. Bu oyunun bir saat sürdüğü de, üç saate kadar sürdüğü de olur. Oyunun sonunda “en az gabak yiyen” birinci, “en çok gabak yiyen” oyunun mağlubu olur. Adını sopanın “dip dip” yere vurularak ses çıkartmasından aldığı sanılmaktadır.

Met:

15-20 cm boyunda, 2 cm genişliği 3 cm kalınlığında özel yapılmış, iki başı da üçgen kesilmiş “met” adı verilen bir aletle oynanır. Her çocuğun yaklaşık bir metre boyunda dipdip sopasından biraz daha kalınca sert bir (kızılcık, yabani kızılcık (kaysiydiren), garagürgen, yemişen gibi) ağaçtan yapılmış bir sopası bulunur. Düz toprak zeminden her çocuk sırayla metin başına sopayla vurarak 1-1,5 metre havaya kaldırır, sopasını var gücüyle mete vurarak en uzağa götürmeye çalışır. Herkes metin düştüğü noktadan başlangıç noktasına kadar adımlayarak sayar, en geride kalan o kadar adım “gabak yemiş” sayılır. Örneğin “Köseğlunun Mıstava 15 gabak yedi” denir. Oyuna aynı şekilde devam edilir. Her turda en geride kalan gabak yemiş sayılır. Bu oyun genellikle yarım ile bir saat arasında sürer. En çok gabak yiyen oyunu kaybeder. Adını “met” adı verilen ve her iki başı da ters üçgen kesilen aletten aldığı sanılmaktadır.

Çelik-Çomak:

Bu oyun da çocuklar tarafından met sopalarıyla oynanır. Fakat üç noktada metten ayrılır. Birincisi metin kendisi, ikinci metin üzerine koyulduğu aletin farklılığı, üçüncüsü de ebenin karşıda beklemesidir. Adına “çelik” denilen 20 cm kadar uzunluğunda yuvarlak her iki ucu da düz kesilmiş bir aletle oynanır. Met sopasına da “çomak” denilir. Çocuk çeliki, ya yere batırılmış 50 cm yüksekliğindeki bir çubuğun üzerinden kendi elindeki çomakla vurup ilerideki ebeye doğru gönderir, ya da bir ucunu avucuna aldığı çomağa yerleştirip havaya zıplattığı çeliki çomağın kuyruğuyla ebeye doğru gönderir. Ebe yaklaşık 25-30 metre karşıda çeliki beklemektedir. Ebe elindeki çomakla çeliki karşılayıp geldiği yöne iade etmeye çalışır. Ebe karşıladığı çeliki, atan çocuğun gerisine gönderebilirse ebelikten kurtulur, atan çocuk ebe olur. Ebe çeliği diyelim ki atamn çocuğun yönüne doğru kısa bir mesafe atabildi, veya hiç vuramadı, çeliğin düştüğü noktadan oyunun başlangıç noktasına adımlanır, ebe o kadar gabak yemiş sayılır. Bazı yerlerde buna sayı da denilir. Ebe olan çocukların içinde en fazla “gabak yiyen” oyunun mağlubu sayılır. 8-10 kişiyle oynanır. Yarım saatle bir saat kadar sürer. Adını “çelik” ve “çomak” adı verilen oyun aletlerinden aldığı sanılmaktadır.

Tunuç:

Genellikle erkek çocuklar tarafından oynanan bu oyun Seyrek de olsa karışık da oynandığı olur.

8-10 kişi tarafından oynanır..

Konik biçimde 10-15 cmlik ağaçtan “tunuç” adı verilen bir aletle oynanır. Herkesin elinde 25-30 cm uzunluğunda, yaklaşık 4-5 cm çapında yuvarlak bir “tunuç sopası” olur. “Tunuç taşı” adı verilen, 20-25 cm çapındaki düz bir taşın üzerinden oynanır. Herkesin tunuç taşından 4-5 metre mesafede ayak topuğunu koyacak çukurlukta bir kultesi vardır. Bu kulteler oval bir şekilde, yaklaşık 60-70 cm mesafede oluşturulmuştur. Tunuçun başındaki kişi ebedir. Ebenin eli boştur ve tunuç taşı hizasında 1-2metre yanda durur. Kultelerin başındaki oyuncular sırayla elindeki sopayı tunuca atarak tunucu devirip ileriye götürmeye çalışır. Örneğin ilk oyuncu sopayı attı tunucu devirmedi, sopası ileriye gitti, oyuncu yerinde bekler. İkinci oyuncu atar, o da tunucu vuramazdevirmezse o da yerinde durur. Üçüncü oyuncu tunucu vurdu diyelim, ebe tunucu alıp tunuç taşına dikmeye ve diğer üç oyuncudan birinin kultesini kapmaya çalışır. Üç oyuncu da ebeden önce sopalarını alıp kultelerine dönmeye çalışırlar. Kulte kapamayan yani boşta kalan ebe olur. Oyun yaklaşık bir, bir buçuk saat sürer. Çok yorucu bir oyundur. Bazen akşam karanlığında tunuç görünemeyinceye kadar oynanır. Adını “tunuç” adı verilen konik aletten aldığı sanılmaktadır.

Domuz:

Genellikle 15-18 yaşlarındaki büyükçe çocuklardan; 8-10 bazen de 15 kadar çocuk tarafından oynanır.

Herkesin elinde kalınca 100-120 cm uzunluğunda ucu topuzlu yabani kızılcık, yemişen veya garagürgenden yapılmış “domuz sopası” vardır. Ağaçtan yapılmış 6-7 cm çapında top gibi yuvarlak “domuz” adı verilen bir alet vardır. Ortada 25-30 cm çapında, 8-10 cm derinliğinde bir “domuz çukuru” bulunur. Oyuncular domuz çukurunun etrafında tahminen 4-5 metre bazen 8-10 metre civarında ayağını koyacak derinlikte birer kulte edinirler. Kulte sayısı oyunculardan bir noksandır. İlk ebe “çöp çekme” yöntemiyle kurayla belirlenir. Ebe dahil herkesin elinde domuz sopası vardır. Oyun ebenin domuzu 8-10 metre uzağa atmasıyla başlar. Ebe dahil herkes ellerindeki sopalarla domuzu “domuz çukuru”na sokmaya çalışır; domuz çukura girdiğinde herkes bir kulte kapmaya koşar, bir kişi boşta kalır; boşta kalan yeni ebe olur. Hareketli ve yorucu bir oyundur. Bir, bir buçuk saat kadar sürer.

Oyunculara cezası yoktur. Adını “domuz” adı verilen top gibi yuvarlak aletten veya topun “domuz avı” gibi sopayla kovalanmasından aldığı sanılmaktadır.

Zekkelambaç:

Meraya (örüye) hayvanları götürürken veya akşama meradan hayvanları getirirken 5-6 çocuk tarafından yolda oynanır. Ellerindeki bir metre uzunluğundaki sopalarla oynanır. Amaç sopayı takla attırarak sektire sektire en ileriye götürtmektir. Cezası yoktur. Bir yandan hayvanlarla beraber yolda ilerlenir, bir taraftan da oynanır. Ebesi, kazananı, kaybedeni yoktur. En ileriye atan takdir kazanır. Adını sopaları sektirmekten aldığı sanılmaktadır.

Saklambaç:

Kız ve erkek çocuklarınca karışık olarak akşam saatlerinde 8-10 kişiyle oynanır. Bir kişi kurayla ebe olur. Ebenin gözlerini yumarak elliye bazen de yüze kadar birer birer saydığı bir yer vardır. O sırada diğer oyuncular bir köşeye saklanır. Ebe bunları görüp tanımaya ve ebelemeye çalışır. Eeb diyelim ki bir oyuncuyu gördü, “Ramis seni görüm, söbe” der ve bu arada da başlangıç noktasına koşup elini değdirir ve ebelikten çıkar, yeni ebe belirlenmiş olur. Herkes saklandığı yerden ortalığa çıkar ve oyun yeniden başlar.Gördüğü kişi ondan önce elini değdirirse ebelik devam eder. Ebe diğer saklananları aramaya devam eder. Hiç birini bulup da söbeleyemezse, onun ebeliği devam eder. Söbelenen oyuncu yeni ebe olur. Yaklaşık yarım saat kırk dakika kadar sürer. Adını “saklanmaktan” aldığı bilinmektedir.

Çizgi:

Genelde kız çocukları bazen de karışık oynanır. Toprak zemin üzerine sert bir cisimle, beton zemin üzerine kiremit parçası veya tebeşirle kareler çizilir. Karelerin kenar uzunluğu genellikle 40-45 cm civarında olur. İlk sırada bir kare, ikinci sırada bir kare, üçüncü sırada yan yana üç kare, dördüncü sırada bir kare, beşinci ve son sırada yan yana üç kare olur. 5-5 cmlik kare biçiminde bir tahta veya taş parçasını tek ayak ucuyla dokunarak kare içinde gelecek şekilde oynanır. Her bir kareye oda denir. Oyun tek ayakla oynanır. Sadece üç odalı yerlerde oyuncu iki ayağını da odalara koyabilir ve dinlenebilir. Amaç taş veya tahta parçasını, ayak ucuyla tüm odalarda sırasıyla gezdirerek, hiçbir çizgi üzerine getirtmeden (yanmadan) götürüp getirtmektir. Genellikle iki kişiyle oynanır. İlk turda her iki oyuncu “göz açık” oynarlar. İlk turda her iki oyuncu da götürüp getirmeyi başarırsa, ikinci turda “gözler yumuk” yürüyerek oynanır, sadece üçlü odalarda gözlerini açar. Gider gelir. Hangi oyuncu bunu da başarıyla tamamlarsa, başlangıç noktasını gelip arkasını döner, tahta veya taşı odalar yönünde başının üzerinden atar, taş çizgiye değmeden hangi odaya denk gelirse, o oda artık onun evidir. O orada kalan oyun süresince iki ayakla basabilir. Diğer oyuncu onun evine kesinlikle giremez, onun üzerinden atlamak mecburiyetindedir. En fazla oda alan oyunu kazanır. Kaybedene ceza yoktur. Oyun genellikle yarım ile bir saat kadar sürer. Tek ayakla oynandığı ve çizgilere dokunulamayacağı için çok yorucudur. Adını odaların “çizilme”sinden aldığı düşünülmektedir.

Tombala:

Kız ve erkek çocuklar tarafından karışık olarak 7-8 kişiyle oynanır. Düzgünce bir zemin-taş üzerine, 5 cm X 5 cm veya 6 cm X 6 cm ebadında tahta parçaları veya kiremit parçaları, seyrek de olsa düzgünce taş parçalarının üst üste koyulmasıyla oynanır. Bezden yapılmış topla veya plastik topla oynanır. Tunuç oyunundaki gibi, oyuncular taşların dizildiği ana noktadan 4-5 metre uzaklıkta yan yana dizilirler ve birer kulte yaparlar. Kulte sayısı oyuncu sayısından bir eksiktir. İlk ebe kurayla belirlenir. Ebe üst üste dizili 15 kadar taş-tahta parçasının bir metre yakınında durur. Diğerleri sırayla topu yığına atarak onları devirmeye çalışırlar. Devrildiği zaman ebe, dağılan taşları aynı şekilde toplayıp dizmeye ve kulte kapmaya, topu atan da gidip topu alıp kultesine dönmeye çalışır. Topu atan ebeden önce topla kultesine dönerse ebenin ebeliği devam eder, eğer ebe ondan önce taşları dizip kulteyi kaparsa, topu atan yeni ebe olur. Oyun bu şekilde bir, bir buçuk saat kadar oynanır. Kaybedene ceza yoktur. Taşların toplanması nedeniyle “tombala” adını aldığı söylenmektedir.

Üçtaş:

İki çocuk tarafından üçer taşla oynanır. Düz bir zemin veya kağıt üzerine geniş bir üçgen çizilir. Üst köşeden tabanın ortasına bir dik inilir.köşeden karşı kenarın ortasına dik olarak bir çizgi çizilir. Tabana paralel iki çizgi daha çizilir; böylece 10 adet durak elde edilmiş olur. Oyuncular ellerindeki üçer taşı “bir sen bir ben” sırasıyla noktalara konarlar. Konma bitince sırayla “birer taş” oynanır. Oynarken oynarken bir kişi köşeye sıkışarak oynayamaz hale gelince oyun da biter, mağlup belli olur. Bazı yönleriyle satrancı hatırlatır. Usta oyuncular tarafından saatlerce de sürdürüldüğü görülür. Genellikle üç el oynanır, iki seti alan galiptir.

Bu oyunu büyüklerin de oynadığı görülür. Cezası olmamaktadır. Galip gelen “zeki” olarak itibar kazanır. Her oyuncunun üçer taşla oynamasından ötürü “üçtaş” adını aldığı bilinmektedir.

Beştaş:

Genellikle, iki seyrek olarak da üç kız çocuğu tarafından sırayla oynanır. Dördü birbirinin benzeri yatay, biri yuvarlak beş taşla oynanır. Düz bir zeminde oynanır. Oyuncu kız, yuvarlak taşı havaya atarak aynı elle önce taşları birer birer toplar, her topladığı taşı diğer eline koyar. Buna “birler” denir. İkinci elde yuvarlak taşı havaya atarak yerdeki taşları “ikişer ikişer” tutar. Buna “ikiler” denir. Oyuncu havaya attığı taşı yere düşürdüğünde yanar, sıra diğer oyuncuya geçer. Sonra üçünü bir, birini tek alır, buna “üçler” denir. Sonra dördünü bir alır, buna “dörtler” denir. Üçünü veya dördünü bir anda alamayan oyuncu yanar. Dörtleri de tamamlayan, kemerlere geçer. Oyuncu sol elini kemer yapar, Beş taşı da eline alır, yuvarlak olanı havaya atar, diğer dördünü kemerin önüne bırakır. Yuvarlak havaya atılarak tek tek kemerden geçirilir. Sonra iki iki geçirilir, sonra üç ve tek geçirilir. Sonra dördü birden aynı seferde geçirilir. Bu da tamamlandıktan sonra taşların beşini de avucunun içine alır, taşların hepsini havaya atar, elinin üzerinde hepsini tutmaya çalışır, tutabildiklerini havaya atarak tekrar avucunun içine alır. Beş taştan avucunun içinde kaç tane kaldıysa, karşısındaki oyuncuya o kadar “gabak yedirmiş” olur. Oyun böylece devam eder. Karşısındakine en çok kabak yediren oyunun galibidir. Cezası yoktur, oyunun galibi “becerikli kız” olarak takdir edilir. Beş taşla oynandığı için “beştaş” adı verilmiştir.

Dokuztaş:

13-16 yaşlarında genellikle erkek, seyrek de olsa kız çocukları tarafından dokuz taşla oynanan bir oyundur. Akşamları köy odalarında büyüklerin de oynadığına rastlanırdı. İki kişiyle karşılıklı oynanan bir oyundur. Her iki oyuncu da farklı renkte örneğin “biri dokuz adet mısır, diğer dokuz adet fasulye” ile oynar. Oyuncular ellerindeki üçer taşı “bir sen bir ben” sırasıyla noktalara konarlar. Konma bitince sırayla “birer taş” oynanır. İç içe geçmiş üç adet dikdörtgenin ortalarından dikine çizilmiş bir zeminde oynanır. Amaç dikine veya yatay “üç taş”ı yan yana getirip, rakibin bir taşını yemektir. Bu oyunda marifet “üçtaş” yapmaktır. Hatta iki peş peşe sırayı yana yana getirip “vargel” veya “vırtgel” yapmak büyük marifettir; çünkü her oynadığında rakibin bir taşını alabilirsin. Normalde her seferde bir “durak” ilerlenirken, üç taşa gerileyen oyuncuya aynı güzergahta sınırsız oynama hakkı verilirdi. İki taşı kalan o elde yenilmiş sayılırdı. Genellikle üç veya beş el oynanırdı. Usta oyuncular saatlerce yenişemezlerdi.

Dokuztaş Turnuvalarının bile düzenlendiği olurdu. Bir tür “ileri düzeyde zeka oyunu” olup, satranca benzer özellikleri bulunurdu. Birinciliği kazanan çevresinde büyük itibar görürdü. Adını “dokuz adet taşla oynandığı” için aldığı bilinmektedir.

KAYNARCA YÖRESİ BÜYÜK ERKEK OYUNLARI

Yüzük:

Daha çok uzun kış gecelerinde köy odasında veya bir komşu evinde 10-15 kişilik bir grup halinde çoğunlukla erkek erkeğe, bazen de bayan bayana oynanır. Grup erkekleri ayaklarından her iki yün çorabını da çıkarıp, içe doğru çekilerek dürerler; yerdeki kilime dizilir. Yuvarlak bir halka oluşturulur.

Oyuncular beşer beşer, altışar altışar veya yedişer yedişer iki gruba ayrılır. Yüzüğü saklayacak taraf kura ile belirlenir. Saklama işi karşılıklı yapılacaktır.Boncuk veya parmaktan çıkarılan bir yüzük, kurayı kazanan grubun en iyi saklayıcısı tarafından çoraplardan birinin altına saklanır. Bu arada saklayıcı elini, tüm çorapların altına gezdirir. Karşı grup da hangi çorabın altına koymuş olacağını öğrenmeye çabalar. Saklama işlemi bitince karşı grup arsında sesli olarak değerlendirme yapar, işkillenilen çoraplar açıklanır. Karşı grubun belirlediği bir sözcü-açıcı, çorapları açar ama işkillendiği çorabı en sona bırakır. Amaç son açtığında yüzüğü bulup, sıfır ceza (kabak) veya en az gabak yemektir. İlk grup, karşısındaki grup yüzüğü en sonda bulana kadar saklamaya ve karşı gruba gabak (ceza) yedirmeye devam eder. Karşı grup son çorapta yüzüğü bulduğu anda, yüzüğü saklama sırası kendilerine geçer. Bu kez onlar yukarıdaki işlemi tekrarlarlar. Karşı tarafa ceza-gabak yedirmeye çalışırlar. Sonuçta hangi grubun yediği gabağı çoksa o grup oyunu kaybetmiş olur. Bu oyun üç, beş hatta yedi saat süren çok iddialı bir oyun olup, kaybeden grup genellikle gözleme ve kış helvası alır, yenenlere ikram eder; kendileri de yerler. Bu ceza genellikle bir sonraki (genellikle bir hafta sonraki) oyun başlangıcında tahakkuk eder.

Bu oyun köy odalarında sadece erkekli, evde oynanıyorsa erkekli-kadınlı da oynandığı da olurdu.

Sıraman:

Sadece dini bayramlarda köyün 17 yaşından 35 yaşına kadar olan 20-30 delikanlısı tarafından oynanan seyirlik bir oyundur. İddia değil görsellik ön plandadır. Sırayla herkes bükülür, sırası gelen “hayda bre” diyerek zıplar, iki elini bükülen delikanlının sırtına koyarak “eşeğin üstüne atlar”casına öbür tarafa atlar ve bir - iki metre sonra o bükülür, sırası gelen atlar. Böylece bütün köyün yolları en az bir kez gezilerek tamamlanır ve böylece bayram coşkusu bütün köye yaygınlaştırılmış olur. Köyün kadınları oynayan delikanlıları seyrederler. Ortalama yarım saatlik oyunun sonunda, köy meydanında sofralar gelir, hem istirahat edilir, hem de birlikte yemek yenir. Bayram yağmurlu olursa da çamur-çökek denmez oynanır, yemek köy odasında yenir.

Abatopu (Altus Sivis da Gel):

Sadece dini bayramlarda erkekler tarafından köy meydanında oynanan bir oyundur. Örneğin 22 kişiyle oynanır. Bir kişi ceketi/abayı top haline getirip urgana bağlar. Urganın diğer ucunu eline alır. Geriye 21 kişi kalmıştır. “Altus siviş de gel” diye bağırır. Herkes dağılıp bir eş tutmaya çalışır. O arada abayı elinde tutan kişi, eş tutmayanlara aba topuyla vurur. Bir kişi eş tutamadan açıkta kalmıştır. Abacı, eş tutamayana “neden eş bulamadın?” diye azarlayarak abayla sırtına veya ayaklarına bir kez vurur. Tekrar “Altus siviş de gel” diye bağırır, tekrar herkes dağılır, herkes yeniden eş tutmaya çalışır. Kurala göre bir önceki eş tutulamaz; her oyunda eş değişir. Bu arada eş tutamayan ebe, gözüne birini kestirdiği için, “Altus siviş de gel” dendiğinde genellikle ilk olarak o eş tuttuğundan, iki kez üst üste ebe olduğu pek görülmez. Bu kez başka biri açıkta kalır. Oyun böylece devam eder. Bu oyun genellikle yarım saat, kırk beş dakika kadar sürer. Bu oyunda ceza olmayıp, sık sık ebe olmak prestij düşürücüdür. Bu oyunu kız kızan, çoluk çocuk bütün köy halkı gülerek seyreder. Oyunun sonunda köy meydanında veya yağmurluysa köy odasında topluca yemek yenilir.

Dalak Çıkırığı:

Bayramlarda köy meydanına kurulan bir ahşaptan oyun aracıdır. Üç metre kadar uzunluğunda kalın meşe ağacından bir tane direk yapılır. Bir tür ilkel tahtaravallidir. Direğin başı aynı akis başı gibi yapılır. Direğin ucuna yere paralel olarak 4-5 metre uzunluğunda ağaçtan kuvvetlice bir sırık koyulur. Her iki ucuna bir delikanlı biner. Tahtaravalli misali iner çıkarken, bir yandan da dönerler. Bu oyunu zaman zaman kızların da oynadığı görülür. Bu aygıta “dalak çıkrığı” denir. Bu düzenek her iki dini bayram süresince kurulu olur, köyün hemen hemen bütün gençleri dalak çıkrığına binerler.

Salıngaç:

Asıl adı salıncak olup, yöre halkı tarafından “salıncak” olarak isimlendirilir. Köy meydanındaki irice bir dut ağacına zincir bağlanır. Altına kuvvetli bir tahta zincirlere monte edilir. Yüzleri birbirlerine dönük 2 grup genç, binerek sallanırlar. Bir tür ilkel bir gondoldur. Neredeyse ters dönecek kadar yükselinilir, bazen ters döndüğü bile olurdu.

Sinsana:

Sadece düğünlerde, cumartesi günleri yani gelin almasından bir gün önce olur. Erkek tarafı düğün günü sabah erkenden kız tarafına çeyiz getirmeye gider. Ortalama 15-20 delikanlı vardır. Bunların içerisinde atlı ve yayalar vardır. Kız evinde yemek yedikten ve çeyizi aldıktan sonra, 5-6 delikanlı ya yaya olarak, at varsa atlı olarak düğün evine “kim önce varacak” diyerek koşu yaparlar. Amaç. Düğün evine bir an önce varıp “çevre” veya “tavuk” ödülünü almaktır.

Arapuşağı:

İki erkek tarafından oynanan biraz da müstehcen bir oyundur. Daha çok düğünlerde oynanır.

Klarnetle havası çalınır, davulcu davulunu vurur, davulcu sözlerini söyler;

Arap da dereye apıştı,

Sülük de ..tüne yapıştı.

(…) iki oyuncu erkek arka arkaya durur. Bir tür çiftetelli gibi erkekler hareket ederler, arkadaki erkek öndekini parmaklamaya filan çalışarak kızdırmaya çalışır, öndeki ağzıyla suyu arkadakine püskürtmeye çalışır.

Kibrit:

Uzun kış gecelerinde erkekler tarafından oynanan bir oyundur. Kibritin geniş yüzünün yazılı tarafı 2 puan, yan tarafları 5 puan, dik tarafı 10 puandır. Masa, sehpa veya rahne (rahle) üzerinde oynanır. Genellikle iki kişi tarafından oynanır. Sert zeminin üzerine hafif çapraz biçimde konulan kibriti, oynayan oyuncu baş parmağının tırnaklı tarafıyla havaya zıplatır. Kibritin hangi yüzü gelirse ona göre puan alır. Yazısız geniş tarafı gelirse veya kibrit, oyun alanının dışına çıkaryere düşerse yanmış sayılır, oynama hakkı karşı tarafa geçer.

15-20 dakika veya yarım saat kadar oynanır. Genellikle çayına kahvesine oynanır.

KAYNARCA YÖRESİ BÜYÜK KADIN OYUNLARI

Gız çalma oyunu:

Uzun kış gecelerinde, komşulardan birine yabancı köyden bir kız misafir geldiğinde, köyün genç kızları ve yeni gelinler o akşam o evde toplanırlar, çeşitli eğlenceler yapılırdı. Bunlardan birisi de kız kaçırma oyunudur.

Bu grubun içerisinden 2 veya 3 kız, diğerlerine çaktırmadan ortadan kaybolurlar, baba veya ağabeylerinin elbiselerini giyerler, kömürle kendilerine bıyık yaparlar, o evi basarlar, içlerinden kızın birini zorla birini kaçırmaya kalkarlar. Durum anlaşılana kadar oradaki kız ve gelinler “eyvah, can kurtaran yok mu, kız kaçırıyorlar, yetişin” diye yeri göğü inletirler. O arada kıyafet değiştirip orayı basan kızlar, şapkalarını çıkarıp başlarını açınca orada bulunanlar kahkahayla duruma gülerler. Bu oyun komiklik ve taklit üzerine kurulu tiyatral bir oyundur.

Sürmeli Balık Oyunu:

Kadın oyunlarından biri sürmeli balık oyunudur. Kadınlar yere oturarak yuvarlak bir halka halinde dizilirler, içlerinden biri ebe olur. Dizlerini büküp otururlar, ebe elinde bir havlu ve benzer bir cisimle ayakta durur. Oturanlar ellerini de dizlerinin altına saklar, ellerine aldıkları bir cismi ebe görmeden birbirlerine vermeye çalışırlar, ebe elinde bir havlu ile o cismin kimde olduğunu bulmaya çalışır, eğer kimde olduğunu görürse havlu ile o kimseye vurarak cezalandırır ve o kişi ebe olur. Bu oyunda iddia ve bahis yoktur. Kadınlar da bazen aralarında yüzük oyununu da oynayarak yenilen tarafa gözleme yaptırıp, yumurta pişirtip yenirdi.

*: Emekli Sınıf Öğretmeni

KAYNAK KİŞİLER:

1) Hüsnü Aydın, 1930 Kaynarca doğumlu, Kaynarca’nın ilk belediye başkanı, tüccar, evli üç çocuk babası, lise mezunu, halen Kaynarca’da ikamet ediyor.

2) Niyazi Solmaz, 1944 Kaynarca Kabaklar köyü doğumlu, evli üç çocuk babası, emekli sınıf öğretmeni, halen Kaynarca’da ikamet ediyor.

3) Arif Tuna, 1941 Kaynarca Okçular köyü doğumlu, evli iki çocuk babası, çiftçi, halen Okçular köyünde ikamet ediyor.

4) Faize Usta, 1937 Kaynarca Mehter köyü doğumlu, evli dört çocuk annesi, halen Mehter köyünde ikamet ediyor.

5) Rafiye Tuna, 1940 Kaynarca Mehter köyü doğumlu,evli iki çocuk annesi, halen Okçular köyünde ikamet ediyor.

6) Şerifnaz Memiş, 1339 (1923) Kaynarca Sarıbeyli Köyü doğumlu, evli üç çocuk annesi, çiftçi, halen Kaynarca Sarıbeyli Köyü’nde ikamet ediyor.

7) Muzaffer Memiş, 1949 Kaynarca Okçular köyü doğumlu, evli iki çocuk annesi, ev hanımı, halen Kaynarca’da ikamet ediyor.

8) Mustafa Erdoğan,1963 Kaynarca Hamzalar köyü doğumlu, sınıf öğretmeni, evli üç çocuk babası, halen Adapazarı Beşköprü mahallesinde oturmaktadır.

9) Fahri Tuna, 1959 Kaynarca Okçular köyü doğumlu, Adap. Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire başkanı, evli iki çocuk babası, halen Adapazarı Beşköprü mahallesinde oturmaktadır.

10) Nadir Gürel, 1956 Kaynarca Sıraköy doğumlu.Üniversite mezunu. Emekli Din Bilgisi öğretmeni. Evli üç çocuk babası, halen Adapazarı Serdivan beldesinde ikamet etmektedir.

www.kaynarca.info/Kaynarca_Yoresel_Oyunlar.html

YETİŞKİN OYUN VE EĞLENCELERİ

Haziran 12, 2008

a.Sütlü Kemik
Akşamdan sonra ayın doğduğu (ayın aydın olduğu)zaman eşit sayıda iki eşit erkek takımıyla(15-16 yaş gurubu üzeri) oynanır. Takımın biri arpa biri buğday olarak çağrılır. 15-20 cm uzunluğunda bir kemiğin beline 60-70 cm uzunluğunda sağlam bir ip bağlanır.
İki gurup arasında avalama tavalama ile sıra alma işlemi tamamlanır. Her iki takımda kale olarak tespit edilen ye duvarsa yüzlerini duvara dayarlar. Düzlük alan yazı ise yüzü koyun yere yatarlar. Kemik atma sırasını alan guruptan bir üye her iki takımın da arkası dönük olduğu anda ipli beyaz kemiğin ipinden tutarak havada döndürür ve bütün gücüyle karanlık tarafa doğru fırlatır. Oyun başlamıştır. Her iki gurupta koşarak kemiği aramaya başlar. Kemiği bulan gurubun adı arpa ise bulan kişi”arpa buğdaya bindi “ diye bağırır. Buğday ise”buğday arpa bindi” diye bağırır. Bulan takım üyeleri karşı takım üyelerinden yakaladığına kaleye(kemiğin fırlatıldığı yere)kadar biner. Bundan sonra kemiği hep bulan taraf atar.
b.Çotulum eşşek
En az 3’er kişilik iki takımın dışarda düzlükte oynadığı bir erkek oyunudur. Yaş ortalaması 15-20 arasıdır. Çotulma iyi koşan takım başlarının avalama ve kura yoluyla belirlenir. Kaybeden tarafın en iyi koşan takım başkanınınharici ayakta kollarını birbirine geçirip kafalarını birbirine dayayarak çotulur. Takım başı ebenin görevi rakip oyuncuları çotulu olan oyuncu arkadaşlarının sırtına bindirmemek için çabalar. Binmeye çalışanların her hangi biri ebe tarafından vurulursa oyunbiter ve öbür gurup çökülür. Ebe vuramazsa ebe dahil çotulu takıma yıkılıncaya kadar binilir. Ebenin muhakkak karşı taraftan birine elini vurması gerekir. Ebe oyuncularına binenlerden ayağı yere değen olursada vurabilir. Ebeye binerlerse oyun yenilenir. Oyun böylece devam eder.
c.Aradan Geçmeliç
Oyun eşit sayıda erkeklerden oluşan iki takımla dışarda meydanda oynanır. Her iki takım karşılıklı olarak yay şeklinde dururlar. Gurubun birinden bir kişi karşı gurubun içinden yakalanmadan geçip kendi kalesine düşerse içinden geçtiği guruptan bir kişiyi esir alır. Esir alınan kişi oyun yenileninceye kadar oyuna bir daha giremez. Takımın biri bitinceye kadar oyun devam eder. Biten taraf yenilmiş sayılır. Tekrar iki takım kurulur,oyuna devam edilir.

d. Terlik Gizlenmeç
Genellikle 8-15 yaşındaki erkek ve kız çocuklar tarafından oynanan bir oyundur. Avalama tavalama ile ebe belirlenir. Ebe karışık vaziyette oyuncuları halka şeklinde oturtturur. Gözü yumulu oyuncuların arasında ebe dolaşarak elindeki terliği oyuncuların birinin bacağının arasına saklar. Saklama anı bittikten sonra oyunculardan birinin başına vurarak terliği bulmasını ister. Bu kişi terliğin saklı olduğu yeri bulursa ebe olur. Bulamazsa aynı ebe oyunu tekrarlar.
e. Ütük Kütük
2-3 yetişkin kişiyle oynanır. Kadın erkek farketmez. Kaç kişi oynayacaksa kişi başına üçer tane avuç içi kadar (8-10 cm genişlik,2-3 cm derinlikte)ev diye adlandırılan çukurlar iki sıra halinde açılırlar. Her ev için 11 tane kıh (kuru boyun pisliği) konur. Kış günleri evlerde nohut, fasulye ile de oynanır. Evlere oyun malzemesi konurken üçer üçer 3 ütük + 3 kütük + 3 yetik + al 2 fetik diye 11 adet kıh her bir ev içine konur. Avalama ile ilk oynayacak oyuncu belirlenir. İlk oyuncuda evinin birinin içindeki 11 kıhın 1ni yerine koyarak diğer 10’ nu kıh aldığı evden başlayarak teker teker sırayla dağıtır. 2. oyuncuda aynısını yapar. Böylece sırayla herkes evlerini dağıtır. Bu dağıtım sırasında kıhın en son geldiği evde çift ise (en fazla 4 çift) onu yer. Ondan önceki evlerde sırayla çift ise yer. Evlerde kıhlar bitene kadar oyun sırayla devam eder.
Herkes yediği (biriktirdiği) kıhını kendi evine ütükleyerek kor. 1 kıh eksik olan fazla olandan tamamlanır. 10’ dan aşağı olan evler tek ise tekken, çift ise çitten olur. Tamamen boş kalan evler fazla kıhı olanların biri tarafından “KIRNAK” atılarak fazla kıflarını koyarak işgal eder. Tekgen olan ev kıh dağılırken en son kıh denk gelir ise sen son kıha denk getiren yer. Üç defa yenince ev olur. Çitten olan ev hiç kimse yiyemez. Ev sahibinin birikme ambarıdır. Kırnak atılan ever kırnak atandan başkası kıh atamaz. Eğer yanlışlıkla kıh atarsa elindeki tüm kıhlar kırnağın üzerine döktürülür. Oyun böylece devam eder. Kırnak başka oyunlarda da devam eder ise her seferinde kırnak sahibi aynı kişi ve aynı ev ise birde 1, ikinci de 2, üçüncüde 3 diye çoğalır. Oyun saatlerce devam eder. Kıhı biten evsiz kalır ve oyun sonunda oyunu kayıp ettiğinden bir adet kıh ceza olarak ağzında gevdirilir.
f. Boncuk
Kumlu könlü yumuşak yaklaşık 1 kğ civarından toprakla 2 – 6 kişi tarafından kapalı veya açık yerde oynanır. Bayan oyunudur. Toprak içerisine boncuk veya para saklanarak karıştırılıp oyuncu sayısına bölünerek oynanır. Karıştırma ve boncuk saklama işlerini ebe halleder. Öbür oyuncular istedikleri yerleri alırlar. Toprak yığını içinde çıkan boncuk veya para bulan kişiye aittir. 30 –40 yıl önce kadınlar arasında çok yaygın bir kumar halinde oynanmaktayken bugün tamamen önemini yitirmiş durumdadır.
g. Aşşık
Genelde üç beş kişi ile oynanır. Tek malzemesi koyunlardan çıkarılan aşşıklardır. Her dört yüzüne göre AÇ, DOK, ÇİT, TÖK diye isim alır. Aç tarafına kurşun dökülerek ağırlaştırılmış oyuncunun vurma aşşığına GILE denir. Çocuklarda oyun büyüklerde ise kumar olarak oynanır. Oyuncuların oyun sırasında duracağı bir kale cizgisi iki üç adım ilerde aşşıkların dizildiği oyun çizgisi çizilir. Herkes eşit olmak üzere isteği sayıda aşşıkları oyun çizgisine dizerler. Önceden belirlenen ebe aşşıklarını en baş sağ tarafa dizer ve ilk atıcı odur. Dizili aşşıkların en sağ başındaki aşşığa BEY denir. Ebeden başlamak üzere herkes kılelerini kale çizgisinden dizili aşşıklara doğru fırlatırlar. Beyi vuran tüm aşşıkları alır. Ortadan bir aşşık vuran solda kalan tüm aşşıkları alır. Hiç kimse vuramazsa dizili aşşıklara en yakın olan kılenin sahibinden başlayarak en uzağa kadar aşşık tükeninceye kadar vurmak (Çıkarmak) için sırayla gılelerini atarlar. Böyle oyun devam eder. Yetişkinler kumar maksadıyla oynarsa aşşık başı belli bir para tespit edilir herkesin aşşığı belli olduğundan ütülen parayı öder aşşığını alır.
Ayrıca kumar oynamak için sini üzerinde de aşşıklarla Aç, Dok, Çit, Tök döşmelerine göre birbirinden para alınarak oynanır.
h. Çelik (Binmeli)
Oyun eşit sayıda iki takım arasında oynanan bir erkek oyunudur. . 12 – 15 cm bir çelik 60 –7 cm boyunda da bir değneği olur. 5 – 6 cm derinliğinde 20 –25 cm uzunluğunda 5 –6 cm genişliğinde kıllele tabir edilen bu çukur oyunun başlangıç yeridir. Çelik değneği takım ebeleri tarafından tutamlanarak en son tutamlayan ebenin takımı çelici olarak kıllelenin başına geçer. Diğer takım çeliğin gidebileceği, atılabileceği yerlere dağılırlar. Çelik çelindiği zaman karşı takım tarafından havada elle veya ceketle yakalanmışsa takımlar yer değiştirir. Çelinen çelik yakalanmamışsa yakalayamayan takımın içinden iyi bir atıcı çeliği kılleleye doğru atar. Kıllele ile atılan çelik arası bir değnek boyundan aşağı ise çelik tekrar takımın başka üyesi tarafından çelinir. Bir değnek boyundan fazla ise çeliği çelen; çeliğin yarısını kıllelenin çukuruna koyup dışardaki kalkkın ucuna değnekle vurarak çeliği havaya kaldırır bir lok diyerek gücünün olduğu kadar çeliğe havada vurarak kılleleden uzağa savuşturmaya çalışır. Bu vurma 2 lok, 2 lok diye çeliğin 3 sefer vurulması ile tamamlanır. Çeliğin en son vardığı yerden karşı tarafın en iyi atlayan bir oyuncusu çeliğin durduğu yerden kılleleye doğru sıçrayarak 3 adım atar ve kılleleye doğru tükürür. Tükürük kılleleye 1 değnek boyundan aşağı yetişmişse oyun tekrarlanır. Yetişmemiş ise çeliğin en son vardığı noktadan kılleleye kadar herkes karşı taraftan tuttuğu birine biner ve oyun böylece saatlerce devam eder.

i. Battı Buluk (Saklambaç)
Birden fazla kişi arasında gece ayın aydın (ayın çok ışıdığı zaman) olduğu zaman ışarıda oynanan bir erkek oyunudur. Oyuncular arasında avalama tavalama ile bir ebe seçilir ve ebeye sabit bir kale yeri belirlenir. Ebe yüzünü kaleye dönerek oyuncuların istedikleri yere saklanmalarını bekler. Saklandıklarına kanaat getirince battı buluk diye bağırarak oyunu başlatır. Oyuncuların görevi ebe görmeden kaleye düşmektir. Ebenin görevi de kaleye düşmeden oyunculardan birini görmektir. Ebenin ilk gördüğü oyuncu ebe olur. Göremezse tekrar saklanılır oyun devam eder.
j. Sekdelenbeç
Birden fazla erkeğin oynadığı dışarı oyunudur. Ebe avalama veya kura ile belirlenir. Ebeye belirlenen bir duvarda kalesi olur. Ebe kaleye sırtını yaslar orada durur. Diğer oyucular da karşısında boş alandadır. Oyun başlayınca ebe sekerek kaleden ayrılır. Ayağı ve eli ile karşı oyuncuları yakmaya çalışır. Yakılan ebe olur. Yakamaz da yorulur ayağını yere basar ise kaleye düşünceye kadar ebeyi döverler. Oyun bu şekilde devam eder.
k. Kara tavuk (Uzun Eşek)
En az üçer kişi ile iki takım arasında dışarıda oynanan bir erkek oyunudur. Kura ile iki takım arasında sıra belirlenir. Ayrıca sabit bir sayılacak rakam tespit edilir. (5’ erden 60 –70’ e kadar) yatacak takımın ebesi arkasını duvara yaslar takımın diğer üyeleri kafalarını eğilerek birbirinin bacağının arasına tıkarak bir sıra teşkil ederler. Binici takım sırayla yatanların üstüne atlayarak binmeyi tamamladığında binicinin ebeleri karatavuk 1 getir – 5 getir – 10 getir- 15 getir diye devam ederek hiç nefes almadan iki tarafın anlaştığı sayıya kadar sayar sonunda gıdı gok gok gok der inerler. Bu arada binenlerden birinin ayağı yere değer, binerken düşer veya sayan ebe ara soluk alırsa takımlar yer değiştirir. Oyun böyle devam eder gider.
l. Gol Gırmalıç
Genellikle düğünde kına yanıp yemek yendikten (gelin gitmeden bir gün önce) oynanır. Kızlar köyün yüksek ve sakin bir yerine çıkarlar iki takıma ayrılırlar. İki takım arasında 25 –30 metre mesafe olur. Takım üyeleri bir biri ile el ele tutuşurlar. Avalama ile belirlenen sıra gereği takımdan çıkan bir kız koşarak karşı takımın arasından kolları kırarak (Bağlı ellere bütün gücü ile vurarak) geçmeye çalışır. Geçerse bir tanesini esir alır takımına götürür. Geçemezse orada esir kalır. Böylece takımın biri bitinceye kadar devam eder. Üyesi biten takım kaybetmiş sayılır.
m. Sin sin
Eskiden kış mevsiminde düğünlerde veya vakit geçirmek için ateş yakılıp müzik eşliğinde üzerinden atlanarak oynanan bir oyundur. şu anda bilen ve oynayan yoktur.

n. Güreş
Karakucak sitilinde 1960 öncesi hemen her düğünde güreş tutulurdu. Güreşçiler kasaba halkından kendi kendine güreşilir. Çevre köy ve kasabalarla yarışmalı güreş organizasyonu olmazdı.
o. Cirit
Şeyh Hamzalı Türkmenlerinin ana sporudur. Cirit atı yapmak için Halep’ten özel tay getirilip yetiştirilirdi. Bu bölgenin en iyi ciritçileriydi. Aksaray Sultanhanı,Alayhan ve Ereğli Orhanlı (Çerkez Köyü)ne gelin almaya gittiklerinde oynadıkları ciritle bölgeye nam saldılar. Bunların adı anılan en meşhurları Kara İbiş,(Berekeyi kuran)Kör Nohut,Hacı Hasan Gülşen,Topal Hacı Kamber (Tuğrul) ve Hacı Emin Koçak(22-23 yaşlarında babasına ikinci hanımını Alayhan’dan getirirken sıra çakıllarda cirit oynarken at dan düşmüş ayağı üzengide takılı 3-4 km sürünmüş 5-6 yıl sonrada ölmüştür. ),Hacı Abdullah Şahin,Kara Şomar Tuğrul,Çelebi Şamma,olarak sayılabilir.

p. Düğünlerde Oyunlar
Eskiden erkeklerin düğün veya herhangi bir şenlikte çalgıcı önünde oynamaları çok ayıp sayılırdı. Erkekler cirit oynar,ata biner,sin sin oynar,tüfek tabanca sıkar,güreş tutar,eşşeğin üzerinde kabak giyer(Kabak Giyme; kız evinde yakalanan erkek tarafının bir yakını eşşeğe bindirilerek yüzü kara yağla boyanır,kafasına içi oyulmuş üzerine tozak dikilmiş kış kabağı geçirilir ve düğün alayıyla birlikte gezdirilmedir)di
İlk oynayan erkek İsmail Yıldırım’dır. Kaşıkla oynamayı askerde Konyalı arkadaşlarından öğrenmiştir. Bu ilk oyunun sonu çok hazin (bak hikayeler Kaşşıkcı)biter. Bu İşe(erkeğin oynamasına) herkes karşı çıkar. Ancak köçekler calgının önünde oynar. Bu olaydan sonra uzun müddet kimse oynamaya cesaret edemez.
Kasabamıza ilk oyunu öğretmen okulundan gelenler oynar ve hızlı gelişir. Şimdi bilen herkes karışık ve gruplar halinde oynarlar. Son birkaç yılldır yavaş yavaş halay çekme eğilimide başlamıştır.
Kadınlar def eşliğinde kaşıkla kapalı bir yerde(erkeklerin göremiyeceği)oynarlardı. Yerli defcilerden Sıvazlı(Fatma Özkan) ve Kör Habibe (Öncel)’i sayabiliriz. Onların olmadığı dönemlerde yabancı defciler getirilirdi. Şimdi ise deg dönemi kapanmıştır. Oyun havası olan her müziğe kadın ereke herkes oynamaktadır.

Niğde / Çukurkuyu

http://www.cukurkuyu.bel.tr/eglence.html

9kordov 9kumalak mangala emen

okuz Kumalak Avrupa Zeka Oyunları Olimpiyat'ında

http://www.tdtkb.org/index.php?option=com_content&task=blogcategory&id=22&Itemid=42

Eki 06 2008
Dokuz Kumalak Avrupa Zeka Oyunları Olimpiyat'ındaPDFYazdırE-posta
Yazar TDTKB
Pazartesi, 06 Ekim 2008

Cekya'nin baskenti Prag sehrinde yapilan 8. Orta Avrupa Zeka Oyunlari Olimpiyadinda Dokuz Kumalak (Dokuz Tas) oyunu dalinda da yarismalar yapildi. Turklerde dort bin yillik gecmise sahip Dokuz Kumalak oyunu, 30 dalda yarismalarin yapildigi Zeka Oyunlari Olimpiyadinda iki yildir yer almaktadir.


Bu sene Zeka Oyunlari Olimpiyadinda Dokuz Kumalak oyunlarinda 8 ulkeden, adlarini vermek gerekirse Cekya, Ispanya, Amerika Birlesik Devletleri, Hollanda, Antigua, Kazakistan, Kirgizistan ve Slovakya'dan 20 yarismaci katildi. 28 Eylulde gerceklesen finalde 8 sporcu yaristi.


Neticede Pavlodar Universitesi Ekonomi bolumu ogrencisi Serik Aktayev birinci, Maksat Shotayev ikinci ve Kirgizistan' dan Qamshibek Kasimov ucuncu oldu. Takim siralamasinda ise Kazakistan birinci, Kirgizistan ikinci ve Cekya ucuncu oldu.

Kazakistan Dokuz Kumalak Federasyonu Baskan Yardimcisi Maksat Shotayev en buyuk hayalinin Turk Dunyasinin goz bebegi Turkiye'nin Ankara ve Istanbul sehirlerinde dokuz kumalak dalinda yarismalar yapilmasi oldugunu soyledi. Ankara'da Aslan Kucukyildiz ile birlikte bir Dokuz Kumalak Yarismasinin ilkinin yapilmasini planladiklarini belirtti. Boyle bir yarismanin hazirligi icin Dokuz Kumalak malzemeleri tedarik edebileceklerini ve oyunun da ogretilecegini ifade etti.


Shotayev Prag donusu Istanbul'a ugrayarak bize yaptigi bayram ziyareti sirasinda evde bulunanlara dokuz kumalak dersi verdi.

Shotayev ayrica dokuz kumalak ogrenenlerin seneye Prag'taki zeka oyunlarina katilabileceklerini, bunun icin olimpiyadin www.deskohrani.cz sitesindeki basvuru formunu doldurmalarinin yeterli oldugunu belirtti. Bu arada Shotayev'den ogrendigimize gore, gecen sene bazi dallarda katilim olmasina ragmen, bu sene maalesef Turkiye'den hic bir dalda katilim olmamis. Oysa, zekasiyla gurur duyan bir milletin boyle bir olimpiyadda bir kac degil, tum dallarda temsilcilerinin olmasi ne guzel olurdu.


Federasyon Baskan Yardimcisi Shotayev ve Dokuz Kumalak Sampiyonu Serik Aktayev'e Prag donusu Istanbul'a ugrayarak bizi ziyaret etmelerinden dolayi tesekkurlerimizi sunuyor, basarilarinin devamini diliyoruz.

Saygilarimizla,
Istanbul,
Abdulvahap Kara

20/10/2008

Toğız Qumalaq oyını / Dokuz Kumalak oyunu

Toğız Qumalaq oyını / Dokuz Kumalak oyunu

http://www.turan.info/forum/archive/index.php?t-4565.html


AlperenKirim
27-11-2007, 16:16
4000 yıllık Türk strateji oyunu "Dokuz Kumalak" ın Türkiye'de derneği kuruluyor. Arslan Küçükyıldız'ın konu ile ilgili yazısı: "Bugünlerde çok büyük bir meseleyi çözmeye çalışıyorum. Hepinizin yardımına ihtiyacım var. Konumuz, Türk Zekâ oyunlarının hakanı sayılabilecek bir oyun olan Mangala veya Mankala oyunu. Bu oyun, Türkiye ve Türkistan'da çok değişik adlarla bilindiği gibi, Dünyanın da yakından bildiği bir oyun. Maalesef, Türkiye'de, hızlı şehirleşmenin sonucu olsa gerek, neredeyse unutulmuş durumda. Zekâ geliştirmeye o kadar müsait bir oyun ki Avrupa'da ilköğretimde ders olarak okutulması bile düşünülmüş. Oyunu bizden başka herkes biliyor. Daha düne kadar babalarımızın oynadığı bu oyunu, biz birçok zenginliğimizde olduğu gibi bir kenara bırakmışız. Ortaya çıkarılıp yeniden yaygınlaştırılması gerekli olan harika bir oyunumuz. Biz unutulmaya bırakmışken, Avrupa ve Amerikalılar bu oyun üzerinde o kadar çalışmışlar ki, akıllara durgunluk verir. İnternette Mankala veya Mancala, yahut Bantumi olarak bir arama yaparsanız, karşınıza yüzlerce site, makale veya kitap çıkıyor. Oyunu İnternet üzerinde oynayabildiğiniz gibi, bilgisayarınıza indirip öyle de oynayabiliyorsunuz. Cep telefonlarınızda bile bu oyuna rastlamak mümkün. Ne yazık ki, bütün yazılı kaynaklarda oyun, Arap kökenli bir oyun olarak tanıtılıyor. Oyunla ilgili bir haritada Asya, Ortadoğu, Türkiye, Afrika'nın tamamı ve Güney Amerika'nın bir bölümü oyunun oynandığı alan olarak gösteriliyor.

http://www.turkgundem.net/icerik/images/stories/cesitli/dokuz_kumalak.jpg
Bütün dünyada oynanan Dokuz Kumalak'ın Fransız versiyonu

Bir oyun, aynı zaman diliminde dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkıp, aynı anda oynanamaz mı? Evet oynanabilir. Ortaya çıkışları birbirinden habersiz de olabilir. Ama isimleri ve kuralları birbirine bu kadar yakın olamaz. Batılılar, "benzer sistemdeki diğer oyunları bu oyunun familyasına dahil edip, oyunun kökenini Araplara mal ederek" Garp kurnazlığı yapmış desek abartmış olmayız. Neden derseniz, Mancala , Mangala, Mankala, Kaleh, Kale gibi adlarla dünyada tanınan bu oyunun adının Türkçe bir kelime olan "Kale"den türediğini düşünüyorum. Görebildiğim kadarıyla Türkistan'a, Türkiye'ye gezgin, bilim adam ve benzeri kılıklarla gelen şarkiyatçılar, hadi adını koyalım, ajanlar, Türk çocuk oyunlarını tespit edenler bu oyunu da görmüş ve tanıtmışlar. Prof. Thomas Hyde, 1694 tarihinde yazdığı De Ludis Orientalibus adlı eserinin Türk oyunlarını tanıttığı bölümde Mangala oyununa da yer vermiştir.

Türklerin, Asya'ya Anadolu ve Mezopotamya' dan gittiğini biliyorsunuz. Sümerler Hititler, Etrüsklerin dil ve kültürlerinin incelenmesi vs. bu konuyla ilgili olarak oldukça geniş malumat veriyor. Mangala'nın gelişme ve dağılma alanları ile bu bilgiler de uyuşuyor. Muhtemelen Türklerin Mezopotamya' dan Asya'ya gitmeden önce öğrendikleri, Asya'ya giderken unutamadıkları nı, Asya'dan Anadolu'ya yeniden gelirken de canlı bir şekilde yaşattıkları bir oyun Mangala. Oyun Türklerin oyunu, çünkü başka milletler daha az taşla ve çukurla bu oyunu oynarken, biz dokuzar çukur ve taşla oynayabilmişiz. Yani oyunun en zengin hali bizde. Kanaatince zenginliğin en yüksek noktası, zirvesini kim başarmışsa o zenginlik ona aittir.

Bu oyunla ilgili ilk bilgilerimi 1992'de Kırgızistan'da, Bişkek'te Flarmoni binasındaki konser arasında tanıştığım gençlere sorduğum soruları, Manas, destanlar, oyunlar ve benzeri konulara merakımı gören bir delikanlının bana tanıştırdığı Prof.. Dr. Marat SARALAYEV' den aldım. Marat Hoca, bana atalarımızdan gelen ve çocukların, gençlerin zevkle oynadıkları Aşık, Küreş (Anadolu'daki aba güneşi), Ordo (büyük aşık kemikleriyle oynanan bir oyun) gibi oyunları büyük bir heyecanla, bizzat uygulanmalı olarak gösterdi. Bu arada Tokuz Korgool adındaki bu oyuna da dikkatimi çekti. Vakitsizlikten kurallarını öğrenmeye fırsat bulamadım. Oyunun tahtasını da göstermiş ve bir kitapçık vermişti. Kitapta iki oyuncu bu oyunu oynarken görülen bir resim vardı. Oyunculardan biri Dünya Satranç Şampiyon Kasparov, diğeri de bir Kırgız dokuz Korgol ustası imiş. Satrançtan daha çok zekâ gerektiren bir oyun olduğunu, dünya satranç şampiyonu Kasparov 'un Tokuz Korgool ustasına yenildiğini söyleyince çok heyecanlanmış ve Türkiye'ye döndüğümde bu oyundan bahsetmiş, Anadolu'da oynanıp oynanmadığını araştırmaya başlamıştım.

Marat Hoca'nın kulakları çınlasın.. Korgool 'un küçük bilyeye benzeyen kurumuş keçi dışkısı olduğunu, bu oyunun daha çok çobanlarca oynandığını anlatmıştı. Oyunun kurallarını öğrenecek kadar zamanım olmadığına halen yanarım.

Sözü uzatmayacağım Anadolu'da oyunun izini birkaç yerde tespit ettim. Görevim gereği Bolu Dörtdivan, Mersin Erdemli, Kastamonu ve Afyon Emirdağ'a gittiğimde bu oyunu bilenleri aradım. Bazı yerlerde oyunun çekimlerini de yaptım. Kuralları falan neredeyse unutulmuştu. Oynayan kişilerle bizzat oynayarak kuralları öğrenmeye de vaktim olmamıştı. Fakat belli bir konu üzerinde yoğunlaşamama gibi bir sıkıntımız olduğu için bu tespitler öylece kaldı. Sonrasında çocuk oyunlarını, mesela Çelik Çomak'ı yeniden canlandırma, turnuvalarını yapma gibi tekliflerim de oldu.. Gazi üniversitesinden Özbay GÜVEN'e de bu düşüncelerimi anlatmıştım. Hatta Türk Çocuk Oyunlarının derlenmesi amacıyla, internet üzerinde bir yazışma topluluğu bile kurdum ama dediğim gibi konuyla falan ilgilenmedim. Ta ki TRT'nin Yaz Sabahı programlarından birinin yayınını görene kadar. Gaziantep'te bir kahveden canlı yayın yapılıyordu ve ihtiyarlar ilginç bir oyundan bahsediyorlardı . Oyunu canlandırmaya çalışıyorlarmış. Baktım bizim Dokuz Korgol oyunu. Programın yapımcısı Şeref Ulucan vasıtasıyla kahvehane sahibini buldum ve oyunun kurallarını ve tahtasını bilenleri sordum. Oyuncuların telefonunu bilmediğini söyledi ve geldiğinde mutlaka bildireceğine söz verdi. Aradan bir, bir buçuk ay geçti. Tam ümidimi kesmiş, konuyu unutmuşken cep telefonumdan bir Osmanlı Beyefendisi beni aradı. Kendisini çok mütevazı bir şekilde tanıttı. Tanışma faslından sonra Abdülkadir EVİŞEN Bey'e oyunla ilgili bildiklerimi aktardım. Meğer o benden daha meraklıymış. Neredeyse telefonun öbür ucundan kalbini sesini duyuyorum. Çok heyecanlandı. Gaziantep'teki adıyla Mangala oyununun bir tahtasını ve oyununun kurallarını, oyunla ilgili kendisindeki bilgileri en kısa zamanda göndereceğine söz verdi. Bu arada oyunun cep telefonlarında, İnternette Mangala, Bantumi vb. adlarla oynanabildiğini söyledi. Ben de bu konuda İnternet'te bir bilgi var mı diye şöyle bir arama yapayım dedim. Aman Allah'ım! Mangala veya Mancala adıyla oynanan oyun hakkında karşıma yüzlerce site çıktı. En derli toplu bilgileri İngilizce Vikipedya'da buldum. Türkçesinde de biraz bilgi var. Bir yandan mevcut bilgileri topluyor, bir yandan da Türkçe kaynak arıyorum. Prof. Metin AND ve Doç. Dr. Abdülvahap KARA'nın makalelerine rastladım. Kara, makalesine "4000 yıllık Türk Zeka oyunu Dokuz Kumalak" başlığını koymuş. Böylece oyunun Kazakistan'da bu adla oynandığını, hatta oyunun federasyonunun olduğunu öğrenmiş oldum. Kemal ÇAPRAZ dostumdan Abdülvahap Beyin telefonunu aldım. Ve heyecanımı, bildiklerimi, Gaziantep'li Mangalacıların çabalarını kendisiyle paylaştım. "Bende" dedi. "Kazakistan' dan gelmiş fazladan bir oyun tahtası var. Ankara'ya size göndereyim." Tabii ben çok sevindim. Heyecanla postayı bekliyorum. Ertesi günü Abdülvahap Kara Bey'den bir telefon: "Ben Ankara'ya bir toplantıya geldim. Oyun tahtasını da beraberimde getirdim. Ziyaretinize geliyorum" Uzatmayayım, Hoca geldi, tanışma kısa sürdü, sohbeti oyunla sürdürdük. Dokuz Kumalak Oyunu'nun kurallarını, yanıma çağırdığım diğer meraklılarla birlikte öğrenmiş olduk. Burada kendisine minnetlerimi sunuyorum.

Aynı gün hemen bu Mangala bloğunu (sitesini) kurdum ve bulabildiğim bütün bilgileri buraya koymaya başladım. İnternet'ten fazla araştırma yapmanıza da gerek kalmadı. Buradan her türlü mevcut bilgiye ulaşabilirsiniz.

Şimdi ey uzmanlar, ey dilciler! Oyunun dünyadaki bazı adları Mankala, Mancala , Kalah, Kale. Türkiye'deki bazı adlar Kale, Mangala, Mella Gayası, (oyunun diğer adlarını buraya uzun uzun yazmayacağım, http://mangala. blogcu.com adresimden bakabilirsiniz) Mere köçtü, Emen, Dokuztaş.. Siz olsanız bu kelimelerin izini sürmez misiniz? "Kale" sözü Türkçe değil mi? Kalah Arapça'ya geçmiş olmalı. Mankala veya Mangala, bin kale'den veya men kale'den gelmiş olmasın? Her uzman, konuyu kendi açısından bir makale ile yorumlarsa müteşekkir olacağım. Böylece İngiliz, Fransız, Alman ..kültür ajanlarının, bizim ilgisizliğimiz sonucu elimizden alıp Araplara mal ettikleri bu öz be öz Türk oyunumuza sahip çıkmak için delil bulmuş olmaz mıyız!

Şimdi Türkiye'de bu oyunun oynandığı yerleri ve kurallarını tespit etmeye çalışıyor, bir yandan da boş durmuyorum: Sanal Mangala Derneğini kuruyorum. Oyunu (Mangala'nın Kazakistan'daki şekli olan Dokuz Kumalak oyununu) oynadığım her kişiyi ben üye yapıyorum. Abdülkadir Evişen Bey Gaziantep'ten, Abdülkadir Kara Bey de İstanbul'dan oyunu öğrettiklerini üye yaparlarsa Mangala oyunumuz yaygınlaşacak. Postacı (Kevin Kosther'in ) filminde olduğu gibi, oyunu öğrenen herkes ismini ve duygularını, düşüncelerini, bildiklerini bu sitedeki yazıların yorumlar kısmına bırakırsa bizim Mangala Derneğinin nasıl çığ gibi büyüdüğünü hep birlikte göreceğiz. Bu arada Dernek üyeleri ileride Mangala sektörünün öncüleri olacaklarını unutmasınlar. Sadece uzmanlar değil, grafikerler, tasarımcılar, programcılar, web programcıları, en önemlisi de bu alanda yatırım yapabilecek tüccarlar aranıyor. Saygıyla duyurulur.

http://www.turkgundem.net/icerik/index.php?option=com_content&task=view&id=3349&Itemid=1

zaherbebars
29-11-2007, 14:04
cok gozel yazi olmus tesekkurler

qamxan
16-12-2007, 03:42
Maraqlıdır,sağ ol bilgi üçün.Oyunu endirə biləcəyimiz bir qaynaq da tapan olsa lap yaxşı olardı.

Интересна.
Миллет,Улус,Народ,кто нибудь знает такую игру в Кыргызыстане-Токуз Коргоол?

BAWIR$AQ
16-12-2007, 07:47
http://img212.imageshack.us/img212/5572/togizqumalaqbs9.jpg

Среди игр интеллектуальных любимой был тогыз кумалак – настольная игра. Для нее использовали четырехугольную деревянную доску, имеющую 18 продолговатых лунок (отау). В промежутке между рядами вырезаны еще две большие лунки круглой формы (казан). Каждый игрок (их два) имеет по 81 шарику, а в лунки кладут по 9. Ходы делаются поочередно. Выигравшим считается тот, кто забирал из лунок противника больше шаров. Игра была настолько популярной, что могли обходиться без доски. Для этого участники выкапывали необходимые лунки прямо на земле и проводили партии. Игра называется тогыз кумалак (девяткою) потому, что в основу 81 (9х9) и 162 (2х9х9) положено число 9, считавшееся у древних монголов и тюрков священным числом.

http://www.unesco.kz/heritagenet/kz/content/duhov_culture/holidays/nar_holiday.htm

25/9/2008

Maksat Sotay Bey'e not (Ziyaretçilerimin izniyle)

Değerli Ziyaretçilerim.
İzin verirseniz (Kazakistan Dokuz Kumalak Federasyonu Başkanı) Maksat Sotay Bey'e bir not iletmek istiyorum; Çünkü kendisi benim telefonlarımı bulmaya çalışıyormuş.
Teşekkürler.
Arslan Küçükyıldız


Kıymetli Maksat Bey,
İlya Bey vasıtasıyla gönderdiğiniz notu aldım. Ama verdiğiniz telefon numarasına ulaşamıyorum. Bana telefonlarınızı yeniden verirseniz sizi arayacağım. Bu yazının altındaki "Yorum" kısmına telefonlarınızı yazabilirsiniz.

Telefonlarım;
+90.312.4901957 İş
+90532.6245769 Cep
Ne zaman isterseniz arayabilirsiniz.

Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Selamlar.
Arslan Küçükyıldız

1/7/2008

PADEM OYUNU

Erkek çocukların oynadığı bir oyundur. Bademle oynanır. Herkes belli sayıda badem alır.Yere oyuncular kadar sıralı çukur açılır. Belli bir atışma yeri işaretlenir. Herkes tek tek avucuna belli sayıda bademi alıp çukura atar.Anlaşmaya göre ya en çok sayıda, yahut da çift sayıda bademi çukura atan ebe olur. Çukurların başında durur. Diğerleri bademleri atmaya devam ederler, iler atışta yine anlaşmaya göre ya çukur dışında kalan badem kadar alır, yahut da tek atmışsa o bademler kadar badem öder. Oyun böylece devam eder. Bademleri tükenen kişi oyundan çıkar.

Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı
http://kibrisabakis.com/kbakis/content/view/316/94/

Not: Bu oyunun uzak geçmişimizdeki mangaa oyunu ile ilgisi olduğunu düşünüyorum. Arslan Küçükyıldız

1/7/2008

ANDIRIN'DA "GEVİŞ" OYUNU

Tespi ağacının tespih büyüklüğündeki tohumlarına "geviş" denir. Bununla oynanan oyunun adı da gevişdir. En az iki kişi ile oynanır. 3-4 kişi ile oynandığı da olur. İki kişilik oyunda; karşılıklı oturulur, herkesin 27 şer adet gevişi olur. Bunları dokuzar, dokuzar küçük yalaklara koyarlar ve bu yalaklara ev denir. Yalakların arasındaki mesafe 10 cm civarında olur. Oyunculardan birisi bir elinin beş parmağını açarak evlerin ortasına koyar ve "Gailem kaçtan" der; diğeri ise genellikle "sağ baştan on beşten" der. Sağ baştan itibaren evler üzerinde on beşe kadar sayılır ve sayma işi hangi evin üzerinde sona ererse oradan başlanır. Oyunun başlamasına göçme denir. Oyuna başlayan bulunulan evden başlamak üzere, her eve birer tane geviş koymak suretiyle o evin gevişlerini sıra ile dağıtır. Son gevişin düştüğü yerdeki geviş sayısı sayılır bu sayı iki veya dört ise alınır. Sonra rakibi istediği bir evi göçer, burada amaç son gevişin düştüğü evdeki gevişleri almak suretiyle çok geviş toplamaktır. Bu böyle devam ettikten sonra evlerde geviş kalmaz. Herkes elindeki gevişi dokuzarlı gruplara ayırarak tekrar evlerine yerleştirir. Geviş sayısı 27'den az olanlar oyuna yenik olarak başlar. 9'ar olan evleri tamamlar geri kalanı da 9'dan az olarak bir eve koyar. Bu eksik olan evdeki geviş sayısı bir tane ise oğlu oldu, yedi ve daha az ise kızı oldu denir, sekiz ise rakip oyuncu tarafından 9'a tamamlanır. Oğlan evinin üzerine bir ayakkabı konur, içerideki geviş sayısını gizlemek amacıyla yapılmıştır. Eğer göçmeler sırasında son geviş oğul buluna evin üzerinde biter ise, evdeki geviş sayılır, tek ise dokunulmaz ,çift ise rakip oyuncu o evdeki, gevişin hepsini alır ve o eve geviş konmaz ve ev "kör oldu" denir. Oğul sahibinin böyle bir hakkı yoktur. Oyun bitinceye kadar oğul sahibinin evi körlenmezse oradaki gevişlerin tamamı o oyuncunun olur.

Kız olan evin üzerine de bir ayakkabı konur. Göçmeler sırasında o evde biten her göç sonunda gevişler sayılır çift ise yarısı alınır. Genellikle oğul olmak tercih edilir. Kız olan eve son gevişin düşmesine kıza basma denir. Bu kızı olan oyuncu için üzücü bir durumdur.

http://www.andirinli.org/kultur/oyunlar.asp


KASTAMONU BUDAMIŞ/KUMARA KÖYÜNDE MANGALA (AMEN) OYUNU OYNANAN KAYA

Arslan KÜÇÜKYILDIZ

Dostlarım, bu bayramda (Ekim2007/Ramazan) bizim köye gitmiştim. Köyümüz Kastamonu ili merkez ilçesi Budamış Köyünün Kumara mahallesidir. Eski adıyla Kumara Gariyyesi..Bayram namazı çıkışında bayramlaşmanın bitiminden sonra bir fırsat bulup köyün en yaşlısı olan 1926 doğumlu köy komşumuz Ahmet Eski (Kadıgil’in Hacı Ahmet) ile görüştüm. Kendisine çocukluğunuzda şöyle bir oyun oynar mıydınız diyerek Mangala oyununu tarif ettim. O da eliyle köy camisinin üstündeki kayalığı işaret ederek, “Elbette oynardık, işte şu kayada büyüklerimiz oynardı.” diyerek bana oyunu oynadıkları yeri gösterdi. Hemen gençlerle o kayaya tırmandım ve gerçekten de kayada oyulmuş mangala oyunu zemini mevcuttu. Hacı Ahmet Eski’den oyunun adını, kurallarını sordum. Beş-altı yaşlarında oyunu oynayan büyükleri seyrettiğini, daha sonra da yaşıtlarıyla bu oyunu oynadıklarını, ancak kurallarını ve adını hatırlayamadığını söyledi. Evde 1929 doğumlu ve emekli öğretmen olan Babam Hasan Küçükyıldız’a oyun hakkındaki sorularımı tekrarladım. Onun hafızası Ahmet Eski’ye göre daha iyi idi ve oyunun adını hatırladı. “Amen” deniliyormuş. Amen sözünün çelik çomak oyununda da bulunduğunu, kuyu anlamına geldiğini söyledi. Bostanlarda da amen olurmuş. Ertesi günü köy camisinin üstündeki “Amen” oyununun oynandığı kayayı incelemeye gittim. Fotoğraf makinem yanımda yoktu. Kardeşim Hakan’dan cep telefonu kamerasıyla kaya ile birlikte resmimi çekmesini rica ettim. Aşağıda da görülebileceği üzere, görebildiğim kadarıyla yedişer kuyudan ve ütülen taşların konulduğu iki daha büyük kuyudan oluşuyor. Amen kayasının resimleri aşağıdadır. Bu resimler pek yeterli olmasa da yeterince fikir verdiğini ve Abdülvahap Kaya’nın ifadesiyle 4000 yıllık Türk oyunu Mangala’nın Kastamonu Budamış Köyü Kumara Mahallesindeki kalıntılarını net olarak ortaya koyduğunu düşünüyorum. Oyunun Arap kökenli olmaktan çok Türk kökenli olmasına Türkiye ve Türk Dünyasının farklı bölgelerinde (Kazakistan, Türkiye, Gaziantep, Kastamonu) kayaların üzerinde rastlanması kanaatimce en büyük delil olmalıdır. Biraz daha dikkatli birçok araştırmacı benzer şekilde kayaların üzerine oyulmuş Mangala, Amen, Emen veya farklı deyişlerle Mereköçtü, Melle vb. adlarla bilinen oyun zeminlerine (tahtalarına) kolaylıkla rastlayabileceklerini zannediyorum.

Resimde kayanın başına tüneyen, küçük bir araştırma sonucu bir hazine bulmanın keyfiyle birhoş olmuş halde oturan kişi, ben oluyorum efendim.(Resim 1) Kayadan detay resmi dikkatinize sunuyorum.

(Resim 2)

fotograf-0003.jpg

Resim1 : Arslan Küçükyıldız, Budamış Köyü Kumara Mahallesi Amen Kayasında

goruntu004.jpg

Resim 2 . Emen zemininin üstten görünüşü

Konuyla ilgili araştırma ve yorumlara ihtiyaç bulunduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Mangala oyunun ile ilgili bilgiler ve araştırmalar henüz çok yenidir ve sanıyorum Abdülvahap Kara Bey ve Abdülkadir Evişen Beyin yardımlarıyla Gonca Tokuz hanımefendi tarafından yayınlanan makaleler dışında yayınlanmış bir makale yoktur. Bir de bizim naçizen kaleme aldığımız notlarımız aşağıdaki sitede yer almış bulunmaktadır. Aşağıdaki tarafımdan hazırlanmış blog adresine bakarsanız orada Mangala oyunu ile ilgili diğer ayrıntıları ve tespitleri görebilirsiniz:

http://mangala.blogcu.com


KUMARA’DA AMEN/MANGALA RESİMLERİ

Ekim 17, 2007

fotograf-0003.jpg

ARSLAN KÜÇÜKYILDIZ AMEN KAYASINDA

goruntu004.jpg

13102007003.jpg

13102007002.jpg

13102007004.jpg

AMEN OYUNUNUN OYNANDIĞI KAYADAN RESİMLER

dscn5179.JPG

KASTAMONU BUDAMIŞ KÖYÜ KUMARA MAHALLESİNDEN BİR GÖRÜNÜM

AMEN/MANGALA

Ekim 16, 2007

KASTAMONU BUDAMIŞ/KUMARA KÖYÜNDE MANGALA (AMEN) OYUNU OYNANAN KAYA

Arslan KÜÇÜKYILDIZ

Dostlarım, bu bayramda (Ekim2007/Ramazan) bizim köye gitmiştim. Köyümüz Kastamonu ili merkez ilçesi Budamış Köyünün Kumara mahallesidir. Eski adıyla Kumara Gariyyesi..Bayram namazı çıkışında bayramlaşmanın bitiminden sonra bir fırsat bulup köyün en yaşlısı olan 1926 doğumlu köy komşumuz Ahmet Eski (Kadıgil’in Hacı Ahmet) ile görüştüm. Kendisine çocukluğunuzda şöyle bir oyun oynar mıydınız diyerek Mangala oyununu tarif ettim. O da eliyle köy camisinin üstündeki kayalığı işaret ederek, “Elbette oynardık, işte şu kayada büyüklerimiz oynardı.” diyerek bana oyunu oynadıkları yeri gösterdi. Hemen gençlerle o kayaya tırmandım ve gerçekten de kayada oyulmuş mangala oyunu zemini mevcuttu. Hacı Ahmet Eski’den oyunun adını, kurallarını sordum. Beş-altı yaşlarında oyunu oynayan büyükleri seyrettiğini, daha sonra da yaşıtlarıyla bu oyunu oynadıklarını, ancak kurallarını ve adını hatırlayamadığını söyledi. Evde 1929 doğumlu ve emekli öğretmen olan Babam Hasan Küçükyıldız’a oyun hakkındaki sorularımı tekrarladım. Onun hafızası Ahmet Eski’ye göre daha iyi idi ve oyunun adını hatırladı. “Amen” deniliyormuş. Amen sözünün çelik çomak oyununda da bulunduğunu, kuyu anlamına geldiğini söyledi. Bostanlarda da amen olurmuş. Ertesi günü köy camisinin üstündeki “Amen” oyununun oynandığı kayayı incelemeye gittim. Fotoğraf makinem yanımda yoktu. Kardeşim Hakan’dan cep telefonu kamerasıyla kaya ile birlikte resmimi çekmesini rica ettim. Aşağıda da görülebileceği üzere, görebildiğim kadarıyla yedişer kuyudan ve ütülen taşların konulduğu iki daha büyük kuyudan oluşuyor. Amen kayasının resimleri aşağıdadır. Bu resimler pek yeterli olmasa da yeterince fikir verdiğini ve Abdülvahap Kaya’nın ifadesiyle 4000 yıllık Türk oyunu Mangala’nın Kastamonu Budamış Köyü Kumara Mahallesindeki kalıntılarını net olarak ortaya koyduğunu düşünüyorum. Oyunun Arap kökenli olmaktan çok Türk kökenli olmasına Türkiye ve Türk Dünyasının farklı bölgelerinde (Kazakistan, Türkiye, Gaziantep, Kastamonu) kayaların üzerinde rastlanması kanaatimce en büyük delil olmalıdır. Biraz daha dikkatli birçok araştırmacı benzer şekilde kayaların üzerine oyulmuş Mangala, Amen, Emen veya farklı deyişlerle Mereköçtü, Melle vb. adlarla bilinen oyun zeminlerine (tahtalarına) kolaylıkla rastlayabileceklerini zannediyorum.

Resimde kayanın başına tüneyen, küçük bir araştırma sonucu bir hazine bulmanın keyfiyle birhoş olmuş halde oturan kişi, ben oluyorum efendim.(Resim 1) Kayadan detay resmi dikkatinize sunuyorum.

(Resim 2)

fotograf-0003.jpg

Resim1 : Arslan Küçükyıldız, Budamış Köyü Kumara Mahallesi Amen Kayasında

goruntu004.jpg

Resim 2 . Emen zemininin üstten görünüşü

Konuyla ilgili araştırma ve yorumlara ihtiyaç bulunduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Mangala oyunun ile ilgili bilgiler ve araştırmalar henüz çok yenidir ve sanıyorum Abdülvahap Kara Bey ve Abdülkadir Evişen Beyin yardımlarıyla Gonca Tokuz hanımefendi tarafından yayınlanan makaleler dışında yayınlanmış bir makale yoktur. Bir de bizim naçizen kaleme aldığımız notlarımız aşağıdaki sitede yer almış bulunmaktadır. Aşağıdaki tarafımdan hazırlanmış blog adresine bakarsanız orada Mangala oyunu ile ilgili diğer ayrıntıları ve tespitleri görebilirsiniz:

http://mangala.blogcu.com


« Önceki | Sonraki »

13/6/2008

TOKUZ KORGOL (DOKUZ KORGOL) OYUNUNU İNTERNET ORTAMINDA OYNAMAK VEYA AKTARMAK İÇİN

http://www.lauppert.ws/files/win32/tkd_e.zip

14/9/2007

KIRGIZ EDEBİYATÇILARININ ESERLERİNDE DOKUZ KORGOL

http://www.turizm.gov.tr/TR/dosyagoster.aspx?DIL=1&BELGEANAH=128890&DOSYAISIM=mukayelebayev.pdf

13/9/2007

Manas Destanı'nda Dokuz Korgol (Mangala) Oyunu

BU OYUNUN TÜRKLERİN EN ESKİ OYUNLARINDAN BİRİ OLDUĞUNU MANAS DESTANI BELGELEMEKTEDİR:
O zaman Manas şöyle dedi:

"Bahadırlar beş aydan beri yer altı yağı, karın yağı, sucuk yiyip, şarap ve kımız için eğlenip yattınız. Kılıcınız paslandı! Tazınızı yağ bastı. At semirip doldu, atlanacak zaman oldu. İyisi ava çıkalım! Tadını çıkaralım!".

Bugün Manas'ın yiğitleri yağma için hazır bulunan seçkin tulpar (at) larını esirgeyip, ziyafetlerde bindikleri toburçak koşu atlarına bindiler, bazıları kazan aşı özledik diye atlanıp düşman yerine av, gece yerine tan arayıp çıktılar.


Manas iki gün ara vererek doyasıya eğlendi, pek çok geyik avlattı. Bu yetmiyormuş gibi doğuya doğru yürüye yürüye on beş gün yol gittiler.

Bahadır Manas yüksek dağlarla çevrili, sarı deredeki ufak tepelere, ördek ve kazlara, at ayağı değmemiş otlara, akaduran pınarlara, hayvanları bol olan Talas'a merak salıp, buraları tam karargah kurulacak yer imiş diye çok beğendi. Ceylanı koyun sürüsü gibi fazla olan geniş havzaya karargah kurup satranç, toguz korgol (bir oyun), toptaş, aşık oynatıp altı gün eğlendi.

Yiğitlerin hepsi çılgınca eğlenirken Er Manas rahat uyuyamadı, gönlü eminlik bulmadı, bir gök çadıra giriyor, bir dağa çıkıyordu, kalbi çarpıp, yer bakmaya giden yiğitlerini gözetliyordu...
--------------------------------
Savaşta ölen yüz kadar kişinin çoğu Mançulardan ve Kalmuklardan idi.

Dögön reis:

"Bu ölenleri nasıl gömelim?" diye Akbalta'nın getirdiği yaşlılara sordu.

Kimseden ses çıkmayınca Manas aklı verdi.

"Eğer uygun görürseniz, dediklerimi yaparsanız, şöyle bilin kardeşlerim. Altaylı Kalmuklarla olan savaşta her halktan yiğitler öldüler. Onların hepsini, yeni âdetlere göre, birlikte gömelim."

"Akıl yaşta değil, baştatır, Manas doğru söyledi." dedi ihtiyarlar.

Alanda büyük bir çukur kazıp yiğitleri atı ve eyerleriyle birlikte gömdüler. Uzaktan büyük taşları öküze çektirerek getirdiler, bunları kaldırarak diktiler. Kara taşın yüzüne: "Altay'ın şahinleri, uçup gelip, bu ışıklı alana beraber kondular." Diye yazdırdılar.

Kırgız, Kazak, Noygut, Kıpçak,Türk, Argın, Mançu ve Kalmuk reisleri toplandılar. Cakıp'ın kambarbozlarından ak boz kısrağını getirip kurban kestiler, sonra yaşayacaksak bir tepede yaşayalım, öleceksek bir çukura gömülelim diyerek and içtiler.

Akbalta'nın rehberlik ettiği kabile reisleri, bilgiçler cenazenin çıktığı evlere girip taziyelerini bildirip çıktılar.

Cakıp Bay cömert davrandı. Para vererek kurtardığı atlarından dört yüzünü Mançulardan babası ölen yetimlere ve cenaze çıkan elere bölüştürüp verdi.

O yerde babası ölen Macik, Mançu Kalmuklarının beyi seçilerek babasının yerini aldı.

Düşmana karşı beraber savaşan, bayrağı beraber tutan halkları Cakıp, avuluna getirip ağırladı, bir gece misafir ettikten sonra ertesi gün, âdete göre at hediye etti, üzerlerine güzel elbise giydirdi, "Yeni akraba bulduk, yetmiş aile idik, yedi yüz aile olduk, gerisini Tanrıdan dileyeyim." Dedi.

Cakıp'ın avulu kısa sürede şehire dönüştü. Mançu Kalmukları toprakla uğraşırdı. Çadırlara alışamadılar, toprağı hamur gibi yoğurup ker*** yaptılar. Taş topladılar, otları kurutup duvar yaptılar ve oraya kara şehir diye ad verdiler. Dört bir yandan gelen kervanlar, bu şehirden eksilmiyordu. Yavaş yavaş halk ticarete alıştı.

Manas, henüz hayattayken kara toprağın altına girmeyeyim, babalarım gibi özgür yaşayayım diye kara şehirden bir parça uzakta dağa çıkarak Kırgızlarla çadırda yaşadı.

On bir yaşını doldurduğu zaman Manas, artık çocuklarla oynamayı bıraktı; bozkurt oyunu da oynamadı, önceki yaramazlığını bırakıp büyüklerle ordo atışarak dokuz korgol oyununa (bir çeşit oyundur) başladı. Ondan beri dokuz korgol oyunu Manas'tan kalmıştır denilmektedir.

Çinlilerin, Kalmukların, Tırgotların arasına gözcü gönderip onların sırrını öğrenmeyi, orduyu nasıl kurmak gerektiğini, saklanmayı, avul içine bekçi koyup düşmana karşı silah yapmayı, silahları gizleyip saklamayı, Manas'a akıllı Akbalta öğretti.

Bir defasında Manas, canı sıkıldığı için yatıyordu; atların doğum zamanı gelmişti. Manas atlara bir bakayım diye Aymanboz atına binerek dağ yolunu tuttu. Dev gibi muhteşem Aymanboz, daha sekizinci yaşında olmasına rağmen Manas bindiğinde dimdik duruyordu. Dağda, taşkınlık etmekte olan çobanlara gidip doğurmamış kısrağı kesdi. Azemil suyunun kenarına, dokuz yolun kavşağına karargâh kurup can sıkıntılarını gidermek istedi.

Manas, karargahta aşık oynuyordu; o sırada kalabalık bir kervan geldi. Kervanın mahiyetinde Çinli, Kalmuk, Tırgot ve Sart vardı. Kervanbaşı olan Çinli ile Kalmuk, Sart ile Tırgot Manas'ı hiç umursamadan karargaha girdiler.

"Hey, çek deveni" dediler kenarda duranlar, bağırarak. Eğlenmekte olanlar da bağırdılar.

Altı Çin muhafızı, boynuna ipek sarılı, altın takılı devesini yedeğe almışlardı. Hanın devesini sadece Kalmuk ve Çinliler değil herkes biliyordu. Onun olduğu yerde kimse ona çıt diyemezdi. Han'ın adamı ile Han'ın devesine karşı gelenler ölümle cezalandırılırdı.

Arada Hanın adamları yoktu, onlar develerinin dizginini tutup, söz dinlemeden Çince birşeyler söyleyerek kararg'hı geçtiler.

Bu esnada arslan Manas elindeki aşıkla bir kenardaki aşığa vurdu. Aşık sıçrayıp uçarak, önündeki devenin ayağına ok gibi isabet etti, deve olduğu yerde düştü. İkinci aşık öndeki eşeğin ayağına saplandı ve o da yıkıldı.

"Hanın devesini yıktı. Bu Kırgızı yakalayın." Diye bağırdı kervanbaşı. Altı kişi Manas'a yapıştı.

Onlara Manas'ın yiğitleri engel oldular. İki taraf dövüşmeye başladı.

Er Manas, Çinlilerin küstah kervanbaşını altın kemerinden tutarak kaldırıp yere attı; göğsüne basarak başını kopardı. Efendisinin öldüğünü gören Çinli, Kalmuk ve Sartlar uslu bakıp durdular.

"Bize dokunan bu muhafızların cezası ölüm olsun, öldürün!" dedi Manas. Bunu duyan otuz çocuk, Çinli Kalmukları öldürdüler. Kervandan on Sart sağ kaldı.

"Bize kıymayın!" Biz Türk soyundan, üçümüz Uygurdan. Malımızı alın! Bizde kabahat yok. Canımızı bağışlayın..." dediler. Sartlar yalvararak ağızlarından bal akıttılar.

"Eğer Türk soyundan iseniz, sırrınızı söyleyin. Yoksa Çinli ve Kalmuklar gibi başınızı koparırım." Dedi manas kılıcını kınından çıkarıp.

Deveciye hizmet eden Sartlar ellerini kavuşturarak sırlarını söylediler. Çinliler ticaret yapmak için Türk illerinin dilini bilen pekçok Uyguru Kaşg'r'dan Terez'e mahsus getirmişlerdi. Onlara yıllardır Türk, Kırgız, Kazak ve Nogoy ülkesine giden kervanların develerini güttürmüşler, tercümana ihtiyaçları olduğu zaman tercüman olarak kullanmışlardı.

Altı ay önce Kalmuk Hanı Alevke "Altay'daki Kırgızlardan Manas adında bir bel' çıktı. Altı ayda dört yüz Kalmuk askerinin başını yedi. İhmal edersek, Çin Hakanlığına saldırıp bizi ejder gibi yutabilir. Asker toplayıp onu küçükken yok edelim. Asker ver." Diyerek Çin Hanından talepte bulundu.

Esen Han, Alevke'ye: "Bu kurnaz Kalmuk'un, komşusu olan bir avuç Kırgız'a gücü yetmiyor, yahut bize durumu tam olarak anlatmıyor, Kırgızların malına, altınına kondu herhalde. Alevke'ye güven olmaz." diyerek kızdı.

"Pis Kırgızlardan manas diye başka bir oğlanı getirdiniz. Beni kandırdınız." Diyen Esen Han titreyerek, Çong Eşen'in Car Manas denen oğlunu yakalayıp getiren açık gözleri, sihirbazları ve komutanları öldürdü. Bağırmasından gök inledi. Alevke, mahsus bir kervan kurup dünyayı gezen tüccarlar gibi giyinen muhafızlarını Kırgızların durumunu, gücünü öğrenmeye gönderdi. Onlara eğer gücünüz yeterse Manas'ı öldürün diye emretti. Kervan, yol bilen Sartların kılavuzluğunda hiç durmadan beş ay yürüyüp Altay'a varınca, tam da Manas'ın kendisine rastladı.

Manas, ölen Çinli ve Kalmukların silahlarını ganimet alıp yiğitlerine verdi. "Kırk beş deveye yüklenen malı babam Cakıp, bilgiç Akbalta gelip hemen kırgızlara katılan Mançu Kalmuklarına eşit derecede paylaştırıp versin." Diye her tarafa sekiz haberci gönderdi. Ertesi sabah halk gelmeye başladı. Öğlenden hemen sonra Cakıp ve Akbalta geldi.
Böyle zor anda halkı kurtarıp, ihtiyacı karşılayan akıllı ve yenilmez Acabay oldu. "Bahadır işlerin düzelecekmiş, hayırlı rüya görmüşsün. Tanrı sana eşdeğerini verecek, Çin'e şerefini lekeletmeyen Er Almambet sana gelecekmiş. İşittim ki, Sooronduk'un oğlu Kazaklara gelip, birkaç yıl kalmış, ama pehlivanlarıyla anlaşamamış. Kökçö'ye darılmış. Çelik tığlı, arslanların arslanı, bahadırların bahadırı olan Almambet sana gelip katılacakmış. Sana destek olacakmış. Rüyadaki işaret Tanrının sevdiği kişilere verilir."

"Kimse seninle boy ölçüşemez, talihine kimse konamaz Acıbay ağa! Beylik kaftanı sizindir!" Bahadır Manas düşündüklerini iyiye yoran Acıbay'a memnuniyetini ifade ederek altı bin aileye bey olduğunun işareti olan kıymette pahalı kaftanı giydirdi.

"Rüyan gerçek olsun!" dedi oturanlar Tanrıya sığınarak.

Halk memnun olup ziyafetin keyfini çıkardıktan sonra evlerine döndü.

Ondan sonra yaz geçti, güz geçti.

Manas'ın karargahında altı yıldan beri kötülükten haber veren davul çalınmamıştı. Bugün davul çalındı.

"Altı yıldan beri Manas tırmanacak dağ, savaşacak düşman bulamadığı için canı sıkıldı galiba, toplanalım, ziyafet yapmak için Manas'tan izin istiyelim" diye durdu halk.

"Bahadır Manas, bizim yapacak işimiz nedir?" dedi kırk çoranın başı kırgıl gelerek.

O zaman Manas şöyle dedi:

"Bahadırlar beş aydan beri yer altı yağı, karın yağı, sucuk yiyip, şarap ve kımız için eğlenip yattınız. Kılıcınız paslandı! Tazınızı yağ bastı. At semirip doldu, atlanacak zaman oldu. İyisi ava çıkalım! Tadını çıkaralım!".

Bugün Manas'ın yiğitleri yağma için hazır bulunan seçkin tulpar (at) larını esirgeyip, ziyafetlerde bindikleri toburçak koşu atlarına bindiler, bazıları kazan aşı özledik diye atlanıp düşman yerine av, gece yerine tan arayıp çıktılar.

Manas iki gün ara vererek doyasıya eğlendi, pek çok geyik avlattı. Bu yetmiyormuş gibi doğuya doğru yürüye yürüye on beş gün yol gittiler.

Bahadır Manas yüksek dağlarla çevrili, sarı deredeki ufak tepelere, ördek ve kazlara, at ayağı değmemiş otlara, akaduran pınarlara, hayvanları bol olan Talas'a merak salıp, buraları tam karargah kurulacak yer imiş diye çok beğendi. Ceylanı koyun sürüsü gibi fazla olan geniş havzaya karargah kurup satranç, toguz korgol (bir oyun), toptaş, aşık oynatıp altı gün eğlendi.

Yiğitlerin hepsi çılgınca eğlenirken Er Manas rahat uyuyamadı, gönlü eminlik bulmadı, bir gök çadıra giriyor, bir dağa çıkıyordu, kalbi çarpıp, yer bakmaya giden yiğitlerini gözetliyordu.

Dağ eteğine çıkan kurt gibi yolda bir karaltı gözüktü. Bindiği at, boynu bir kulaç olan değişik bir tulpar idi, kendisi geniş göğüslü, geniş omuzlu, yay kuşanan, sadağı öküz beli gibi dağa benzer bir alp idi. Yaklaştığında gördü ki, o endamıl, başına hanlarınki gibi altın işlemeli kalpak giyen, başında kıymetli taş bulunan, insandan farklı heybeti olan, tuttuğunu koparan ölümden çekinmeyen, bahadırlık boynuzuna sahip bir yiğit idi.

Manas onu gördüğünde rüyamda görünen "Sevgili Er Almambet işte odur" diye tahmin etti. Dosta susamış gibi aceleyle yanına gitmekten çekindi. Onun gerçek yiğitliğini deneyeyim, kurallara göre iş göreyim, halkın adetini göstereyim diye Almambet'e gözükmeden dereye girdi.

Manas gök yayvandaki eğlencenin keyfini çıkaran arkadaşlarını yerinde bırakıp su kıyısındaki altın sadaklı beş bahadırına Almambet'i gördüğünü söyledi.

"Belindeki bağ gibi beş bahadır, sözümü dinleyin. Aşağıdan gelmekte olan kimse Almambet'e benziyor. Onu kuşatıp farkettirmeden yaygara edip ona saldırın, gerçek bahadırlığı o zaman bilinir. Yiğidin yüreğini deneyelim" dedi Manas.

"Hey, onu öyle şımartmayalım, Kazaktan kaçan Çinli'yi beşimiz bağlayıp gelemezmiyiz" dedi Sırgak.

"Bırak şimdi, kendini dev mi sanıyorsun Sırgakcığım. Akıllı iş yapalım. Benim gördüğüm Almambet, eğer gerçekten o ise tabiatı, heybeti arslan gibidir. Ona kötü muamele edip utandırmayalım? O çocukluğundan beri Çin'in köklü âdetlerine alışmış başı dertte olan, barınacak, yeri, sığınacak halkı, dayanacak dağı olmayan yalnız arslan gibi dolaşan garip, şaşkın bir bahadır. Ona ele konan kuş gibi iyi davranıp cana dost, direk edinelim. Ona adetlerimizi, liyakatımızı gösterelim. Değerini bilelim. Askerlerin birliğini, davranışını, yiğitliğni cesaretini görsün! Görüp memnun olsun! Alaya almıyalım! Disiplinsizlik etmeyin, sır vermeyin, askerlerimizin birliğini, çevikliğini, bahadırlığnı gösterin. Emrimi yerine getirmeyenin kanını dökeceğim."

Beş bahadır dağ deresini takibederek yola koyuldular.

Bu sırada beş bahadır birden bire tüfek atıp, davul çalarak, dereden çıkıp Almambet'e saldırdı. Almambet bunlar haykırışına çil yavrusu kadar bile değer vermedi, gerçekten kurşun yürekli, fil bilekli bahadır idi; kımıldanıp arkasına bakmadı bile. Yöneldiği taraftan sapmadan aç arslan gibi ulayıp, mızrağı belinde sallanıp, sağa sola bakmadan bastırıp gelmesin mi! Az önce bağırıp çağıran, hep birlikte saldıran, yiğitlik taslayan beş delikanlı Almambet'in heybetinden çekindiler, dilleri tutulup, kurda rastlayan köpek gibi sustular. Silahlarını yavaşça indirdiler, alaya kaldılar, sadece selam verdikten sonra sıraya girip durdular.

Bahadırlık taslayan Sırgak şimdi Almambet'e yol başlıyordu.

Almambet dört tepeli gök çadıra yaklaşırken karşısına birçok dil bilen akıllı Acıbay çıkıp atının dizginini tutarak konuşmaya başladı.

"Büyük olsan da alçak gönüllü ol bahadır, sözüme kulak ver. Tanrının emriyle Kırgızların mukaddes topraklarına, hanın kapısına rastladın. Böyle gaddarlık etme, halkımızın adetlerine göre davran. Hanımız nehirde kan akıtan sert tabiatlı bahadır, bizi cezalandırmasın, canımız sağ kalsın. Attan inde hürmetle hana selam er..."

Hakan Çin'de hanın huzurundaki âdetleri öğrenmiş, ayrıca Türk hanlarının köşkünde bulunmuş Almambet atından inip, han çadırana gelip, hürmetle selam verdi Manas'ın amcası Bakay'la el sıkıştı.

Kırgızlar, âdetlerine göre sarı altın ruhlu kaseyle kımız alıp geldiler. Almambet fincanı veren yiğide "evvel amcama, büyüklere sun" diye Bakay'ı gösterdi. Bizim adetlerimizi biliyormuş diye oturanlar şaşırdılar.

Bakay kaseye dudağını bandırıp büyüklük işaretini yaptı. Ondan sonra Almambet fincanı eline aldı. Nice günler aç kalıp dudakları kuruyan Almambet açlığını bildirmemek için, azıcık içmişti, kımız midesini yakmış olmalıdır ki, kamburlaşıp ter içinde kaldı, sonra başını kaldırdı.

O zaman Manas konuşmaya başladı:

"Bahadır, Ala-Dağ denen yere geldin. Kırgız denen halka geldin. Hoş geldin Bahadır! Keyfine bakıyoruz da, yolcu gibi bir halin var, bahadırlık heybetin var. Hangi ilden, ne zaman geldiğini anlat, Bahadır" dedi Er Manas kulağını verip.





Er Almambet kederlenerek şöyle dedi:

Adını sanımı sorma bahadır,


Halkından vazgeçen bir yalnızım.
Gözüme alıp ölümü,
Cevap verecek halim yok?
Şaşkın dolaşan insan gibi,
Yol sorsam ne fayda eder?
Böbürlenecek halim yok?
Budala dolaşır her yerde,
Yalnız gezen bir kimseye
Halkını sormak ne fayda eder?
Gideceğim bir yer yok,
Şöyle dolaşan biriyim.
Sığınacak halkım yok,
Şaşkın gezen biriyim.
Hayalde yok iş arayıp,
Şaşalayan biriyim.
At ulaşmaz yol arayıp,
Yol şaşıran biriyim.




Bahadır Manas halkına şöyle duyurdu:



"Göğlere yükselen Ala-Dağ'ı ve onun geniş kırlarını, uzun yollarını kim aşmamış ki halkım! Davet edip getiremiyeceğim Çin hanını Tanrı göndermiştir. Evime kut inmiştir! Belalı kırk bahadır, buraya gelin! Hana selam verin! Binmesine yürük, giymesine kürk elbise verin, esirgemeyin! Ak kulayımı çekin!"

Manas'ın ordusundaki yiğitler oraya buraya koşuşup, hakim beyler telaştan ne yapacaklarını şaşırdılar. Manas sözünü bitirir bitirmez, yiğitler Ak-kula'yı yedeğe alarak, dokuz ünlü koşu atını getirdiler. Atların hepsi eyerlenmişti. Ak-Kula'daki altın eyerin başına sırlı mızrak, yanına Akkelte kılıç, terkisine balta bağlanmıştı.

Kırgızlar Almambet hanın şerefine sarı oğlağı kurban kestiler. Manas hazineci kurnaz yiğide büyük heybeyi açtırdı. Almambet'in başına kızıl altın sikke (para) serpti. Yuvarlak başlı insanların talihi için kırk bin altın sikkeyi yiğitlerine talan ettirdi, kova kova yağları Almambet'in başından çevirip dört ayaklıların talihi için köpeklere yalattı. Üç canlının etini Almambet'in başında çevirip, bu kantlıların talihi için diye kuşlara yedirdi. Almambet'in eski giysilerini zavallı, gariplere pay etti.

Kırk çoranın içinde zor anlardı faydası değen, sıkıştığı yerde çare bulan, temiz sözlü Serek adında bilgiç biri vardı. O Manas'a şöyle dedi:

"Bahadır, Kırgızların adetine göre han geldiğinde şerefine at kesilirdi..." dedi Serek.

Manas bacaklarına vurup kahkaha atıp güldü.

"Evet Serekciğim doğru söylüyor. At kesmeden han karşılamak bizim adetimizde yoktur. Millet han geldikten sonra at kurban keselim, hazırlayın!"

Manas, bahadır Almambet'e cebe giydirdi. Ak-kulasının başladığı iki tulparı yedeğe alıp gelerek onlara hediye verdi ve şöyle dedi:

"Almambet hanım karargahıma gelmişsin, yola koyulacaksan Akkula atıma binip bu atları sürüp git. Mızrağım, tüfeğim sana emanet. Sana verecek hediyem bunlar, kabul et, kalacağım dersen işte halk, gideceğim dersen işte yolun."

Almambet ses çıkarmadı.

Atların sırasında Ak-kula da vardı. "At benimki" diye Almambet Ak-kula'yı aldı, onun yerine Sarala'yı bıraktı.

Mükafatı haketmeden at kesildi. Bunu halkın çoğu bildi, bilse de kimse Manas'a bunu sormadı.

Bu esnada söz ustası Serek işe yaradı.

"Bahadır, at kesilirken onun bir bedeli olmalıydı".

Manas etrafına bakındı. Bunu anlayan kırk çoro bir akıl buldu.

"Bahadır, at yarışının mükafatı için insan konulurmuş diye düşünsün Almambet. Biz çoralar mükafat olarak duralım" dedi kırk çoradan yedisi önüne çıkıp.

O zaman hiç gülmeyen Er Manas kahkahayla dişlerini göstererek gülmeye başladı.
Ayrıca Türk Mitolojisi için bakmak isterseniz:

13/9/2007

Çelik çomak müsabakaları

Aybars Fırat



Gazetemizin geçtiğimiz sayısında yayınlanan "Bir Kavramlaştırma Denemesi" başlıklı yazımda, bugün için, değerlendirmediğimiz bir değerimizi işlemeye çalışacağımı haber vermiştim. Hatta, zenginlerimize bir çağrıda bulunmuş ve bu yazımı okumalarını salık vermiştim. Gündemin süratle değişmesine, terör olaylarına bakmayarak verdiğim sözü tutacağım.

Hem ne de olsa sel gider, kum kalır. Terörü yüzlerce kişi konuşur, yazar. Biz, yok olup giden, işlemezsek uçup gidecek değerlerimize bakalım: "Küçük şeyler yapalım!" Milletimizin evlatları teröre kurban gitse de, elimizden giden kültürümüze, arada sırada bakmakta sonsuz faydalar vardır diye düşünüyorum.
Kullanamadığımız, kıymetini bilmediğimiz, değerlendiremediğimiz değerimizi, zenginliğimizi birazdan okuyunca, şöyle bıyık altından hafif bir tebessüm sarkıtacağınızı görür gibiyim. Dünya çapındaki bu değerimizi merak etmişsinizdir: Evet, bu müthiş zenginliğimiz, hepimizin yakından bildiği Çelik Çomak Oyunu'dur. Güldünüz değil mi? İşin tuhaflığı da burada yatmaktadır.
Hepimizin çok iyi bildiği, ama kullanmadığımız, dönüp bakmadığımız bir zenginlik! Kutadgu Bilig'den şöyle bir mısra hatırlıyorum: "Bilgi denizin dibinde bir inci gibi durur. Kişioğlu inciyi denizden çıkarmazsa ha inci olmuş ha çakıl taşı!" Bildiğimiz bir çocuk oyunu çelik çomak. Ama onda ne büyük bir cevher olduğunu görmüyoruz. Ben fakir, bunu size göstermeye çalışacağım. İngilizler, bizim Anadolu'da, mesela Bolu'da Hülü olarak bildiğimiz, oynadığımız Golf oyununu Hindistan'da görüp ülkelerine taşıdılar. Yine Atlı Polo Oyunu'nu ülkelerine taşıdılar. Bu oyunlar için takımlar kurdular. Kurallarını belirlediler, oyunun özelliğine uygun kıyafetler buldular. Turnuvalar düzenlediler. Spor tarihçileri, bu arada Özbay Güven Hoca ne der bilemem ama bizim değerlerimizi işleyip geliştirdiler. Elmasın topraktan çıkarılıp işlenmesi gibi bir şeydi bu.
Bizim bir değer atfetmediğimiz, çoluk çocuk oyunu olarak gördüğümüz Çelik Çomak da bu türden bir elmastır. Ele alıp geliştirilmesi son derece kolay, milli durumunu halkaralık duruma getirmesi mümkün bir oyundur. Çelik Çomak Oyunu'nun, Türkiye çapındaki ve Türk Dünyası'ndaki çok az farklı oynanışlarını ele alıp bir güzel inceledikten sonra kısa bir zamanda kurallarını belirleme imkanı vardır. Kuralları belirledikten sonra oyun mekanları bulmak, sahayı belirlemek gerekmektedir. Bu oyun için başlangıçta çok büyük ve çok şatafatlı sahalar gerekmiyor. İleride şüphesiz adına turnuvalar düzenlenen, ligler kurulan bir spor haline geldikten sonra elbette özel sahalar yapılabilir. Bunu mimarlarımız düşüneceklerdir. Bizim şimdi düşüneceğimiz şey, oyuncu sayısı, temel kuralları, oyun için gerekli malzemelerin (Çelik ve Çomak'ın) şekli şemali olacaktır.
Bir de bu oyunu adam gibi oynayacak iki gösteri takımına ihtiyaç vardır. Köylerimizde kahvelerde pinekleyen gençlerimiz, bu oyun için mükemmel takımlar kuracak yetenektedirler. Gelecekte usta yarışmaları yapılırken bu kardeşlerimiz, olağanüstü takım değiştirme paraları alacağı için, bu heyecana kapıldıktan sonra talihleri değişecektir. Kendisine yabancı birçok sporu saatlerce görmek zorunda kalan halkımızın, milli sporlara gösterdiği ilgiyi görenler bilir ki, Çelik Çomak sporuna yatırım yapacak olan zenginlerimiz asla zarar etmiyeceklerdir. Oyun için gerekli giyim kuşam, malzemeler, ayakkabılar (Kaşkai Çarığı), saha ve televizyon reklamları, programlar, konuyla ilgili basın organları (Mesela at yarışlarından bahseden güazeteler gibi Çelik Çomak'tan bahseden gazeteler çıkarmış!) zenginlerin iştahını kabartmaya yetecek boyuttadır. Kendisine ait dernekleri, basını, ligleri olan, önce Türkiye çapında yerleşen, sonra dünya çapında bir oyun olan Çelik Çomak, kasalarına su gibi para akıtacaktır. Yeter ki bu konunun boyutlarını gözlerinde canlandırabilsinler. İngilizlerin iki yüz yıl önce yaptıklarını biz niye yapamıyalım; Milli bir oyunumuzu, tüm insanlığa mal etmeyelim? Çelik Çomak Oyunu öncelikle bir savaş oyunudur. İnsan dikkatini en üst noktaya çıkartan, fevkalade güzel bir oyundur.
Çeviklik, cesaret, sürat.. spor olarak ne isterseniz içindedir. Çocukluğumda 25-30 yaşlarındaki gençlerin bu oyunu zevkle oynadıklarını, hem de iddialı bir şekilde oynadıklarını biliyorum. Kaybedenlere verilen cezaları hatırladıkça katıla katıla gülerim. Bir defasında yenilenler, öteki takımı sırtında taşımış, bir yandan da merkep sesi çıkarmakla cezalandırılmışlardı. Bu oyunun çok az da olsa tanınmasıyla müthiş bir cazibe merkezi olacak bir spor koluna dönüşeceğinden hiç kuşkum yok. Herkesin yapabileceği, her yaşa uygun bir bir spor olduğu kesindir. İlgi gösterilmesi halinde çok kısa bir zamanda kalkınacağı da şüphesizdir. Ben, bu yazımı okuyan öğrenci, öğretmen, işçi, köylü kardeşlerimin, sahi neden biz bir takım kurup bu oyunu oynamıyoruz diye düşüneceklerini ve harekete geçeceklerini görür gibiyim. Hiç olmazsa oyunun nasıl oynandığını, kurallarını, oyunla ilgili bilgilerini (adresime veya turkcocukoyunları@yahoogroups.com adresine ) göndereceklerini, oynayacakları teşvik edeceklerini, bir müsabaka duyduklarında da koşa koşa gideceklerini düşünüyorum. Arayıp, "Kardeşim ben bu konuyla ilgileniyorum, gel görüşelim!" diyen babayiğit bir devlet adamı veya iş adamı çıkar mı? orasını bilemem! Aynı şekilde, batılıların gördükleri zaman akıllarının şaştığı Gökbörü, Kökbar, Oğlak veya Buzkaşi Oyunu'nun da dünya çapında müsabakaları yapılabilir. En azından Türk Devletleri arasında bu ve benzer milli sporlarımızın karşılaşmaları yapılabilir diye düşünüyorum. Bu çalışma, dünyada bir spor turizmi varsa, ona yeni bir boyut getirecek bir çalışma olacaktır. Sonuçta devletimiz ve milletimiz için çok kârlı bir iştir.
Türkiye'de olmasa bile Tataristan'da, daha başka coğrafyalardaki kardeşlerimiz arasında bu fikri icra safhasına sokmaya çalışan birçok aydın olduğunu biliyorum. Yine, dünyada milyonların seyrettiği satranç müsabakalarını solda sıfır bırakacak bir oyunumuz var ki adı Dokuz Korgol'dur, Kasparov bile bu oyunun ustasına yenilmiştir. Bizde ne zenginlikler var da haberimiz yok! Söyleyiniz; Milletimizin onca zenginliğine, gelişmiş yönlerine rağmen, hiç ilgilenmediğimiz yönlerinden söz etmek sizce gereksizlik mi? "Elimizdeki varlıkları, zenginlikleri değerlendirmek için, mevcut insan, malzeme ve bilgileri elden geçirerek kurumlaştırmaya, yeni biçim vermeye, geliştirmeye çalışmıyoruz." fikrimde ısrarlıyım. Aksi olsa, herkes işin bir tarafından tutsa ne güzel olurdu! Ne dersiniz; Bir gün televizyonlarımız, Futbol'un yanında Çelik Çomak Yarışmalarından, Oyuncularından bahsedecekler mi?

13/9/2007

Bir Kavramlaştırma Denemesi

Göğe Merdiven

Aybars Fırat



"Geliştirmek, biçim vermek"


Bugün, milletimizin onca zenginliğine, gelişmiş yönlerine rağmen, hiç ilgilenmediğimiz bir yönünden söz etmek istiyorum. Elimizdeki varlıkları, zenginlikleri değerlendirmek için, mevcut insan, malzeme ve bilgileri elden geçirerek kurumlaştırmaya, yeni biçim vermeye, geliştirmeye çalışmıyoruz. Konuyu kavramlaştırmamız gerekirse; anlatmak istediğimizi tam olarak karşılamasa da, şu kelimeler üzerinde duracağım: Geliştirmek, biçimlendirmek, bir araya getirmek, başını bağlamak, düzenlemek, kurumlaştırmak, kavramlaştırmak, olgunlaştırmak, resmileştirmek.

"Ne demek istiyorsun?" diyeceksiniz. Yaşadığımız coğrafyanın genişliği ve derinliği, geçirdiğimiz tecrübelerle sahip olduğumuz kaynaklar milletimize sonsuz imkanlar sunduğu halde, bunların yeterince değerlendirilemediğini düşünüyorum. Benzetmek yerindeyse her şey var; Yağ, un, şeker, ateş, tencere. Ama helva yapamıyoruz. Bir şeyleri, birtakım insanları bir araya getirerek, onları geliştirerek,imkan oluşturarak, her alanda kurumlaşarak, top yekün kalkınmayı ateşlemek mümkün iken bunu gerçekleştiremiyoruz. Bunun sebepleri üzerinde ne kadar durulsa yeridir: "Neden birlikte, sırt sırta verilerek yapılabilecek işleri başarmakta güçlük çekiyoruz? Güçlerimizi birleştirmek yerine, tek başımıza meselelerimizle güreşiyoruz? Sivil toplum kuruluşlarımız neden zayıf ve etkisiz? Ticarette neden sıçrama yapamıyoruz? Siyasette kısır döngü içindeyiz? Dış politikada neden bir asır geriden gidiyoruz?" gibi soruların mutlaka cevapları olmalıdır. Ben, biçimlendirememek, kurallaştıramamak, kurumlaşamamak, dağınık olanı bir araya getirememek, mevcutla yetinmek. olarak özetleyebileceğim bu büyük eksiklik üzerinde duracağım. Yaşı kırklarda dolaşanlar hatırlayacaktır; Çocukluğumuzda zevkle oynadığımız, ipi çekilerek fırlatıldığında uzun süre kendi etrafında dönen, bir oyuncağımız vardı: "Topaç" Kendi aramızda kimin topacı daha uzun süre ayakta kalarak dönmeye devam edecek diye yarışırdık. Geçenlerde televizyon haberlerinde seyrettim: Japonların, bizim topacı elden geçirip geliştirerek, yeni bir biçim verdikleri ve ticari bir mal olarak bütün dünyaya pazarladıkları yeni oyuncağa sahip olan Türk Çocukları, internet üzerinden haberleşerek bir araya gelmişler ve oyuncaklarıyla yarışmışlar. Televizyonun karşısında irkildim. Sonra, esefle Türkiye gibi bir geleneksel oyuncak cennetinde Japon oyuncağından çok daha güzel oyuncaklar geliştirilebilirdi, geliştirilebilir diye düşündüm. Anamur'da, Türk Çocuk Oyuncaklarını derleyip toplayan ismini hatırlayamadığım bir beyefendi tanımıştım. İkiyüz ellinin üzerinde oyuncak biriktirmişti.
Batılıların kendisini arayıp bulduklarını, bu oyuncakları araştırdığını, sonra da onları geliştirerek yeni bir ürün gibi piyasaya sürdüklerini anlatmıştı. Gerçekten de son yıllarda piyasaya çıkan oyuncaklar bana çok tanıdık gelmiştir. Kırk yıl önce köyümüzde, tekerlerini çam kütüklerinden, üstünü tahtalardan ellerimizle yaptığımız, ayakta veya oturarak binilebilen, malzemesi sadece birkaç çivi ve tahta olan arabalara binerdik. Gavurca "Skoter" denilen, benim "Sıkı dur!" dediğim oyuncaklara çok benzerdi, hatta ondan daha sağlıklı, tehlikesiz bir oyuncaktı. Bunları bozulmuş rulmanları takarak azıcık geliştirdiğimiz olmuştur ama hepsi bu kadar. Fazlasını düşünmedik. Ne hikmetse daha da geliştirerek, bir biçime sokamadık, seri halde satılan ürünler haline getirmeyi düşünmedik bile! Halâ köyde aynı ilkel arabalara binen çocuklara rastlıyorum. Yine Karadeniz bölgesinde kullanılan oyuncaklarımızdan birinin dikkatle incelenmesi ve araştırılmasıyla, Irak savaşının en gelişmiş savaş araçlarından biri olan Apaçi helikopterlerinin geliştirildiğini duymuştum. Bükülmüş bir tel'e takılı pervanenin, bir halkayla çekilmesiyle, pervanenin hızla dönerek havada uzun süre uçması, bilim zihniyeti ve araştırma kafası olan insanlarda yepyeni buluşlar, geliştirilecek aletler, düzene sokulacak işler, yola sokulacak kişilerle ilgili fikirler oluşturmaktadır. Yeter ki dikkatini lüzumsuz bir sürü konuya değil de böyle olumlu konulara versin. Sadece yeni buluşlar medeniyetin gelişmesine katkıda bulunmaz! Mevcut bir yapıyı, aleti, insanları geliştirmek, düzene sokmak, yeni bir biçim vermek, kurumlaştırmak da medeniyeti ve insanlığı geliştirir. Hangi millet bu konuda fazla çalışırsa insanlığın lokomotifi de o olur. Kim daha fazla araştırır ve dikkatini toplayarak çalışırsa o önde gider. Moskova Devlet Kütüphanesinde otuz sekiz milyon cilt kitap olduğunu, günde beş bin ziyaretçisi bulunduğunu, buna karşılık bizim Milli Kütüphanemizi günde ancak bin beşyüz kişinin ziyaret ettiğini biliyor muydunuz? İlim denilince eskiler Allah'ın ilmini anlar, "İlim Allah'ındır, isteyene istediği kadar verir." derlerdi. Demek ki, milletimiz son yüzyıllarda daha az ilimle meşgul oluyor. Dikkati gittikçe dağılıyor, zihni bulanıklaşıyor. Olayların temelindeki gerçekleri bütün dünya bilir, konuşurken, biz olup bitenleri başkalarının basınından öğreniyoruz. Çünkü merak etmiyoruz. Okumuyoruz. Üstüne üstlük, beynimiz ihanet içindeki basın ve televizyonlarla gittikçe uyuşturuluyor, man kurtlaştırılıyoruz. Bazen düşünüyorum da, beynimizi dumura mı uğratıyorlar, yoksa biz mi kendi kendimize çürütüyoruz?
Bin yıl önce kullandığımız sabanın demiri ile bugünkü saban demirimizin aynı olmaması gerekirdi. Eğer kullandığımız aletleri geliştirmiş, eşyaya, insanlara, olaylara daha fazla dikkat etmiş olsaydık, hayatımızı kolaylaştırmak için yenilikler yapmayı isteseydik, bunu bir tarafa bırakınız, sadece daha fazla para kazanma peşinde koşsaydık, bugün çok daha farklı bir konumda olurduk. Neredeyse dünyanın en genç nüfusu, en zengin tabii kaynaklarına sahibiz ve derlenecek, toplanacak, geliştirilecek, şekillendirilecek, biçimlendirilecek, düzenlenecek, kurumlaştırılacak, kurallaştırılacak, düşünecek çok fazla malzememiz olduğunu düşünüyorum. Mesela ilk ve orta öğretimde çalışan öğretmenlerimiz kendi alanlarındaki bilgileri derleyip toparlayabilir, sonra da bunu bastırabilirler. Söz gelişi bir emekli edebiyat öğretmeni yirmi beş yıllık meslek hayatının her gününde bir atasözü veya kelime derlese idi, Türk Dili ve kültürüne ne kadar büyük bir hizmette bulunmuş olurdu! Milletimizin değerlendirilmeyen kıymetlerinden birine, laf aramızda işlendiğinde kütlesiyle para getirecek
bir konuya gelecek yazımda değineceğim. İş adamlarımıza şimdiden duyurulur




9

« Önceki | Sonraki »

20/10/2008

Dokuz Kumalak Avrupa Zeka Oyunları Olimpiyat'ında

http://www.tdtkb.org/index.php?option=com_content&task=blogcategory&id=22&Itemid=42

Eki 06 2008
Dokuz Kumalak Avrupa Zeka Oyunları Olimpiyat'ındaPDFYazdırE-posta
Yazar TDTKB
Pazartesi, 06 Ekim 2008

Cekya'nin baskenti Prag sehrinde yapilan 8. Orta Avrupa Zeka Oyunlari Olimpiyadinda Dokuz Kumalak (Dokuz Tas) oyunu dalinda da yarismalar yapildi. Turklerde dort bin yillik gecmise sahip Dokuz Kumalak oyunu, 30 dalda yarismalarin yapildigi Zeka Oyunlari Olimpiyadinda iki yildir yer almaktadir.


Bu sene Zeka Oyunlari Olimpiyadinda Dokuz Kumalak oyunlarinda 8 ulkeden, adlarini vermek gerekirse Cekya, Ispanya, Amerika Birlesik Devletleri, Hollanda, Antigua, Kazakistan, Kirgizistan ve Slovakya'dan 20 yarismaci katildi. 28 Eylulde gerceklesen finalde 8 sporcu yaristi.


Neticede Pavlodar Universitesi Ekonomi bolumu ogrencisi Serik Aktayev birinci, Maksat Shotayev ikinci ve Kirgizistan' dan Qamshibek Kasimov ucuncu oldu. Takim siralamasinda ise Kazakistan birinci, Kirgizistan ikinci ve Cekya ucuncu oldu.

Kazakistan Dokuz Kumalak Federasyonu Baskan Yardimcisi Maksat Shotayev en buyuk hayalinin Turk Dunyasinin goz bebegi Turkiye'nin Ankara ve Istanbul sehirlerinde dokuz kumalak dalinda yarismalar yapilmasi oldugunu soyledi. Ankara'da Aslan Kucukyildiz ile birlikte bir Dokuz Kumalak Yarismasinin ilkinin yapilmasini planladiklarini belirtti. Boyle bir yarismanin hazirligi icin Dokuz Kumalak malzemeleri tedarik edebileceklerini ve oyunun da ogretilecegini ifade etti.


Shotayev Prag donusu Istanbul'a ugrayarak bize yaptigi bayram ziyareti sirasinda evde bulunanlara dokuz kumalak dersi verdi.

Shotayev ayrica dokuz kumalak ogrenenlerin seneye Prag'taki zeka oyunlarina katilabileceklerini, bunun icin olimpiyadin www.deskohrani.cz sitesindeki basvuru formunu doldurmalarinin yeterli oldugunu belirtti. Bu arada Shotayev'den ogrendigimize gore, gecen sene bazi dallarda katilim olmasina ragmen, bu sene maalesef Turkiye'den hic bir dalda katilim olmamis. Oysa, zekasiyla gurur duyan bir milletin boyle bir olimpiyadda bir kac degil, tum dallarda temsilcilerinin olmasi ne guzel olurdu.


Federasyon Baskan Yardimcisi Shotayev ve Dokuz Kumalak Sampiyonu Serik Aktayev'e Prag donusu Istanbul'a ugrayarak bizi ziyaret etmelerinden dolayi tesekkurlerimizi sunuyor, basarilarinin devamini diliyoruz.

Saygilarimizla,
Istanbul,
Abdulvahap Kara

20/10/2008

Toğız Qumalaq oyını / Dokuz Kumalak oyunu

Toğız Qumalaq oyını / Dokuz Kumalak oyunu

http://www.turan.info/forum/archive/index.php?t-4565.html


AlperenKirim
27-11-2007, 16:16
4000 yıllık Türk strateji oyunu "Dokuz Kumalak" ın Türkiye'de derneği kuruluyor. Arslan Küçükyıldız'ın konu ile ilgili yazısı: "Bugünlerde çok büyük bir meseleyi çözmeye çalışıyorum. Hepinizin yardımına ihtiyacım var. Konumuz, Türk Zekâ oyunlarının hakanı sayılabilecek bir oyun olan Mangala veya Mankala oyunu. Bu oyun, Türkiye ve Türkistan'da çok değişik adlarla bilindiği gibi, Dünyanın da yakından bildiği bir oyun. Maalesef, Türkiye'de, hızlı şehirleşmenin sonucu olsa gerek, neredeyse unutulmuş durumda. Zekâ geliştirmeye o kadar müsait bir oyun ki Avrupa'da ilköğretimde ders olarak okutulması bile düşünülmüş. Oyunu bizden başka herkes biliyor. Daha düne kadar babalarımızın oynadığı bu oyunu, biz birçok zenginliğimizde olduğu gibi bir kenara bırakmışız. Ortaya çıkarılıp yeniden yaygınlaştırılması gerekli olan harika bir oyunumuz. Biz unutulmaya bırakmışken, Avrupa ve Amerikalılar bu oyun üzerinde o kadar çalışmışlar ki, akıllara durgunluk verir. İnternette Mankala veya Mancala, yahut Bantumi olarak bir arama yaparsanız, karşınıza yüzlerce site, makale veya kitap çıkıyor. Oyunu İnternet üzerinde oynayabildiğiniz gibi, bilgisayarınıza indirip öyle de oynayabiliyorsunuz. Cep telefonlarınızda bile bu oyuna rastlamak mümkün. Ne yazık ki, bütün yazılı kaynaklarda oyun, Arap kökenli bir oyun olarak tanıtılıyor. Oyunla ilgili bir haritada Asya, Ortadoğu, Türkiye, Afrika'nın tamamı ve Güney Amerika'nın bir bölümü oyunun oynandığı alan olarak gösteriliyor.

http://www.turkgundem.net/icerik/images/stories/cesitli/dokuz_kumalak.jpg
Bütün dünyada oynanan Dokuz Kumalak'ın Fransız versiyonu

Bir oyun, aynı zaman diliminde dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkıp, aynı anda oynanamaz mı? Evet oynanabilir. Ortaya çıkışları birbirinden habersiz de olabilir. Ama isimleri ve kuralları birbirine bu kadar yakın olamaz. Batılılar, "benzer sistemdeki diğer oyunları bu oyunun familyasına dahil edip, oyunun kökenini Araplara mal ederek" Garp kurnazlığı yapmış desek abartmış olmayız. Neden derseniz, Mancala , Mangala, Mankala, Kaleh, Kale gibi adlarla dünyada tanınan bu oyunun adının Türkçe bir kelime olan "Kale"den türediğini düşünüyorum. Görebildiğim kadarıyla Türkistan'a, Türkiye'ye gezgin, bilim adam ve benzeri kılıklarla gelen şarkiyatçılar, hadi adını koyalım, ajanlar, Türk çocuk oyunlarını tespit edenler bu oyunu da görmüş ve tanıtmışlar. Prof. Thomas Hyde, 1694 tarihinde yazdığı De Ludis Orientalibus adlı eserinin Türk oyunlarını tanıttığı bölümde Mangala oyununa da yer vermiştir.

Türklerin, Asya'ya Anadolu ve Mezopotamya' dan gittiğini biliyorsunuz. Sümerler Hititler, Etrüsklerin dil ve kültürlerinin incelenmesi vs. bu konuyla ilgili olarak oldukça geniş malumat veriyor. Mangala'nın gelişme ve dağılma alanları ile bu bilgiler de uyuşuyor. Muhtemelen Türklerin Mezopotamya' dan Asya'ya gitmeden önce öğrendikleri, Asya'ya giderken unutamadıkları nı, Asya'dan Anadolu'ya yeniden gelirken de canlı bir şekilde yaşattıkları bir oyun Mangala. Oyun Türklerin oyunu, çünkü başka milletler daha az taşla ve çukurla bu oyunu oynarken, biz dokuzar çukur ve taşla oynayabilmişiz. Yani oyunun en zengin hali bizde. Kanaatince zenginliğin en yüksek noktası, zirvesini kim başarmışsa o zenginlik ona aittir.

Bu oyunla ilgili ilk bilgilerimi 1992'de Kırgızistan'da, Bişkek'te Flarmoni binasındaki konser arasında tanıştığım gençlere sorduğum soruları, Manas, destanlar, oyunlar ve benzeri konulara merakımı gören bir delikanlının bana tanıştırdığı Prof.. Dr. Marat SARALAYEV' den aldım. Marat Hoca, bana atalarımızdan gelen ve çocukların, gençlerin zevkle oynadıkları Aşık, Küreş (Anadolu'daki aba güneşi), Ordo (büyük aşık kemikleriyle oynanan bir oyun) gibi oyunları büyük bir heyecanla, bizzat uygulanmalı olarak gösterdi. Bu arada Tokuz Korgool adındaki bu oyuna da dikkatimi çekti. Vakitsizlikten kurallarını öğrenmeye fırsat bulamadım. Oyunun tahtasını da göstermiş ve bir kitapçık vermişti. Kitapta iki oyuncu bu oyunu oynarken görülen bir resim vardı. Oyunculardan biri Dünya Satranç Şampiyon Kasparov, diğeri de bir Kırgız dokuz Korgol ustası imiş. Satrançtan daha çok zekâ gerektiren bir oyun olduğunu, dünya satranç şampiyonu Kasparov 'un Tokuz Korgool ustasına yenildiğini söyleyince çok heyecanlanmış ve Türkiye'ye döndüğümde bu oyundan bahsetmiş, Anadolu'da oynanıp oynanmadığını araştırmaya başlamıştım.

Marat Hoca'nın kulakları çınlasın.. Korgool 'un küçük bilyeye benzeyen kurumuş keçi dışkısı olduğunu, bu oyunun daha çok çobanlarca oynandığını anlatmıştı. Oyunun kurallarını öğrenecek kadar zamanım olmadığına halen yanarım.

Sözü uzatmayacağım Anadolu'da oyunun izini birkaç yerde tespit ettim. Görevim gereği Bolu Dörtdivan, Mersin Erdemli, Kastamonu ve Afyon Emirdağ'a gittiğimde bu oyunu bilenleri aradım. Bazı yerlerde oyunun çekimlerini de yaptım. Kuralları falan neredeyse unutulmuştu. Oynayan kişilerle bizzat oynayarak kuralları öğrenmeye de vaktim olmamıştı. Fakat belli bir konu üzerinde yoğunlaşamama gibi bir sıkıntımız olduğu için bu tespitler öylece kaldı. Sonrasında çocuk oyunlarını, mesela Çelik Çomak'ı yeniden canlandırma, turnuvalarını yapma gibi tekliflerim de oldu.. Gazi üniversitesinden Özbay GÜVEN'e de bu düşüncelerimi anlatmıştım. Hatta Türk Çocuk Oyunlarının derlenmesi amacıyla, internet üzerinde bir yazışma topluluğu bile kurdum ama dediğim gibi konuyla falan ilgilenmedim. Ta ki TRT'nin Yaz Sabahı programlarından birinin yayınını görene kadar. Gaziantep'te bir kahveden canlı yayın yapılıyordu ve ihtiyarlar ilginç bir oyundan bahsediyorlardı . Oyunu canlandırmaya çalışıyorlarmış. Baktım bizim Dokuz Korgol oyunu. Programın yapımcısı Şeref Ulucan vasıtasıyla kahvehane sahibini buldum ve oyunun kurallarını ve tahtasını bilenleri sordum. Oyuncuların telefonunu bilmediğini söyledi ve geldiğinde mutlaka bildireceğine söz verdi. Aradan bir, bir buçuk ay geçti. Tam ümidimi kesmiş, konuyu unutmuşken cep telefonumdan bir Osmanlı Beyefendisi beni aradı. Kendisini çok mütevazı bir şekilde tanıttı. Tanışma faslından sonra Abdülkadir EVİŞEN Bey'e oyunla ilgili bildiklerimi aktardım. Meğer o benden daha meraklıymış. Neredeyse telefonun öbür ucundan kalbini sesini duyuyorum. Çok heyecanlandı. Gaziantep'teki adıyla Mangala oyununun bir tahtasını ve oyununun kurallarını, oyunla ilgili kendisindeki bilgileri en kısa zamanda göndereceğine söz verdi. Bu arada oyunun cep telefonlarında, İnternette Mangala, Bantumi vb. adlarla oynanabildiğini söyledi. Ben de bu konuda İnternet'te bir bilgi var mı diye şöyle bir arama yapayım dedim. Aman Allah'ım! Mangala veya Mancala adıyla oynanan oyun hakkında karşıma yüzlerce site çıktı. En derli toplu bilgileri İngilizce Vikipedya'da buldum. Türkçesinde de biraz bilgi var. Bir yandan mevcut bilgileri topluyor, bir yandan da Türkçe kaynak arıyorum. Prof. Metin AND ve Doç. Dr. Abdülvahap KARA'nın makalelerine rastladım. Kara, makalesine "4000 yıllık Türk Zeka oyunu Dokuz Kumalak" başlığını koymuş. Böylece oyunun Kazakistan'da bu adla oynandığını, hatta oyunun federasyonunun olduğunu öğrenmiş oldum. Kemal ÇAPRAZ dostumdan Abdülvahap Beyin telefonunu aldım. Ve heyecanımı, bildiklerimi, Gaziantep'li Mangalacıların çabalarını kendisiyle paylaştım. "Bende" dedi. "Kazakistan' dan gelmiş fazladan bir oyun tahtası var. Ankara'ya size göndereyim." Tabii ben çok sevindim. Heyecanla postayı bekliyorum. Ertesi günü Abdülvahap Kara Bey'den bir telefon: "Ben Ankara'ya bir toplantıya geldim. Oyun tahtasını da beraberimde getirdim. Ziyaretinize geliyorum" Uzatmayayım, Hoca geldi, tanışma kısa sürdü, sohbeti oyunla sürdürdük. Dokuz Kumalak Oyunu'nun kurallarını, yanıma çağırdığım diğer meraklılarla birlikte öğrenmiş olduk. Burada kendisine minnetlerimi sunuyorum.

Aynı gün hemen bu Mangala bloğunu (sitesini) kurdum ve bulabildiğim bütün bilgileri buraya koymaya başladım. İnternet'ten fazla araştırma yapmanıza da gerek kalmadı. Buradan her türlü mevcut bilgiye ulaşabilirsiniz.

Şimdi ey uzmanlar, ey dilciler! Oyunun dünyadaki bazı adları Mankala, Mancala , Kalah, Kale. Türkiye'deki bazı adlar Kale, Mangala, Mella Gayası, (oyunun diğer adlarını buraya uzun uzun yazmayacağım, http://mangala. blogcu.com adresimden bakabilirsiniz) Mere köçtü, Emen, Dokuztaş.. Siz olsanız bu kelimelerin izini sürmez misiniz? "Kale" sözü Türkçe değil mi? Kalah Arapça'ya geçmiş olmalı. Mankala veya Mangala, bin kale'den veya men kale'den gelmiş olmasın? Her uzman, konuyu kendi açısından bir makale ile yorumlarsa müteşekkir olacağım. Böylece İngiliz, Fransız, Alman ..kültür ajanlarının, bizim ilgisizliğimiz sonucu elimizden alıp Araplara mal ettikleri bu öz be öz Türk oyunumuza sahip çıkmak için delil bulmuş olmaz mıyız!

Şimdi Türkiye'de bu oyunun oynandığı yerleri ve kurallarını tespit etmeye çalışıyor, bir yandan da boş durmuyorum: Sanal Mangala Derneğini kuruyorum. Oyunu (Mangala'nın Kazakistan'daki şekli olan Dokuz Kumalak oyununu) oynadığım her kişiyi ben üye yapıyorum. Abdülkadir Evişen Bey Gaziantep'ten, Abdülkadir Kara Bey de İstanbul'dan oyunu öğrettiklerini üye yaparlarsa Mangala oyunumuz yaygınlaşacak. Postacı (Kevin Kosther'in ) filminde olduğu gibi, oyunu öğrenen herkes ismini ve duygularını, düşüncelerini, bildiklerini bu sitedeki yazıların yorumlar kısmına bırakırsa bizim Mangala Derneğinin nasıl çığ gibi büyüdüğünü hep birlikte göreceğiz. Bu arada Dernek üyeleri ileride Mangala sektörünün öncüleri olacaklarını unutmasınlar. Sadece uzmanlar değil, grafikerler, tasarımcılar, programcılar, web programcıları, en önemlisi de bu alanda yatırım yapabilecek tüccarlar aranıyor. Saygıyla duyurulur.

http://www.turkgundem.net/icerik/index.php?option=com_content&task=view&id=3349&Itemid=1

zaherbebars
29-11-2007, 14:04
cok gozel yazi olmus tesekkurler

qamxan
16-12-2007, 03:42
Maraqlıdır,sağ ol bilgi üçün.Oyunu endirə biləcəyimiz bir qaynaq da tapan olsa lap yaxşı olardı.

Интересна.
Миллет,Улус,Народ,кто нибудь знает такую игру в Кыргызыстане-Токуз Коргоол?

BAWIR$AQ
16-12-2007, 07:47
http://img212.imageshack.us/img212/5572/togizqumalaqbs9.jpg

Среди игр интеллектуальных любимой был тогыз кумалак – настольная игра. Для нее использовали четырехугольную деревянную доску, имеющую 18 продолговатых лунок (отау). В промежутке между рядами вырезаны еще две большие лунки круглой формы (казан). Каждый игрок (их два) имеет по 81 шарику, а в лунки кладут по 9. Ходы делаются поочередно. Выигравшим считается тот, кто забирал из лунок противника больше шаров. Игра была настолько популярной, что могли обходиться без доски. Для этого участники выкапывали необходимые лунки прямо на земле и проводили партии. Игра называется тогыз кумалак (девяткою) потому, что в основу 81 (9х9) и 162 (2х9х9) положено число 9, считавшееся у древних монголов и тюрков священным числом.

http://www.unesco.kz/heritagenet/kz/content/duhov_culture/holidays/nar_holiday.htm

28/12/2007

Dokuz Kumalak/Taş Oyununun Temel Kuralları


Yazdır E-posta
Yazan Doç. Dr. Abdulvahap KARA

Daha önce http://www.turkfolkloru.com sitesinde yayınlanmış olan Sn. Doç. Dr. Abdulvahap KARA'nın "Dört Bin Yıllık Türk Zekâ ve Strateji Oyunu: Dokuz Kumalak (Dokuz Taş)" makalesinde bahsedilen oyunun kurallarını bu makale sizlerle paylaşıyoruz.

Dokuz kumalak/taş oyunu özel olarak hazırlanmış oyun tahtasında iki kişi arasında oynanır. Oyun tahtası 18 çukur veya göz(1), 162 taş(2) ve yutulan taşları koymak için iki hazineden(3) ibarettir. Yani, her iki oyuncu 9 çukur, 81 taş, bir hazine olmak üzere oyun tahtasını paylaşır. Oyun tahtasının genel yapısı aşağıda verilmiştir:

I. oyuncunun tarafı

9

9

9

9

9

9

9

9

9

Hazine 1 (II. Oyuncunun aldığı taşları koyması için)

Hazine 2 (I. Oyuncunun aldığı taşları koyması için)

9

9

9

9

9

9

9

9

9

II. oyuncunun tarafı

Oyunun Amacı ve Özellikleri

1. Dokuz taş oyunun amacı, zihin gücüyle türlü yöntemler kullanarak ve düşünme kabiliyetinden yararlanılarak 8 taş kazanmaktır.

2. Eğer her iki taraf 81 taş toplarsa, oyun berabere olur.

Oyuna Başlama ve Hamle Yapma Özellikleri

1. Hamle, oyuncular tarafından sırayla gerçekleştirilir. Oyuna kimin önce başlamasını belirlemek için kura çekilir veya oyuncular kendi aralarında anlaşırlar.

2. Hamle yapmak için herhangi bir çukurdaki taşları alarak, bir taşı yerinde bırakarak, soldan sağa doğru teker teker her çukura bir taş bırakarak bitiririz. Eğer son taşın konduğu çukurda tek sayılı taş varsa, bu taşla çift sayı olur (yani 4, 6, 8, 12), o zaman bu çukurdaki taşların hepsi kazanılır ve kendi hazinemize yerleştirilir. Eğer son taş karşı tarafın çift sayılı çukuruna denk gelip, tek sayı yaparsa ( yani 5, 7, 9 ...) veya kendi tarafımızdaki çukurlardan birine denk gelirse, o zaman taş kazanılmaz.

Örneğin:

9

8

7

6

5

4

3

2

1

9

9

9

6

10

10

10

10

10

Oyuna başlayanın hazinesine 10 taş konur.

9

9

9

9

9

9

1

10

10

1

2

3

4

5

6

7

8

9

Yukarıda gösterilen oyun tahtasında, ilk oyuna başlayan 7 nolu çukurdaki 9 taşını birini yerinde bırakıp kalan 8 taşını dağıtırsa, son bilyesi karşı tarafın 6 nolu çukuruna düşer ve bu çukurda 10 adade uluşan çift sayılı taşları kazanır ve hazinesine koyar. Kazanılan bilyelerin kolayca yerleştirilebilmesi için oyuncuların hazineleri rakiplerinin tarafındadır.

3. Eğer çukurda tek taş varsa, kendi çukuruna taş bırakmadan, komşu çukura konur, böylece kendi çukuru boş kalır.

4. Taşlar yürütülürken hiçbir zaman çukur atlanmaz, sırayla her çukura bir taş bırakmak zorunludur. Ayrıca, bir çukurdaki taşların sadece bir kısmını alarak oyun oynanmaz. Tüm taşlar alınmalıdır.

Kale(4) Alma Kuralları

Dokuz taş oyununda “kale” alma kuralı vardır.

Kale almak için hamle yapıldığında son taş, karşı tarafın iki bilyesi bulunan çukuruna düşerek onu üç yapmalıdır. Böylece hem bu üç taş kazanılır ve oyuncunun hazinesine konur, hem bu çukur oyuncunun kalesi olmuş sayılır.

Örneğin:

9

8

7

6

5

4

3

2

1

-

10

10

1

11

11

11

11

11

Birinci oyuncunun hazinesi-12

İkinci oyuncunun hazinesi-0

10

10

10

10

10

10

2

11

1

1

2

3

4

5

6

7

8

9

Yukarıdaki tabloda ikinci oyuncu 7 nolu çukurdaki 10 taşını dağıtarak, son taşını rakibinin 7 nolu çukurundaki 2 taşının üzerine düşürerek, çukurdaki taş sayısını 3 yapar ve kazanır. Aynı zamanda bu çukuru “kale” olarak ilân eder. Tablonun yeni hali şu şekildedir:

9

8

7

6

5

4

3

2

1

1

11

1

1

11

11

11

11

11

Birinci oyuncunun hazinesi-12

İkinci oyuncunun hazinesi-3

11

11

11

11

11

11

X

11

1

1

2

3

4

5

6

7

8

9

1. Bu çukuru diğer çukurlardan ayırt etmek için ona özel bir taş konur (Yukarıdaki tabloda “X” işaretli yer kale oluyor). Kalenin özelliği içine düşen taşı sahibine kazandırmasıdır. İster kale sahibi olsun, isterse rakip oyuncu olsun taşları teker dağıtarak ilerlediğinde doğal olarak kale üzerinden geçerken bir taş bırakır. İşte bu taş otomatik olarak kale sahibinin kazandığı taş olur ve hazinesine konur.

Kategori: Dokuz Kumalak | Yorum (0) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı

14/9/2007

AHMET YESEVİ ÜNİVERSİTESİ'NDE DOKUZ KUMALAK KLÜBÜ VAR!

Ulu Türkistan'ın, yeni adıyla Türkistan (eski adı Yesi) şehrinde faaliyet gösteren Ahmet Yesevi Üniversitesinde;

Tarih, Edebiyat, Halk DanslarI, Türkoloji, Müzik, Spor, Bilgisayar, Dil Öðrenme, Seyahat, Bayterek, Yesevi Tanıma ve Tanıtma, Satranç kulüplerinin yanında Dokuz Kumalak kulübü de faaliyet göstermektedir.

Darısı diğer Türk Üniversitelerinin, okullarının, kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının başına. En kısa zamanda Mangala kuluplerinin ve federasyonunun kurulmasını bekliyoruz. Her il derneği kendi bölgesindeki Mangala oyununun oynandığı şekliyle ve adıyla canlandıılmasına yardımcı olursa bu mesele kıs zamanda hallolur diye düşünüyorum.

Ancak bu oyun, Üniversitenin veb sitesinde diğer Türk Boylarında ve Türkiyede farklı adlarla bilinip oynandığı dikkate alınmadan sadece Kazak Milli Oyunu olarak gösterilmiştir. Bunun çok eski bir Tük oyunu olarak bütün Türk bolarında yaşatıldığını her vesileyle duyurmak lazımdır.

www.yesevi.edu.tr/ayhaber/old_issues/006_mart1998/13biryilgecti.htm


Önceki metin Ana sayfa Sonraki metin

14/9/2007

NEVRUZ VE KUMALAK OYUNU (KIRK KUMALAK)

    NEVRUZ

    Hemen hemen bütün milletlerin kültüründe görülen yeni yıl törenleri, kimi zaman hayvancı toplumun hayat şartlarına, kimi zaman tarım toplumunun hayat şartlarına uygun zamanlarda çeşitli pratiklerle kutlanmış. Toplumların yaşadığı coğrafi şartlar, onların ekonomik yapılarını belirlemiş, kutsanan ve kutsal sayılan ekonomik yapı, toplumun inanç yapısı ile birleşmek suretiyle bazı pratiklerin yapılmasını sağlamış. Doğrudan doğruya inanca bağlanan gün bilgisi, Asya ve Ön-Asya toplumlarında, benzer veya aynı iklim ve coğrafi şartlara sahip olduğu için zaman birlikteliğine, ad benzerliği ve uygulanan pratik benzerliğine ayniliğine vesile olmuştur. Nevruzun kaynağı ile ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu kaynaklar, Türkistan merkezli olmanın yanında Türklerin komşu kültürler ile olan ilişkileri sonucunda, bu kültürlere de bağlanmaktadır. Türkler arasında en yaygın inanma, Ergenekon’a bağlanan anlatmadır. Türk-Kalmuk mücadelesinde İl Han’ın küçük oğlu Kıyan ile İl Han’ın kardeş oğlu Nüküz tutsak oldukları yerden kadınlarını da alarak kaçarlar. Savaşta ordu kurdukları yere gelirler. Burada düşmandan kaçan hayvanlar bulurlar. Yeniden düşmanın gelmesinden ve esir olmaktan endişe ederek buradan ayrılıp kimsenin bilmediği dağlara tırmanır, kimsenin gidemediği patikaları aşarak bir vadiye ulaşırlar. Burada hayvanlarını yetiştirir, çocuklarını büyütürler ve zamanla çoğalırlar. Bu vadinin adına da Ergene Kon adını verirler. Ergene, dağ kemeri, Kon ise dik anlamına gelmektedir. Sığındıkları yer de dağın doruğunda bir vadidir. Boy boy, oymak oymak çoğalırlar, aradan dört yüz yıl geçer ve artık Ergene Kon’a sığmazlar. Atalarının düşmanlarıyla olan mücadelesi ve soy kırıma uğradıkları bilgisi nesilden nesile aktarılarak yayılır. Ortak şuur haline gelir. Sonunda, bir demircinin yol göstermesi ile dağı eritip yol açarlar. O gün oradan dünyaya çıkarlar. Bu çıkış, kurtuluş günü olarak bilinir. Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın yazdığına göre, kurtuluş gününün anısına bayram yaparlar. Bundan sonra o gün geldiğinde bir demir parçası kızdırılıp örse konur ve Han bunu döver. Handan sonra bütün boy beyleri aynı şekilde demir döverler. İnanılır ki, o gün tutsaklıktan kurtulup hürriyete kavuşma günüdür. Buna benzer bir anlatma da Uygur Türkleri ile ilgili türeyiş efsanesidir. Buku Kağan çevresinde oluşan efsaneye göre; Tola ve Selenga ırmakları arasında ulu bir ağaç bulunmaktadır. Kuru olan bu ağacın üzerinde hamileliğe benzeyen büyük bir şişkinlik, bir ur bulunmaktadır. Gökten sık sık bir ışık inmektedir. Dokuz ay dokuz gün sonra ağaçtaki şişlik yarılır ve içinden beş çocuk belirir. Bu beş çocuk Uygur Türklerinin doğuşunu, aynı zamanda Uygurların yeni nesillerle tıpkı tabiat gibi yeniden türeyişini temsil etmektedir. Azerbaycan Türkleri arasında ise; Güney Azerbaycan’da, dünya, güneş ve insanın yaratıldığı gün, İran hükümdarı Cemşid’in padişah olduğu ve Azerbaycan’a geldiği gün olarak kabul edilip İran mitine bağlanmaktadır. Kuzey Azerbaycan’da, Bozkurt bayramı veya Ergenekon olarak da adlandırılıp, Ergenekon destanına bağlanmaktadır. Kazak Türkleri arasında Ulustın ulu küni, Nooruz, İslamiyet’in intişarı, Hz. Muhammed’e peygamberliğin tebliğ edilmesi, Hz. Muhammed’in doğum günü olarak kabul edilip, dini bir bayram olarak kutlanır. 1926 yılına kadar kutlanan Nevruz, dini bayram sayılmasından dolayı 1980 yılına kadar yasaklanmıştır. Nevruz kutlamalarında görülen pratikler, uygulama ve törenler, doğrudan İslamiyet’ten önceki dönem Türk inanç sistemine dayanmaktadır. Ancak, bütün kutlama ve kutlamalardaki pratikler, kutlamaya katılanlar tarafından dini bir görev olarak kabul edilmektedir. Nogaylar arasında, Mart ayına Nevruz ya da Amel ayı adı verilmektedir. Bu yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul edilir. Kırgız Türkleri Nevruz’u Nooruz şeklinde telaffuz etmektedirler. Rivayete göre, İshak Baba’nın oğlu Türk Baba, büyüyüp Calalayın adlı bir kızla evlenir. Çiftin düğünü Cin Kuran/Calgan Kuran (Mart) ayının 21. günü olur. Bugün yeryüzü yeşillenmeye başlar. Bundan dolayı kutsal gün nevruz, Türk Baba ile Nevruz ananın büyük bayramı olarak kutlanır. Özbek Türkleri arasındaki inanmada Nevruz’un kaynağını İslamiyet ile ilişkilendirmektedir. Biruni, Cemşid’in Mecusiliği yeniden hayata geçirdiğini söylediğini ifade ederken, Biruni’den naklen Peygamberler ve meleklerin nevruzda yaratıldıklarına inanılmaktadır. Dini bir gün olarak ise, yine Biruni’nin Abus’sa-med’der naklen; “Bu uyuyan dünyaya Tanrı’nın can verdiği gün” olarak kabul edip, Nevruz’un İslamiyet’teki yerini sağlamlaştırdığı görülmektedir. Bir rivayete göre; Hz. Muhammed’e Nevruz günü gümüş bir tepsi içinde helva ikram edilir. Hz. Muhammed “Bu nedir?” diye sorduğunda, “Nevruz dolayısıyla” cevabı verilir. Hz. Muhammed, “Nevruz nedir?” diye sorduklarında, “Bugün büyük bayram Nevruz” diye cevap alır. Hz. Muhammed; “Evet, bu uyuyan dünyaya Tanrı’nın can verdiği gün” demiş. Helva sahabeler arasında bölüşülüp yenildikten sonra Hz. Muhammed; “Keşke her gün Nevruz olsa” der. Özbek Türkleri arasında kabul gören bir başka efsaneye göre; Hz. Süleyman yüzüğünü kaybettikten sonra hükümdarlığı da kaybeder. Kırk gün sonra yüzüğü bulup getirirler ve Hz. Süleyman’ın hükümdarlığı yeniden sağlanır. Hz. Süleyman bunun üzerine; “Yeni gün geldi” der. Bundan böyle Nevruz kutlanır olmuş. Altay Türkleri arasında Cılgayak bayramı diye adlandırılan yeni gün kutlamaları, on iki hayvanlı Türk takvimine göre Tuulan Ay adı verilen üçüncü ayın başlangıcında kutlanmaktadır. Bu 18-25 Mart tarihlerine rastlamaktadır. Ay gök yüzünde hilal şeklini almıştır ve kötü ruhların istilasından kurtulmuştur. Türkmenler arasında Nevruz’un kaynağı, Süleyman Peygamber’in kaybolan yüzüğünün bulunması ve Cemşid’in padişah olmasına bağlanmaktadır. Türk dünyasında 21 Mart günü bayram olarak bilinir ve bayramlarda yapılan uygulamalar bu bayramda da yapılır. Bayram sabahlarında erken kalkmak, pınarlardan su almanın zemzem suyu ile aynı olacağı inancı, Kazak Türkleri arasında güneşi karşılama olarak görülür. Hayat ve bereketin sembolü olan güneş, ateşin ve sıcağın sahibidir. Güneş Ana’nın karşılanması, kurban kesilmesi, ateş yakılması mutlak yapılması gerekli pratiklerdir. Bundan başka, 21 Mart gecesi gökyüzünde gezen Hızır’ın yeryüzüne indiğine ve insanlığa uğur ve bereket getireceğine inanılır. Nevruzda Hızır’ın geleceğine inanılır ve bu geceye Hızır Tüni denilir. Hızır’ın evlere gelmesi için de evler aydınlatılır. Bu Hızır kültü Türk dünyasının ortak motif-lerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu günde Nevruza özel yemekler yapılır. Semeni, Nevruz Köje, Fadimeana Pekmezi, Nevruz Macunu gibi adlarla anılan Nevruz yemeği, bir yandan sosyal yardımlaşmanın bir gereği olarak görülürken, bir yandan da bereketin sembolü olarak telakki edilir. Nevruz günü, çeşitli sportif yarışmalar ve oyunlar oynanır. Atlı sporlar (Kökpar, at yarışları, cirit, jambı kapmak, at üstünde tartıs, vb.) ile zekaya dayalı yarışmalar (satranç, dama, kırk kumalak, vb.) eğlencelik oyunlar (salıncak, beş taş, aşık, vb.) yaş ve cinsiyet gruplarına göre ayrı ayrı oynanan oyunlar ve sportif faaliyetlerdir.

    http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ANADOLUNUNSESI/212/AND20.htm


KUYU OYUNU

Yazar Raci Durcan
10-04-2007
PARA NEREDE?

Raci Durcan

ImageSelamlaşma faslı, muhatabınızın sağlık durumunu öğrenmekle başlar, işlerinin iyi gidip gitmediğiyle devam eder. İnsan için en önemli şey sağlığı ve işidir çünkü. Bu ikisi yerinde olduğunda diğer zorlukların üstesinden gelebilirsiniz. Karşınızdaki yaşlı ve emekli biri değilse sağlıkla ilgili şikayet duymanız normal değildir. Fakat sıra ikinciye geldiğinde sızlanmaların gün geçtikçe dozunun arttığını farkediyor musunuz? Kazançlar azalmış, rekabet artmıştır. Fakat şimdilerde bir üçüncü faktör daha dahil oldu konuya: paranın yokluğu. Az-çok iş yapılmaktadır fakat işin karşılığı olan para ortadan çekilmiştir. Buna bağlı olarak alacak tahsili iyice zorlaşmış, vadeler hiç olmadığı kadar uzamıştır.

Bu şikayetlerin niçin artmış ve piyasanın niçin kötüye yol almakta olduğunu düşünürken aklıma iki şey geldi. Birincisi, bir bölgenin çöl olmasının nedeninin yağış yağmaması değil; o bölgede yüzeye yakın yeraltı suyunun olmaması olduğuyla ilgili bir coğrafya bilgisi. Bir arazinin çöl olmaması için yağmur yağması yetmiyordu. Yağan yağmurun derinlere inerek kaybolmaması yani yüzeye yakın yerde durup üsteki toprağı ve onun içindeki tohumları beslemesi gerekiyordu. Bu coğrafi kural piyasalar için de geçerlidir.

Aklıma gelen ikinci şey; çocukluğumuzda oynamayı pek sevdiğimiz kuyu oyunuydu. Bu oyunu hatırlayanınız var mı? Ben kuralları gözden geçirmek üzere araştırma yaparken, ‘google.com.tr’ sordum, cevap vermekte zorlandı. (merak edenler; http://www.meb.gov.tr/indir/benimleoynarmisin/index.asp?AD=21 ).
İki kişiyle, karşılıklı yere kazılan beşer kuyuyla oynanıyor. Her iki tarafın sıralı ve birbirinin karşısında beş kuyu; içinde dört adet çakıl taşı oluyor. Kurayla belirlenen oyuncu kendi seçtiği kuyudan aldığı taşları birer birer atarak dolaştırıyor. Taşı son attığı kuyudakileri alıp yeniden dağıtıyor. Beşinci kuyu ambardır ve ne kadar çok dolaştırırsanız ambarınızda o kadar taş birikmektedir (sıra sizdeyken tabii ki karşı tarafın ambarına atmak yok). Rakibin oynayacak taşı kalmadığında oyun bitiyor. Eğer dağıtımda sizin kuyunuzda tek taş varsa ve son taşı oraya bırakmışsanız bu kuyunun karşısına denk gelen rakibinizin kuyusundaki taşları karşılık alarak ambarınıza atıyorsunuz ve sıra da karşı tarafa geçmiş oluyor. Elinizdeki son taşı ambarınıza atmşsanız yahut bıraktığınız kuyuda hiç taş yoksa da oyun sırası karşıdakine geçiyor.
Bu oyunu piyasaların işleyiş tarzına benzettiğimden hatırladım, maksadım unutulmaya yüz tutmuş bir oyunu yeniden canlandırmak değil. Piyasalar aynı mantıkla işliyor. Elinize geçen bir miktar parayı (taş) dağıtmaya başlıyorsunuz (ödemeler). Oyundaki kuyular piyasadaki diğer oyunculardır. Siz kuyulara dağıtıyorsunuz fakat her seferinde ambara da (vergi dairesi ve bankalar) bırakıyorsunuz. Oynama sırası gelen her oyuncu aynı şeyi yapar. Oyun bir süre devam ettiğinde ambarlar şişer, elinizde oynayacak taş kalmaz. Bu durumda oyun sona erer. Oyunun sürebilmesi için ya ambarı başaltmanız yahut hariçten taş (para) bulmanız gerekiyor.

Bu konuyu ATO başkanı Sinan Aygün, geçmiş yıllarda yaptığı bir basın açıklmasıyla gündeme getirmişti. Piyasaya yeni giren bir oyuncunun, kurallara uygun oynaması durumunda 5 yılın sonunda kazanmak bir yana, sermayenin de sıfıra çıkacağını teknik rakamlarla izah etmişti. Aradan geçen zaman zarfında bu sözününü unutmuşa benzer beyanatlarını okuyoruz. Geçen hafta yapmış olduğu basın açıklamasında ülkedeki vergilendirilmemiş kazancın rakamsal boyutuyla ilgili demeci gözünüze çarpmış olmalı. Bir esnaf kuruluşu başkanının vergi dairesi başkanıymış gibi; üstelik daha önceki kanaatinin tersini açıklayarak gündeme gelmesi ilginçtir. Böylesine rahat açıklamalar ancak bir işyeri işleterek vergi vermenin zorluğunu görmeyenler tarafından yapılabilir. İşgal ettiği makamı; aidatlarını topladığı esnafın tercihine değil, böylesi açıklamalara bağlı olduğunu düşündüğündendir belki...

2003 seçimlerinden sonra piyasalarda hergeçen gün daha çok hissedilen bir canlanma olduğu doğrudur. Fakat bu canlılığın halka zenginlik olarak yansımadığı ortadadır. Yaşam standartında gözle görülür bir farklılık izlenmediği bir yana, borçlu sayısı, borç miktarı, ödenmeyen çek-senet ve kredi tutarındaki artış dikkat çekicidir. İyiye giden bir ekonomide halkın gittikçe zenginleşmesi gerekmez mi? Göze gelir farkları da kredi borçlarına bağlamak gerekiyor sanırım. Ev, araba şeyleri alanlar borçlanarak başarabilmekteler bunu. Yani fark olarak gördüğümüzü gerçek zenginlik diye tarif etmek yanlış olacaktır.

Halkın tüketim alışkanlıkları ve yaşam şekli hızlı bir değişim içindedir. Eskiden insanlar borçlanmayı, borçlu kalmayı ve borç alarak bir işe atılmayı, gurur meselesi yaparak uzak dururlardı. Günümüz toplumunda borcu olmayan reşit insan kalmadı. Bu haliyle Amerikan yaşan tarzının tam olarak bünyemizie girdiğini söyleyebiliriz. Birtek mortage’ımız eksikti, o da geldi, tamama erdik.

2003 seçimleriyle işbaşına gelen iktidarın ilk yaptığı icraatlardan biri, toplumun en yoksul kesimine önemsenecek bir miktar yardım yapmasıydı. Bunu bir sembol olarak algılayıp gelecekten umutlanmıştım. Yeni gelenlerden toplumun en dibindekilere bir yakınlık mesajıydı. Aradan geçen zaman bu düşüncemi haklı çıkarmadı. Yanıldığımı düşünmemin birkaç nedeni var. Bunlardan birincisi, halkın büyük bir çoğunluğunu rahatsız eden kooperatifler kanunun olduğu gibi durması, halkın kooperatif zulmüne halen açık olmasıdır. Bir diğeriyse bankaların karlarını katlayarak devam etmeleridir. Bir ekonomide en yüksek karı, hiçbir ticari faaliyeti olmayan kurumlar elde ediyorlarsa, o ekonominin sonu çöküştür. Elimde rakamsal veriler yok ve yazımı bu rakamlara boğup okunmaz hale getirmek niyetinde değilim. Fakat herhangi bir banka şubesinin yıllık kazancının bir tirilyon eski lira civarında olduğunu biliyorum. Ülkemizdeki banka şube sayısını düşününüz. Ticaret yapmayan, halka para satarak kazanan bu kuruluşların bu kadar büyük karlar elde etmesi normal midir? Kazandıkları paranın büyük kısmını (kurumlar vergisi olarak) devlete öderler. Geri kalan kısmını ise hiçbir yatırıma yöneltmeden sermaye artırımı olarak kasalarına atarlar. Kazanç olan kısım şimdi karlarına kar eklemnin bir aracı olarak sermayelerine ilave edilmiştir. Bankaların birbiriyle karlılık ve işlem hacmi rekabeti içinde olduklarını biliyoruz. Bankaların kazandıkları her kuruş piyasadan çekilerek atıl kalmış para demektir. Bir esnafın elinde olsa yatırıma dönüşecek olan para, bankanın kasasına sermaye artışı olarak kilitleniyor. Bankaların yeni yatrımlar için sermaye imkanı sağladığını söyleyenler olacaktır ancak bu sadece büyük holdingler için söz konusudur. Küçük yatırımcının bankaya borçlanarak işlerini geliştirmesi neredeyse imkansızdır. Böylece para sadece zenginler arasında dolaşan bir imkan olarak kalmaktadır. Halbuki bizim gibi küçük müteşebbislerin çoğunlukta olduğu ülkelerde daha farklı bir politika izlenmesi gerekirdi. Bankaların işlevi 2003’de başlayan yeni dönemde de değişmemiş oldu. Devleti besleyen büyük arterlerden biri olarak kalmaya devam ediyorlar. Banka kredileri bu şekliyle, zor durumda olanları ferahlatmak için değil, bu zorluktan yararlanıp daha büyük karlar elde etmek içindir. Yapısı itibariyle böyledir. Devlet bu duruma seyirci kalır, düzeltmeyi düşünmez. Çünkü hazineyi beslemektedirler banka şubeleri.

Turgut Özal öncesi dönemde insanlar ticaret yapacakları zaman birbirinden borçlanırlar, bankalara asla başvurmazlardı. Bankayla faiz ilişkisi içinde olmak, toplumda en kötü bilinen işlerle birlikte anılırdı. Özal sayesinde(!) önce borsamız oldu. Banka kapılarından içeri girmeyen halk bir anda borsa oyuncusu olup çıktı. Birkaç kademede yapılan büyük vurgunlarla halkın yastık altı birikimlerini götürdüler. Eskiden çok bilmiş ekonomistler sık sık yastık altında duran paranın ekonomiye kazandırılmasından bahsederdi. Kimsenin beceremediği fakat hayalini kurduğu şeyi ilk cuma namazı kılan cumhurbaşkanımız becerdi. Şimdi yastık altından bahsedilmiyor, çünkü boşaldı. Kimseden borç alınamıyor çünkü yok. Bankalar ise sadece ödeyebilecek olanlara borç veriyorlar. Böylece büyük işletmelerin önü temizlenmiş oluyor.

Ülkemiz insanları ömür boyu çalıştıkları halde başlarını sokacak bir ev sahibi olamamaktadır. Modern zamanları kutsayanlar, tarihin her döneminden daha çok temel haklarımızdan uzaklaştırıldığımızı görmezden geliyorlar. Tarihin hiçbir döneminde bir barınak ve gıda maddesine sahip olmak bu kadar zor olmadı. Yaşamsal önemdeki şeyler hergeçen gün daha çok zorlukla halkın eline geçiyor. Bunun sebebi artan nüfus vs. değildir. Kapitalist ekonomik anlayış, insanın en temel maddelere sahip olmasını zorlaştırarak kar hanesini artımaya bakmaktadır. Sözü mortage yasasına getirmek istiyorum. Batılı zengin ülkelerde uygulanan ve ev sahibi olmayı kolaylalaştırdığı iddiasıyla ülkemize getirildi bu düzenleme. Fakat şu haliyle bankaların karlarına kar eklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Eline para geçen her insan zaten önce kredi kartı borcu ve diğer taksitlendirilmiş borçları için bankalara cebini boşaltmaktadır. Şimdi bir de katlanarak şişirilmiş ev fiyatlarını ödemek için gidecektir. Kira olarak ev sahibine; oradan da bakkala, markete gidip orta halli kesim içinde dolanan para da bankaya gidecek ve piyasalar kavrulacaktır. Sonuçta ev sahibi olacağı umuduna kapılan halk, bir kat daha fakirleşecektir. Ev sahibine minnet etmek istemeyenler her ay bankanın zaten şişkin kasalarını doldurmaya devam edecekler. Bu konunun çok daha basit çözümünün düşünülmemesi, bankaların zenginleştirilmesini tercih etmekten kaynaklanmaktadır. Halbuki şehirlerin etrafındaki geniş araziler imarlandırırılıp, alt yapı götürülse; insanımız buralara çok kolay kendi evini yapabilir. Banka kredileri bunlar için verilse halkın refah seviyesini artırcağından ekonomiyi gerçekten canlandırır. Bu kadar kolay bir çözüm yolunu böylesine dolanbaçlı hale getirip insanımızı daha fazla borç batağına saplamak ancak uluslaraarsı büyük sermayenin düşüncesi olabilir. Halkın yanında görmeyi umud ettiği sistem, dolaylı olarak kendini de güçlendirecek bu yolu tercih etmiş; yanlış yapmıştır.

Bu şekilde hareket etme mecburiyetleri mi var? Globalleşme denilen şey bu mudur? Bütün dünya birbirine entegre olurken aksi yönde karar almak mümkün değilmi? Büyük sermaye tüm haşmetiyle yaşam damarlarımıza çökerken çaresiz boyun mu eğeceğiz? Hangi nitelik ve inançla gelirseniz gelin karar alıcı mekanizmaya direnilemeyecek mi? Öyleyse mücadele ne içindir? Uluslararası sermayeye tam bir teslimiyetle boyun eğecek, fakir halkın son kuruşunu da onlara yedireceksek varlığımızın anlamı nedir?

Ülkemize motor sektör inşaattır. Büyük inşaat işleri devletindir. Devlet, inşaat işlerini ihale yöntemiyle dağıtır. İhale yasalarının değiştirilerek daha şeffaf hale gelmesiyle piyasaların rahatlayacağını umuyorduk; tam tersi oldu. Haksız yoldan elde edilen yüksek kazancın engellenmesiyle millet adına yapılacak yatırımların müreffeh bir toplum ortaya çıkartacağını bekliyorduk. Şimdi devletten işi alanlar yüksek kırımlardan dolayı çok zor para kazanmaktalar. Zor kazanan müteahhid, taşeron firmalara da çok düşük fiyatlarla iş vermekte. Onlar da zarar etmemek için bunu işçi ücretlerinden yahut piyasaya olan borçlarını ödemeyerek çıkartıyorlar. Devlet kasasında kalan paradan halka bir fayda yok. Memur, işçi maaşında artış olarak geri dönmemektedir. Böylece piyasaya can veren sıcak para iyice derine inmekte, ticari hayatı öldürmektedir. Kara para denilen kanunsuz paralar şimdi daha zor giriyor piyasaya. Böylece ambar şişmekte fakat oyuncuların elinde taş kalmamaktadır. ‘Kuyu oyunu’nu devlet kazanacağa benzer. Fakat kazandığını dağıtacak bir yöntem bulamazsa oyunun yeniden başlama ihtimali yok.

Aslında yüksek miktarlarla ambarı şişirmek ve sonra dağıtmak yanlış bir yöntemdir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde müteşebbis yaratmak için bu yapıldığında zararlı olduğu görüldü. Çünkü birileri bunun tadını alıp ambara dadanarak normal oyun oynamayı tercih etmemktedir. Vergi oranları düşürmek en etkili ve adil yöntemdir. Böylece zavalı insanların kazancını zenginlere meze etmemiş olursunuz.

27/3/2008

MANGALA OYUNU NEDİR?

Adnan GÜLLÜ

Elbistan Kaynarca Gazetesi

Tarih : 29.11.2007

“Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, kültürel değerlerimize sahip çıkmayı bilmediğimiz sürece o değerlerimiz milletimiz tarafından unutulurken, gün gelir başka bir milletin kültürel değeriymiş gibi karşımıza çıkarlar.

Unutmamalıyız ki; Tarihini ve kültürel değerlerini unutan milletlerin coğrafyasını başkaları çizer.”Bir kaç hafta önce bana bir telefon geldi. Arayan kişi isminin Aslan Küçükyıldız olduğunu ve kendinin TRT INT televizyonundan aradığın söyledi. Benim bu tanıtıma inanmayan bir davranış içine girdiğimi sezinledi ki konuşmacı, kendisini bana uzun uzun anlatma ihtiyacı duydu. Asıl amacının Mangala oyunu hakkında bilgi istediğini söyledi. Ben şahsen bu oyunu hiç duymadığımı söylediğim zaman, bana Elbistan’la ilgili bilgileri sundu. O bilgileri Internet kanalıyla aldım, siz okuyuculara ilk önce bu bilgiyi Aslan Küçükyıldızın Bey’in kendi kaleminden sunuyorum.
“ Aldığım bilgiye göre Elbistan Ulu Camii’nin bir köşesinde bir taş varmış. Tahmin ettiğiniz gibi bu taşın üzerinde bizim peşinde olduğumuz mangala oyununun oynandığı kuyular varmış. Anlatanlar bu oyunu (adı mangala mı idi yoksa başka bir isimle mi oynanıyordu bilmiyoruz) oynarlarmış. Caminin şimdi emekliye ayrılmış olan eski imamı Sefer Burak hoca, ne yazık ki on beş yıl görev yaptığı bu camii de böyle bir taşa rastladığını hatırlamıyor. Çünkü camide büyük ölçüde restorasyon(yenileme) yapılmış, hala da yapılıyormuş. Bu arada eski kitabeler bile kapanmış, kazınmış. Bu konu, ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu ama, bizi ilgilendiren kısmı bu oyunun oynandığı yer alan, üzerinde 14 veya 16 kuyunun kazılmış olduğu bir taşın şu anda nerede bulunduğunu bilen ya da bilen varsa acilen bizlere bildirmelerini rica ediyorum. Arslan Küçükyıldız “
TRT INT müdürü Sayın Arslan Küçükyıldız’ın amacı Milletimizin kaybolan kültür hazinelerinden biri olan bu “Mangala” isimli oyunu yeni kuşaklarla tanıştırmak istiyor. Arslan Bey’i bu çalışmalarında yalnız bırakmamamızın gerektiğine inandığım için, bende bu çalışmalara karınca kaderince katılmaya karar verdim.
Şöyle oyunlarla ilgili çevremizin tarihsel sürecine baktığımız zaman şunu gözledik. Oyun, insan ve hayvanların var olmasıyla başlamıştır. Hayvanların oyun oynadıklarını düşünmek ilk başta garip gelebilir. Ama gerçekten etrafımızdaki hayvanları dikkatlice izlediğimizde onların oynadıkları oyunları görebiliriz. İki köpeğin birbiriyle kovalaşması, birinin diğerini yakalayınca yere yatırması, ısırıyormuş gibi yapması, sonra diğerinin onu alt etmesi, tekrar kaçması ve bütün bunları yaparken de değişik sesler çıkarmaları yaptıkları eylemin oyun olduğunu ve iki köpeğin de bu işten zevk aldıklarını gösterir. Kedileri, kuşları izlediğimizde de benzer oyunlar oynadıklarını görürüz. Kedi yavrusunun önündeki topu sağa sola yuvarlaması, üzerine atlayıp yakalamaya çalışması, yeni emekleyen çocuğun topu tutmak için yaptığı hareketlerle benzerlik göstermektedir. Doğal olarak insanların çocukluklarının ilk dönemlerinden sonraki oyunları zihinsel gelişimleriyle paralel olarak biçim değiştirmekte zekânın ürünü olmaktadır.
İnsanoğlunun ataları, çevrelerinde gördükleri şeyleri taklit ederek, yaptıkları eylemleri hareketlerle birbirine anlatarak farkında olmadan oyunu yaratmışlardır. Avını avlayan insan avını nasıl avladığını hem kendisinin hem de avının yaptığı hareketleri taklitlerle diğer insanlara anlatmıştır. Daha sonraki dönemlerde sırrını çözemedikleri doğal olaylar karşısında çeşitli eylemlerde bulunmuşlardır. Gündüzlerin ardından gelen gece, şiddetli yağmur, gök gürültüsü, kasırga onları korkutmuş, gündüzün çabucak gelmesi, yağmurun, gök gürültüsünün ve kasırganın bir an önce son bulması için bilinçsiz hareketler yapmışlardır. Bu hareketler zamanla bilinçli yapılan büyüsel törenlere dönüşmüş ve oyun bu aşamada kültürel bir özellik kazanmıştır. Büyüklerin avlarını nasıl avladıklarını anlatırken onları izleyen çocuklar, onun, elindeki sopasını, taşını, avına nasıl attığını günlük yaşamlarında taklit etmişler ve büyüklerine özenerek benzer hareketleri yapmaya başlamışlardır. Bu tür oyunlar çocuklar tarafından nesilden nesile geliştirilerek aktarılmış ve bugünkü oyunları oluşturmuştur. Kaydırak oyunundaki gibi değneklerle ve taşlarla yere konan bir hedefi vurmak, çeliğe vurup uzağa götürmek, bir grubun çeliği çelerken diğer grubun onu yakalamaya çalışması, saklambaç oyunlarında saklanan oyuncuyu arayan ebenin, sakladığı yerden, ebeden önce kaleye gelmeye çalışan oyuncunun tavır ve hareketleri ilkel insanın avcılık sırasında yaptığı hareketlerin benzeri gibidir.
Çocuk oyunları içerisinde taşla, aşıkla(kemikle) oynanan oyunları genelde en eski oyunlar olarak kabul edilmektedir. Arkeologlar yaptıkları çeşitli araştırmalarda bu oyunları anlatan kabartmalar ve mağara resimleri bulmuşlardır.
Gelelim Mangala oyununun tarihine: Türk Milletinin binlerce yıllık oyunu olan Mangala, dünyada Mankala veya Mancala olarak tanınan, Türkiye ‘de ve Türk Dünyasında Mangala, Mankala (Bin Kale), Kale,Mele,Meneli Taş, Kuyu, Kuytu, Kuytak,Küş, veya Güç Oyunu, Emen, Evcik, Altıev, Pıç, Yalak Göçme, Mere Köçtü, Mele Gayası, Beş Taş, Dokuz Taş, Dokuz Kumalak, Tokuz Korgol, Eson Korgol vb. birbirine yakın adlarla bilinen ve daha düne kadar oynanan oyun, çok eski ve önemli bir zeka oyunudur. Avrupa’da ilköğretim çağında ki öğrencilere ders olarak okutulması düşünülmüştür. Ayrıca Satrancın Batı ülkelerindeki rolünü Asya ve Afrika ülkelerinde satrançla birlikte mankala oyunu görmüştür.
Doç Dr. Abdülvahap Kara, bu oyunun 4000 yıllık Türk oyunu olduğunu yazmaktadır. Bu oyunun esası çobanlarca yere kazılan belli sayıdaki kuyulara belli sayıda taşların dağıtılmasına dayanıyor. Ayrıca eski sözlüklerde genellikle çobanların oynadığı çok eski bir Türk zekâ oyunu diye geçmekte ve taşlarını da keçi gübresinden temin ettiklerinden Korgool adı verilmekte. Çünkü Kırgıztan dilinde korgool keçi gübresi demektir.
Batılı bilginler bizden aldıkları bu oyunu dünyaya Arap oyunu diye takdim etmişler, oyunun sanayisini kurmuşlar, internette, bilgisayarda oynanabilir hale getirmişlerdir. Mademki bu oyun bizimdir, onu yeniden keşfetmeli, yaygınlaştırmalıyız yoksa bu ayıpta bize yeter.
Türk Milletinin binlerce yıllık bir oyunu olan Mangala oyunu ne yazık ki unutmuş bulunuyoruz. Oyunu bizden başka bütün milletler bildiği, oynadığı halde biz, oynamadığımız için unuttuk. Oyunu hatırlayan orta kuşak kuralları yeterince bilmiyor, kuralları da bilen yaşlı kuşak ise gün geçtikçe aramızdan ayrılıyor. Bu gidişle, öz ve öz bizim oyunumuz olan Mangala oyununu kurallarıyla bilenleri bırakın, hatırlayan da kalmayacak. O halde ne yapmalı? Öncelikle bu oyunun çok farklı adlarla ve farklı biçimlerde Türkiye’nin ve Türk Dünyasının her yerinde oynandığını bilmemiz, oyunu hatırlamamız ve hatırlatmamız lazım. Bu oyunu hatırlattıktan sonra, oyunun o yörede ki adını, kurallarını, malzemelerini ve oyun varsa oyun tahtasını ortaya çıkarmamız gerekiyor.
Bu arada karşımıza büyük bir güçlük çıkıyor; Bu oyunun her yörede farklı adlarla bilinmesinin yanı sıra, farklı güçlük seviyelerinde oynanmasıdır. Oyun, bazı yörelerde dört çukurla, bazı yörelerde altı, yedi, dokuz çukurla ve çukur sayısına göre değişen taş sayısı ile oynanıyor. Bugün orta yaşta olanların bir kısmı oyunu bilmesine rağmen kurallarını net olarak hatırlayamıyorlar.
Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, kültürel değerlerimize sahip çıkmayı bilmediğimiz sürece, o değerlerimiz bizim millet tarafından unutulurken, gün gelir başka bir milletin kültürel değeriymiş gibi karşımıza çıkarlar. Örneklerini yazmaya kalksak sayfalar yetmez. Unutmamalıyız ki; Tarihini ve kültürel değerlerini unutan milletlerin coğrafyasını başkaları çizer.
Gaziantep yöresinden Araştırmacı Yazar Mimar – Mühendis Abdülkadir Evişen Bey, bu oyunun kendi bölgesinde oynanan mangala oyununun kurallarını yazmış. Bu kuralları siz okuyuculara sunuyorum. Yalnız şunu unutmamak lazım bu oyunun kuralları bölgelere göre küçükte olsa farklılık göstermektedir.
1-) Yedişerli iki sıralı gözleri olan bir oyun tahtası seçilir.
2-) 98 adet it boncuğu (bunlar her türlü taş olabilir) on dört göze rastgele ve hiçbir göz boş kalmayacak şekilde dağıtılır.
3-) Rakip iki oyuncudan birisi avucuna bir miktar taş(it boncuğu) saklayıp “Tek mi, Çift mi?”diye sorar. Karşı taraf ne olduğunu bilirse başlama sırası onda, aksi olunca taşı saklayandadır.
4-) Oyuna başlayarak oyuncu kendi tarafındaki yedi gözden en soldakilere avucuna alıp saat yönünün tersi olmak üzere her göze birer boncuk bırakır. Boncuğun sonunu hangi göze atmış ise aynı işleme o gözdeki (bir sonraki gözden değil) boncuklarını alarak devam eder.
5-) Eğer avucundaki son boncuk, içinde boncuk olmayan göze denk gelir ise oyun oynama sırası karşı taraftadır.
6-) Her zaman oyuna başlayan başta ve arada olmak üzere daima soldaki boncuk olan gözdeki ileri alarak devam eder.
7-) Oyunculardan birisi boncukları dağıttığında son boncuk, gözündeki sayıyı iki veya dört ederse (boncuk miktarı ) o göz ve karşısındaki gözdeki boncukları kazanç hanesine kor. Keza son boncuk, gözdeki boncuğu ikiye tamamladığında eğer o gözün solundaki iki veya dört ise aynı şekilde o göz ve karşısındaki gözdeki boncukları da kazancına ekler.
8-) Oyunculardan birisi (7.madde) şartına uyarak boncuk alırsa oyun sırası karsıya geçer.
9-) Boncuklar bittiğinde sayılır, çok olan kazanmış olur.

Bu öz be öz Türk kültürünün eski bir zeka oyunu olmasından dolayı bunun yaygınlaşması gerekmektedir. Öncelikle değişik bölgelerde ve değişik adlarda oynanan bu oyunu müşterek kurallar etrafında bütünleştirerek, ana kuralın oluşmasını sağlamalıyız. Bu işler başta İlköğretim ve liselerde, görev yapan Beden Eğitimi, Edebiyat, Halkbilim öğretmenlerimiz, Halk Eğitim ve Kültür Müdürlükleri, Üniversitelerimiz, Kültür Bakanlığı Halk Kültürünü Araştırma ve geliştirme Genel Müdürlüğü önemli roller ifa edebilirler.
TRT İNT Müdürü Sayın Arslan Küçükyıldız, şimdilik bu konuya öncülük yapmaktadır. Bizlere düşen görev ise, elden geldiğince yardımcı olmamızdır. Çünkü unutulan kültürel değerlerimizin gün ışığına çıkması ile dünümüzle olan tarihsel bağlarımız güçlenerek geleceğe taşınacaktır.
Aşağıda çukurlarına üçtaş yerleştirilmiş bir mangala oyunun şeması

(Şema, yazının alındığı http://www.elbistankaynarca.net/haberdetay.asp?bolum=122&uyeid=3 sitesinde bulunamadığından aktarılamamıştır. A.K.'ın notu)


HAZIRA DAĞ DAYANMAZ!

Kendi kültürünü işlemeyenin elinden alıp işler ve kendine mal ederler!

Bundan para da kazanırlar!

İşte size oyunun formlaştırılıp internet oyunu haline getirilmiş şekli, güle güle oynayın!

http://www.aflcio.org/unionshop/games/game_mancala.cfm

Ondan sonra biz neden bunu daha önce düşünmedik diye saçımızı başımızı yoluyoruz.

Geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye!

Hazıra dağ dayanmaz!

Ne zamana kadar ata mirasını böyle har vurup harman savuracağız?

Soru bu!

13/9/2007

İNTERNETTE DOKUZ KUMALAK / TAŞ OYUNU

Togiz Kumalak, Toguz Korgool, Dokuz Tas diye adlandirilan Turk zeka ve strateji oyunu konusunda bilgilerini bizlerle paylasan arkadaslara tesekkurler. Hepsi aydinlatici ve yon verici oldu.
Buna benzer oyunlarin baska halklarda, ozellikle Afrika ve Ortadogu halklarinda oldugundan daha once bahsetmistik ve bunlara genel olarak "Mankala Oyunlari" adinin verildigini soylemistik.
Ne yazik ki, bu oyunumuzu Turkler olarak belirli yastan sonrakilerin cocuklukta oynadigini hayal meyal hatirlamalarinin disinda, genelde unutmus gorunuyoruz.
Fakat diger halklar unutmamislar, hatta gunumuz imkanlari cercevesinde, ozellikle internet ve bilgisiyari kullanarak daha da gelistirmislerdir. Bilgisiyar yazilimcilarimizi Turk versiyonunu da gelistirmeleri temennisiyle, sizlere asagida bir mankala oyununun hos bir internet versiyonunun adresini veriyorum.
Kurallarina alisinca zeka gelistirici ve eglenceli oyun oldugunu goreceksiniz. Burada oynayacaginiz oyun, Kazakistan'da federasyonu kurulan Dokuz Kumalak oyununun basit bir versiyonu oldugu unutulmamalidir.
Hic oynamamis olanlar icin oyunun kurallari:
Mankala her iki yanda altisar oyun ve birer de kale adi verilen sayi cukuruyla oynanir. Oyunun basinda 12 oyun cukuruna ucer tane tas (ya da tohum ya da top vb.) birakilir. Ilk oyuncu kendi tarafindaki 6 cukurdan birini secer ve icindeki taslari, saatin tersi yununde, siradaki cukurlara birer birer birakarak ilerler. Rakip kaleye tas birakilmaz ve kendi kalenize biraktiginiz her tasi kazanirsiniz. Son tasinizi kendi kalenize birakirsaniz bir kere daha oynarsiniz. Eger son tas kendi tarafinizdaki bos oyun cukurlarindan birine gelirse bu bos cukurun karsisindaki rakip cukurdaki tum taslari kazanirsiniz ve son biraktiginiz tasla birlikte kendi kalenize gecirirsiniz. Bir taraftaki tum cukurlar bosaldiginda oyun biter ve rakip taraf kalan tum taslarini kazanmis sayilir. En cok tasi toplayan oyunu kazanir.
Mankala oyunlari konusunda genis bilgi icin bkz.
Iyi eglenceler dilegiyle,
Abdulvahap Kara

turkdunyasicografyasi@yahoogroups.com wrote:



Re: Toguz Korgool (Dokuz Tas)
Posted by: "Kastamonulu1 Kastamonulu1" kastamonulu1@... kastamonulu1
Date: Mon Aug 6, 2007 2:28 am ((PDT))

Memleketim olan Kastamonu/Devrekani'de "kuyu" veya "amen" denilen benzer bir
oyun vardır. Bu oyunda karşılıklı iki sıra olarak beşer kuyudan (çukur)
toplam on çukur açılır. İçerisine dokuzar taş konulur. Sıraya göre ve
tercihe göre kişi kendi tarafındaki beş kuyudan birinden başlar ve saat yönü
veya tersi başlayana göre belirlenerek dağıtılmaya başlanır. Taşları alınan
kuyuya bırakılmadan başlanarak eldeki taşlar bitene kadar dağıtılır. Sonuncu
taş konan kuyuda başka taş varsa tamamı alınarak dağıtılır. Eldeki son taş
boş bir kuyuya denk geldiğinde karşısındaki kuyuda kaç taş varsa tamamı
kazanılmış sayılır. Hareket edilemeyecek seviyede az taş kalınca oyun biter.
En fazla taşı olan kazanmış sayılır.

Makalede anlatılan mankala oyunlarına göre yöremizde oynanan (küçükken ben
de oynamıştım ama şuan hatırlayamadığımdan anneme sorarak bu kadar
hatırlayabildik) bu oyunun da Ortadoğu kökenli olduğu kanaati uyandı.

Ayrıca bölgemizde oynan beştaş adlı bir oyun daha vardır. Bunda da taşlardan
biri yukarı atılarak taş düşene kadar diğerleri ya ele alınır veya çeşitli
şekillerde işler yapılarak bir sonraki aşamaya geçilir. Bu oyunu Amerikan
filmlerinde de görmüştüm. Tam ismini hatırlamıyorum.

Bir başka oyun olarak ise adına "cöge" (ö harfi o-ö arası bir şekilde
söylenir) dediğimiz bir oyun daha oynanmakta idi. Bu oyun harmanlarda veya
düz yerlerde oynanırdı. Köklü bir taşın toprak üstünde kalan küçük kısmına
(5-10 cm toprak üstünde bir tencere ters dönmüş kadar bir çıkıntı) küçük bir
taş konulur ve çeşitli yöntemlerle seçilen (genelde taşı en uzağa fırlatma
veya bir hedefi vurma) kişi ebe olur. Herkesin elinde birer taş vardır. Bu
taş hem atılması kolay şekilde hem de vurulmaması için büyük olmamalıdır.
Ebe cöge denilen yere konulan taşın etrafında elinde kendi taşı ile bekler.
Diğerleri belli uzaklığa attıkları taş ile bu yerdeki taşı vurmak için adım
adım yaklaşırlar. Ebe elindeki taş ile diğerlerinin taşını vurursa ebelikten
kurtulur. Diğerleri cöge taşını vurdukça sayısı artar ve belli bir sayıda
oyun dışı kalır. En son oyunda kalan galip olurdu. Aklımda kaldığı kadarı
ile böyle bir oyundu.

Böyle bir bilgiyi verdiğiniz ve hatırlattığınız için teşekkür ederim.

Saygılarımla.

Cihangir ER


2007/8/5, Barsbek Kagan :
>
> *Kırgız Türkleri'nde Dokuz Kumalak (Dokuz Tas) oyunu Toguz Korgool
> olarak adlandırılmıştır. *
> **
> *Toguz Korgool*
> * *
> Dokuztaş oyunudur. İki kişi oynar. Rakipler dokuzar taşı 18 oyuğa
> yerleştirmeye uğraşırlar. Toguz korgol'un kazan denilen iki büyük çukurudan
> oluşur. Tahtadan yapılmış ve üzerinde çukurlar(evler) bulunan oyun
> tahtasıdır. Toplam ev sayısı 9'ar 9'ar 18'dir. Bu oyunda hedef, evlerde
> bulunan taşları korumak ve en çok taşı utmaktır yani kazanmaktır.