29 Kasım 2008 Cumartesi

sayfa 5

Yörük Oyunları

Haziran 12, 2008

ÇELİK :

İki takım kurulur, bir değnek 70 cm uzunluğunda, bir çelik 25 cm uzunluğunda hazırlanır. Güdenler içinde çalı hazırlanır. Oynanan oyuncu oyunun kuralına göre değnekle çeliğe vurur, karşı taraf yani güden taraf çalıyla çeliği havada vurmaya çalışır. Vurursa oynanan tarafla yer değiştirir. Vuramazsa oyuncunun bulunduğu yere çeliği atar, taşı vurursa yine oyuncular yer değiştirir, vuramazsa oynayan yani değneği vuran çeliğin bulunduğu yerden değnekle taşın yanına kadar ölçer. 1-2-3-4-5-6-7-8-9 ve sonra dıkız diyerek bir üst oyuna geçer. Çelik oyununun ilk kademesi yumrukla başlar, el, uç, bel, bacak, daşpat, dikik ve yelli ile biter. Özellikle yellide çok güdülür, çünkü çelik çok uzağa gider. 10 değnek boyu tel gatma sayılır.

Oynayanlar; güdenlere biner taşın yanına kadar gider, sonra oyuncular yer değiştirir, oyun böylece sürüp gider.

Y I K I K :

Yassı taşlar üst üste konur. Dokuz adım uzakta yer tespiti yapılır. oyunda güdenle oynayan tarafı tespit etmek için küçük yassı taşın bir tarafına tükürülür. Takımlara yaş mı? Kuru mu? diye sorulur ve taş havaya atılır. Kimin dediği şekilde üste gelirse o oyuna başlar, diğer taraf güder. Dokuz adım öteden taşlarla oynayan taraf taşı atar, üst üste konan taşları vurur, vuramazlarsa oyuncular yer değiştirir. Şayet vururlarsa güden taraf yıkılan taşları tekrar üst üste kor ve taşı atanı yakalamaya çalışır. Yakalarsa oyun yine yer değişir. Yıkık oyunu böylece devam eder.

T O K A L A

Küçük bir çukur kazılır. Ağaçtan topa benzer şekilde tokala yapılır. Ucu eğri ağaçlarla oyuncular takımlara bölünür. Değneklerle tokalaya vurulur ve yere kazılan çukura tokala katılır. Bu oyun, köyün yaşlıları dedelerinden öğrendiklerini söylediler. Golfa benzeyen bu oyunun muhtemelen Türklerden çıktığı görülmektedir.

BABIÇ KAPMA

Ortaya bir ağaçtan kazık çakılır, bu kazığa ip bağlanır. Oyuncular ayakkabılarını çıkarır, kazığın yanına korlar. Herhangi bir hayvanın dışkısı da kazığın yanına konur. Oyuncuların en açıkgözünün eline ipin bir ucu verilerek babıçları (Ayakkabıları) koruma görevi verilir.Oyuncular değnekle babıcı bekleyeni dürterler ve babıçları kapmaya çalışırlar. Babıçları koruyan da ipi bırakmadan babışları kapmaya çalışanları yakalamaya çalışır. Yakalarsa, babıcı bekleme görevi yakalanana verilir. Son ayakkabı da kapılırsa eli ipte olan kişi kazığın yanına konan dışkının hayvanına göre ses çıkarır. Yani öküz dışkısı varsa böğürür. At dışkısı varsa kişner (..vb)

KAYA

Kaya oyununun diğer adı da “Beş taş dır. Genellikle kadınlar oynarlar. Beş tane yuvarlak taş toplanır, taşın beşi- de avuç içine sığabilmelidir. Beş aşamalı bu oyunda bir taş elde diğer taşlar yere atılır. Eldeki taş havaya atılır, her taş düşünceye kadar yerdeki taşların bir tanesi alınır. Dördü de alınırsa ikinci oyuna geçilir, Yere atılan taşlar bu defa ikişer ikişer alınır. Üçüncü turda yere atılan taşlar bir ve üç olarak alınır. Dördüncü aşamada havaya atılan taş yere düşmeden yerdeki taşların dördü de bir anda alınır. Beşinci aşamada orta parmak işaret parmağın üzerine bacak çelmiş gibi dolanır, işaret parmağı ile baş parmak arası açılır, köprü gibi yapılır. Taşlar tek tek bu köprünün altından geçirilir. Havaya atılan taş düşürülmeden biterse tel girmiş sayılır.

ARAP OYUNU

Düğünlerde erkek evinde gece ortaya büyük ateş yakılır. Davul, zurna eşliğinde yapılan oyunlar arasında üzerine keçi derisinden tulumunu, ayağına eski çarık giymiş şahıs yüzünü kömürle boyar, önüne çan yada kemik takar, eline içi kül dolu torba, diğerine kuru soğandan yapılan tespih alır.

Arap naralar atarak meydana gelir, elindeki kül torbasını zaman zaman seyircilere vurur, torbadan çıkan külle seyirciler beyazlaşır, herkes arap dan uzak durmaya çalışır. Arap “Naciye Naciye” diye bağırarak kadını arar. Kadını seyirciler saklarlar, iki jandarma gelir kadını sorar, arap görmediğini söylese de bir güzel dayak yer ve jandarmalar gider.

Sonra kadın ortaya çıkar ve davul zurna önünde oynamaya başlar. Öyle hareketli oynar ki belini incitir. Yere yüz aşağı uzanır. Kırıkçı çıkıkçılar yani olçumlar getirilir, kadını iyi edemezler, ayıya çiğnetirler yine iyi edemezler. Bunun üzerine arabı çağırırlar, arap kadının üzerine atlar ve kadın iyileşir. Ayağa kalkar ve tekrar oynamaya başlar. Arap kadını sahiplenmeye çalışır. Oysa kadını Ağa sahiplenmektedir. Arap kadını kaçırır. Ağa, arabı elindeki pıynar sopasıyla döver, bir ara fırsatını bulan arap kadını yine kaçırır, ağa yine arabı koşturur ve yakalar, elindeki pıynar sopasıyla, arapa, bir araba sopa atar.

Ağa tahtadan yapılan ve üzerine çul örtülen eşeğe binerek kadınla oyun yerinden ayrılırken, arap yine gelir ve kadını kaçırır, bir süre bulunamaz. Kadın rolündeki aslında erkektir. Sadece kadın kıyafeti giymiştir. Arap yakalanır, argo sözlerle halkı gülmekten kırıp geçirir. Elindeki kül torbasını seyircilere vurmayı da ihmal etmez.

Arapın neşeli anında ağa jandarmalarla gelir. Hemen mahkeme kurulur Ağa, Jandarma, Muhtar, Aza araba cezasını keser, falakaya yatırılır, arap dayaktan kurtulamaz. Yarenlik yöreden yöreye az farklarla devam eder. …

http://www.cankurtarankoyu.com/Sayfa_Modul.asp?nedir=sayfa&id=9

Kızderbent te oynanan halk oyunları

Haziran 12, 2008

Kızderbent mübadillerinin halkoyunları, kendilerine özgü figürler taşır. Biraz Ege bölgesi halkoyunlarını, biraz da Balkan yarımadasının yerel kültürlerinin folklorunu andırır.
Belli başlı oyunlar arasında Kasap oyunu bahriye çiftetelli?si çifte Rumeli karşılaması, Zigoş (cüguş) ve Debreli Hasan sayılabilir Cüguş, erkekler tarafından oynan bir oyundur. En az altı kişiyle, ancak idealde 6 çift (12 kişi) ile oynanır. Drama iline bağlı Libotun kasabasının Zigoş köyünün adıyla bilinen bu oyun, kendisine özgü melodisinin davul zurna ile çalınması ile başlar. Bu melodi çalınırken oyuncular ağır hareketlerle eş seçer, karşılıklı sıralanır. Başlangıçta son derece ağır hareketler eşliğinde oynanan oyun, gittikçe hızlanan ezgisiyle birlikte hareketlenir. Sert figürlerin ardından zurna susar, oyuncuların el çırpışları ve sert davul sesleriyle devam eden oyun, yine ezgisiz davul vuruşları eşliğinde devam ederken oyuncular ellerini kuşaklarına sokar, naralar atılır. Zurna tekrar çalmaya başlayınca sert hareketlerle çömelmelerin yapıldığı figürler yapılır. Bir ara mübadillerin hora diye adlandırdıkları biçimde kol kola sıralanarak oynanan oyun, sonra yeniden çiftler halinde devam eder. Serbest salınımlar ve kucaklaşmanın ardındn oyun biter.
Debreli Hasan oyunu ise en az 6 kişiyle oynanır. Mübadillerin zevkle ve gururla oynadıkları bu oyunda omuz omuza dizilen oyuncular, biraz da asimetrik ayak hareketleriyle, oldukça ağır bir tempoyla, bazen çökerek ya da eğilerek mağrur figürlerle oynarlar. Oyun sırasında genellikle Roman kökenli olan zurnacı, sırayla oyuncuların kulaklarına doğru çalarak para ister. Oyuncular, banknotları huni biçiminde sarıp zurnanın deliğine sokar. Debreli Hasanı oynayan içinde maddi durumuna güvenenler en başa geçip bol bahşiş verir, bahşişi bol verecek kişi, zurnacının uzun uzun kulağına çalmasını sağlar. Bu oyunda verilen bahşişin miktarı, oyuncuların maddi gücünü gösteren bir ölçüdür.
Diğer mübadil oyunları arasında, Paşa Dudu, Ağacenin Fatmesi, karşılama, tirtom gibi Batı Trakya oyunları dışında telgrafın telleri ve kasap gibi yine Ege - Rumeli kültürünün ortak oyunları da sayılabilir.Bu oyunlar, bir davul ve iki kısa zurnadan oluşan “çalgı” denen yerel orkestra eşliğinde oynanır ve her oyunun kendisine özgü bir melodisi vardır.

Koç oyunu:(HASAN AKAR)
Koç oyunu dedigimiz oyun eskilerde kalan fakat 30 lu 40 lı yaşlardaki kızderbentlilerin bile hatırlamadığı bu oyun aslında bugün bile oynanılabilecek bir oyundur
Koç oyunu nasıl oynanır 4 veya 5 er kişilik iki ekip tarafından oynanırdı. Yol üzerine 20-25 metre mesafede iki çizgi çizilir, ortada kıl top veya üzeri bez ile kaplanmış bir kozalak top konur her iki ekip elemanları ellerinde topuzlu değnekler veya kızılcık sopaları ile topu dürterek / vurarak karşı tarafın çizgisinden geçirmeye çalışır. Bugünkü ayakla oynanan futbolun ayak değmeden sadece değnekle topa vurulan türü gibiydi.

Çancılık oyunu:(NUMAN AYDEĞER)Dellikanlı başkanlıgının organize ettigi yirmili otuzlu yaşlardaki gençlerim bile hatırlamadıgı tarihini kimsenin hatırlamadıgı ne zamam nereden geldigi bilinmemektedir çok zamandan beride oynanmayan bir gelenektir
çancılık oyunu delikanlılara biraz organizeyi öğretmek biraz da gençlere bir gelir elde etmek için yapılan bir organizazyondur.
delikanlı başı ve ekibi kendi ve yardımcılarının gençleride organize ederek köy kadınlarının saya dedikleri sayayı ve çember dedikleri eşarp’ı giyerek avul zamanı dedikleri mısır kırmazamanı eylül ekim aylarında gençler tanınmayacak şekilde giyinirler bellerine ve boyunlarına taktıkrarı çanlarla oynayarak zıplayarak tüm köy gezelir her evden birkaç kiloyu geçmeyen sekilde mısır toplanır hatta bazen diyer köylerede gidilir diyer köylerede gelenekler hatırlatılır onlardan da mısır toplanırdı toplanan mısır çuvalı taşınmaz hale geldinde o eve bırakılır daha sonra eşeklerle taşınırdı toplanan mısırlar bir tüçcara götürülür parası gençler arasında bir ziyafet çekilir tatlılar hazırlanır etler pişirilir çok güzel arkadaşlıklar kurulur eglence yapılır birdahaki seneyekadar burada yapılanlar birdahaki seneye kadar konuşulurdu
bu gelenek simdilerdeki gençlerin hatırlamadıgı bir gelenektir.
Koç oyunu(HASAN AKAR)
Koç oyunu dedigimiz oyun eskilerde kalan fakat 30 lu 40 lı yaşlardaki kızderbentlilerin bile hatırlamadığı bu oyun aslında bugün bile oynanılabilecek bir oyundur
Koç oyunu nasıl oynanır 4 veya 5 er kişilik iki ekip tarafından oynanırdı. Yol üzerine 20-25 metre mesafede iki çizgi çizilir, ortada kıl top veya üzeri bez ile kaplanmış bir kozalak top konur her iki ekip elemanları ellerinde topuzlu değnekler veya kızılcık sopaları ile topu dürterek / vurarak karşı tarafın çizgisinden geçirmeye çalışır. Bugünkü ayakla oynanan futbolun ayak değmeden sadece değnekle topa vurulan türü gibiydi.

Çelik çomak oyunu:(LÜTFÜ ÖZYAPI) bu oyunu oynamak için önce oyun aleti bir çelik bir de sopa gereklidir. genişçe bir boşluk alan bu oyunu oynamağa en müsait yerdir. burada yerde sopanın ucu ile dar uzun, eni beş santim sopanın ucu girecek kadar. boyu da on santim.on ila yirmi santim boylarında ve başparmak kalınlığında adına çelik dediğimiz kısa bir dal. bu açılan çukurun üzine uzunluğu enine gelecek şekilde koyulur. kırk elli santim boylarında bir sopanın ucu çeliğin altına gelecek şekilde çukura sokulur. ve sopaya var gücü ile abanılarak çukur üzerindeki çelik uzaklara atılır. birerli yada ikişerli büyük geniş arazide üçeril de olbilir. rakip oyuncular atılan bu çeliği yere düşmeden hava da yakalalarsa el onalar geçer ve onlar kuyubaşına gelerek çeliği kuyu üçzürinden sopanın ucu ile en uzağa atarlar. atılan tarafta olan rakip uyuncular aynı şekilde bu çelik denen odun parçasını havada tutmaya çalışırlar atan kişi çeliği rakiplere tutturmayacak şekilde atmaya çalışır. çelik tutulamayıp yere düşerse bu defa çeliğin düştüğü yer sınır kabul edilir ve yaklaşmadan kuyunun üzerine enine yatırılan sopaya çelikle vurmağa çalışılır. vurulursa eli kendilerine alırlar ve oyuna onlar devam eder. kuyu üzerinde enine yatırılmış olan sopaya vuramazlarsa oynayan taraf çeliği yontulmuş uclarından bir tarafını oyunu oynanacağı yöne doğru yere koyar.yer ile boşluk olan ucuna yerden yeterli zıplaması sağlanır ve zıplayan çelik parçasına sopa ile ileriye en uzağa gidecek şekilde vurulur.bu üç devfa yapılır. vursa da vuramasada bu kural değişmez. çelik vurularak götürüldüğü uzaklıktan kuyunun yanına kadar adımlanarak sayılır. anlaşmaya göre her elili yada yüz adım bir dalya anlamına gelen bir semer atama hakkı kazandırır. SEMER: Sopa avuçta havaya doğru omuz hizasında tutlur. avuç içinde sıkıca tutulan sopanın tam yumruk haline gelmiş elin sopayla bitişiğine çelik dediğimiz kısa parça konur. sonra el omuz hizasından havaya doğru esnetilerek, çeliğe havada sopayla vururularak mümkün olduğu kadar uzağa gitmesi sağlanır. eğer rakip oyuncular atılan bu semeri tutarlarsa semeri onlar kazanmış olur ki oyun bittiğinde en çok semer elde eden rakip oyuncuların sırtına binerek oynana kuyu etrafında harman şeklined üç defa tur attırılır.
bilmem anlatabildim mi. aslında deneyerek yapılısa daha iyi anlaşılır. bu oyunun bir sakıncası sopa ile vurulan çelikin tutulmak istendiği zamanlar ve bazen hatalı vuruşla tehlike yaratabilir dikkat etmek lazımdır.
AĞABİ OYUNU:(LÜTFÜ ÖZYAPI) genelde köy dışında kuzu otlatırken vakit geçirmek için oyanan bir oyun. uzun bir taş yirmi otuz santim kadar bulunur. yassı veya silindir şeklinde yuvarlak olubilir. önemil olan uzun ulması. bu taşın toprağa bir ucu saplanır. belli bir mesafeden ona nişan alınarak yumruk büyüklüğünde taşlarla yıkmağa çalışılır. taşa vuramayanlar yıkılan taşı dikme ile cezalandırılır.
GAMA OYUNU:(LÜTFÜ ÖZYAPI) genellikle kızlar oynardı bu oyunu. yere toprağa ortadan geçen bir çizgi ile paralel karşılıklı dort adet kare odacıklar çizilir. el tabanından biraz büyük dört köşe tahta parçası, birinci odacıktan başlayarak tek ayak yerden kalkık vaziyette dieğer tek ayakla gama dediğimiz bu dörtköşe yani eşkenar dörtgen tahta parçası tek ayakla dört odayı çizgi üzerinede kalmıyacak şekilde sürülür. dört odanın üzerinden öbür başa geçince yerden kesik olan ayak yere bısılabilir.aynı şey bu defa öbür odacıklar üzerinden gama çizgiye değer şekilde kalmışacak şekilde sürülerek bu tarafa
gleniri. her hatasız gelişte yeni başlangıç bir sonraki adacıktan başlanır. odacıklar üzerinde tek ayakla dolaşmak şartı ile sekizinci odacığı da oynayarak önce bitiren oyunu kazanır….


Dokuz taş oyunu :Dokuz taş oyuncuların taşlarıyla bir sıra oluşturmaya çalıştığı bir oyundur. Bir yere iç içe üç kare çizilir ve kenarları orta noktalarından birleştirilir. Böylece 12 köşede ve 12 kenar üzerinde olmak üzere 24 nokta ortaya çıkar.
Oyunun başında, iki oyuncu sırayla birer birer taşlarını noktalara yerleştirir. Dokuzar taş yerleştirildikten sonra sırayla hamle yapmaya başlanılır. Yatay, dikey veya çapraz bir üçlü dizebilen oyuncu rakibinin bir taşını dışarı atma yani ?kırma? hakkı kazanır. Fakat bir üçlü dizi içindeki taşlar kırılamaz. Eğer tüm hepsi üçlülerin bir parçasıysa herhangi biri kırılabilir. İki taşı kalan oyuncu, oyunu kaybeder.
Beş taş oyunu:Kaç kişiyle oynanır: Birden fazla kişiyle oynanır Malzemeler: Beş tane yuvarlak taşla oynanır.Nasıl oynanır: Oyunun aşamaları şöyledir. A. Birler: Taşlar serbest yere bırakılır. Ebe yerdeki taşlardan uygun olanını seçer. Seçtiği taşı havaya atar. Her attığında yerden bir taş alıp havaya attığı taşı yakalar. Yerdeki taş bitinceye kadar işlem devam eder. Eğer havaya attığı taşı kapamaz veya yerden almak istediği taştan başka taşa dokunursa oynama hakkını arkadaşı kazanır.B. İkiler: Taşlar yere bırakılır. Taşların içinden uygun olanı ele alınır. Yerdeki taşlar ikişerli olarak alınmaya çalışılır.C. Üçler: Taşlar yere atılır taşın biri tekli olarak ele alınır. Diğer üçü tek seferde alınmaya çalışılır. D. Dörtler: Taşlardan uygun olan bir tanesi havaya atılır. Yerde kalan dört taş bir seferde alınmaya çalışılır.F. beşler: Taşlar yere atılır. Başparmak ve şahadet parmağının arası açılarak bir kale görüntüsü verilmeye çalışılır. Oyuncu yerden bir tane uygun taşı eline alır. Rakip oyuncu en son parmağın arasından geçecek taşı seçer. Bu taş diğer taşların parmaklar arasından geçirilmesine engel olacak taştır. Oyuncu eline aldığı taşı havaya atar. Havaya attığı esnada yerdeki taşı kaleden geçirmeye çalışır. Bunun için iki hakkı vardır. Birinci seferde taşı düzeltir. İkinci seferde taşı parmakları arasından geçirir. Eğer bu esnada taşı başka bir taşa çarptırır veya havaya attığı taşı kapamazsa hakkını rakip oyuncuya verir. Tüm bunlardan sonra oyunun final bölümüne geçilir. Taşların tamamı avucunun içinde hafifçe yukarı doğru atılır ve avucun tersiyle taşlar tutulmaya çalışılır. Avucunun tersinde en çok taş kalan oyuncu oyunu kazanır
Birdir bir oyunu:Kaç kişi oynanır: Bu oyunda belli bir kişi sınırlaması yoktur. Kişi sayısı arttıkça oyun daha zevkli bir hale gelir.
Malzemeler: Oyunda kullanılması gereken bir şey yoktur.
Nasıl oynanır: Birdirbir dünyanın her tarafında sevilerek oynanan bir oyundur. Oyunun başında bir ebe seçilir. Ebe öne eğilerek ellerini dizlerine dayar. Diğerleri bir kaç metre arayla sıra oluştururlar. Oyuncular sırayla koşarak eğilmiş duran ebenin üzerinden ellerini sırtına bastırıp bacaklarını açarak atlarlar. Atlarken de sırayla tekerlemenin dizelerini söylerl
?Birdirbir
İkidir iki, olur tilki,
Üçtür üç, yapması güç,
Dörttür dört, kuş gibi öt,
Beştir beş, aldım bir eş,
Altıdır altı, yaptım kahvaltı,
Yedim yedi, elim sırtına değdi, sekizim seksek,
Dokuzum durak?
Dengesini kaybeden ya da düşen oyuncu ?yanmış? sayılır ve yeni ebe olur
Gama oyunu (sek sek):Herkes tarafından bilinen sek sek oyunudur. Oyun yere karenin içine kare yaparak küçük kareden büyük kareye köşel birleştirilir veya bir zarf seklinde kare çizilir ve ona merdiven seklinde üç basamaklı kare ler eklenir İlk gidiş bitince sondan başa dönüş yapar. Başta çift ayak gidiş dönüşün ardından tek ayak gider ve tamamladığı karelerin içine ismini yazmaya başlar. Başkasının kutusuna basmadan gidiş dönüşü bitiren oyunu kazanır.
Haya maya oyunu:Bir kaçma kovalamaca oyununun adıdır. Adını başlangıçta söylenen tekerlemeden almış olsa gerek. “Haya maya, kum kaya. Irakıyı içtik, tarlayı biçtik.” Sözleri eller birbiri üstüne konup yukarı aşağı ritmik sallanırken birlikte söylenir. Söz bitince eller türlü şekillerde tutulup beklenir. Kimin hareketi farklıysa o kenara gelir. Ebelikten kurtulmuştur. Bu işlem sürdürülür. En arkaya kalan ebedir. Oyun yeri belirlenip oyuncular kaçarken ebe onları tutmaya çalışır. Tuttuğu oyuncuyu belirlenen oyun yerine getirir. Bundan sonra hem tuttuğunu korumak, hem de öteki oyunculara dokunmak gerekir. Dıştaki oyuncularda tutulmamak için çabalarken tutulan arkadaşlarını kaçırıp kurtarmak görevini de üstlenmiş olurlar. Böylece bütün oyuncuların tutma işlemi bitirilince ebenin seçeceği birisi yelmeye başlar. Ebe iki kişiden olduğu gibi oyuncular iki kümeye ayrılarak ta oynayabilir bu oyunu. İşte çeviklik, yarışma hırsı, yardımlaşma ve dostluğu içinde barındıran çok yönlü bir oyun.
Yağ Satarım Bal Satarım oyunu: çocukların daire şeklinde çömelmesi ile En az beş kişi oynanır. Bir de mendile ihtiyaç vardır. Gönüllü varsa ebe olur. Yoksa kurayla ebe belirlenir. Hep beraber el çırparak şarkımızı söylerken, ebe, dairenin etrafında tempoya ayak uydurarak dolaşmaya çalışır. Ve birinin arkasına gizlice mendili bırakıp, başlar kaçmaya!

Mendil Kapmaca oyunu:Ortada mendili tutacak biri seçilir. Sonra çocuklar aldım verdim ben seni yendim oyunuyla iki gruba ayrılırlar. Çizgilerden çıkış yapan çocuklar arasında mendili yakalayan yakalayamayanı mendille ebelemeye çalışır.

Bezirgan başı oyunu:Bezirganbaşı tekerlemesi ile ebe seçilir. Oyuncular seçilen 2 ebenin kolları altından tekerleme eşliğinde geçerler. Başta verilen isimleri bilemeyenler ebelerin arkalarına geçerler ve 2 farklı takım oluşturulur. Ardından ortaya bir çizgi çizilir ve 2 takım çizinin gerisine ip ile kim düşecek çekişmesi yapar
Sekiz Kuyulu Taş oyunu:2 kişi ve 16 şar 16 şar paylaştırılmak üzere toplam 32 taşla oynanan oyunda oyuncular önlerine karşılıklı 4 er çukur kazar ve her çukurun içinde 4 taş yerleştirir. Kura ile seçilen oyuncu başlamaya hak kazanır. Başlayan oyuncu kendine ait çukurlardan 4 taş alır istediği çukurdan başlayarak sırayla her çukura 1 er taş koyar. Diğer oyuncu da aynı eylemi tekrarlar. Bu taş yerleştirme esnasında kendi çukurunda 1 taş bırakmayı başaran oyuncu karşısındaki diğer oyuncunun çukurundaki bütün taşları almaya hak kazanır. Rakibin taşlarını toplamayı başaran oyuncu kazanır .
Patlangaç oyunu:Genellikle kırda inekleri otlatırken oynanan oyundurbir mikrar çamur kil ile oynanır, en az 2 kişilik bir oyun. Çamurla toprak kap yapan çocuklar onu yere patlatır. En güçlü kim patlatırsa o yüksek bir puan alır. Sonuçta puanlar toplanır, kaybeden kazananı sırtında taşır.bu oyun bazen düz bir zemine bezende taş duvar veya taştan bir zeminde oynanır
Dönmece oyunu:Adından da tahmin edeceğiniz gibi, bu oyunda bol bol dönüyoruz. Oyunumuzu oynayabilmek için en az altı kişi olmalıyız. Sayışarak iki gruba ayrılınır. iki grup, kendi arasında anlaşarak toplam kaç sayı toplaması gerektiğini kararlaştırır. Her oyuncu topu havaya atarak kendi etrafında dönmeye başlar top yerde bir defa zıplayıncaya kadar kaç defa dönerse grubun kendi hanesine yazılır. Başta kararlaştırılan dönme sayısını tamamlayan grub oyunu kazanmış olur.
Yağ Satarım Bal Satarım oyunu: En az beş kişi oynanır. Bir de mendile ihtiyaç vardır. Gönüllü varsa ebe olur. Yoksa kurayla ebe belirlenir. Hep beraber el çırparak şarkımızı söylerken, ebe, dairenin etrafında tempoya ayak uydurarak dolaşmaya çalışır. Ve birinin arkasına gizlice mendili bırakıp, başlar kaçmaya!

Yummaca oyunu: (saklanbaç oyunu)Sayma yötemiyle önce bir ebe seçilir ebe oynanacak yer daha önce seçilir bazen bir evin köşesi bazende bir direk bazende bir taş duvar olabilir oyuncuların belirleyececi bir yer seçilir
Yummaca(saklanbaç) oyununun tarifi Bir ebe seçilir. Ebe oyun alanının önceden belirlenmiş bir yerinde durur, yumulur. Burası ebenin kalesidir. Çocuklar saklanırlar. Ebe belirli bir sayıya kadar ( örneğin ona kadar ) sayar. Sayma işlemi bitince “Önümdeki, arkamdaki, sağımdaki, solumdaki sobe.” Der, gözlerini açar, saklanan arkadaşlarını arar, bulmaya çalışır. Gördüğü arkadaşının adını söyleyerek kaleye döner, sobeler. Sobelenen çocuk yanar.Ebe aramak için kaleden uzaklaştığında, saklanan çocuklar ortaya çıkıp, ebeden önce kaleye ulaşarak “sobe” yapmaya çalışırlar.Bu arada, yanan ve yanmayan çocuklar ( açığa çıkmış çocuklar ), öteki arkadaşlarına yardımcı olmak için “Elma dersem çık, armut dersem çıkma.” gibi sözlerle kopya verirler. Ebe kaleden uzaklaşınca “elma, elma” diye, ebe kaleye yaklaşınca “armut, armut”diye bağrışırlar. Ebe tarafından bulunarak yanmış olan çocuklar, oyunun bitiminde, kendi aralarında sayışarak yeni bir ebe seçerler. Oyun yeni ebeyle süre.Bu oyunun oynanışında, isteğe göre, şöyle bir kural da uygulanabilir ; saklananlar içinden son çocuk, ebeden önce sobe yaparsa , kendinden önce sobelenmiş çocukların tümü kurtulur. Aynı ebe, yine ebe kalır, oyun yinelenir.Ebe yumulduktan sonra, 10′a kadar sayı sayabileceği gibi bu saymayı renkleri sayma, meyveleri sayma biçiminde de yapabilir. İstenirse bu sayma, anne, baba, kardeş-ağabey, abla, teyze, dayı, hala, amca gibi aile ve akraba bireylerini sayma biçiminde de uygulanabilir. Ebenin sayması, öğretmen hangi konuyu pekiştirmek istiyorsa, o konuya ilişkin sözcük ve kavramlarla da yapılabilir.
Çivi oyunu:Tek gerekliliğin bir çivi ya da çakı olduğu, çamurda oynanan güzel bir oyunumuzdur. iki ya da daha fazla kişi merkeze konmuş bir noktaya ulaşmaya çalışır ve çevresine dair çizerler. Bu daireler çizilirken bir birlerinin çizgileri üzerinden geçmemeli ve sınırların dışına düşümemelidir. Çizgi çizmek için gerekli noktayı ise elinizdeki çiviyi çamura saplayarak belirlersiniz.Genel de bu oyun annenizden çamurla oynadığınız için azar hatta dizleriniz çamurlanmış ise bir tokat ile sonlanır.
Misket oyunu:Oyuna belirlenen açılış sayısındaki misketi yatırabilen herkes katılabilir. Bütün misketler yanyana dizilir. Ardından bir baş belirlenir (Bazı oyunlarda sıralama atışında en yakına atmış oyuncu belirler ). Sonra da oyuna katılan oyuncular misketlerini atarlar. Oyunun bir sonraki aşamasına ilk başlayacak olan kişi misketini en uzağa atmış olandır.Bir sonraki adımda atışınız ile belirlenmiş olan baş tarafına en yakın mümkün ise baş tarafından vurmak hedefinizdir. Ne kadar baştarafta vurursanız o kadar misketi alırsınız. Oyuncular sırayla alabildikleri kadar misketi toplar ve bir sonraki tarafına geçerler. Eğer atışınız misket çizgisinin bu tarafında kalmışsa oyun dışı kalırsınız.Oyunun devamı olarak eğer bütün misketler toplanmamış ise diğer taraftan bir seri atış daha yapılır. Burada da en uzaktaki taş sahibi ilk atış hakkına sahiptir. Eğer hâlâ ortada misket var ise bir sonraki tura yere kalır.Burada genelde atış yapılan güzel iri misketlere “kaflik” dendiğini de belirtelim.
Gazoz Kapağı oyunu:Bir misket oyunu taklidir. Burada oyun araçlarınız misket yerine gazoz kapakları ve elinize oturan bir taş parçasıdır. Mermerden olanları tercih sebebidir.
Kıltop oynama:Siz hiç hayvan taradınız mı? Siz hiç hayvan sevdiniz mi? Taranıp dökülen tüylerden oyuncak yapıp arkadaşlarınızla oynadınız mı?
Öküz ve ineklerin bol, birazda beygir eşeğin olduğu ama motorlu araçların hiç bulunmadığı zamandan kısacası çocukluk günlerimin oyunlarından, yapılan oyuncaklarımızın emeği, göz nurunu, çabayı yaratıcılığı simgelediğinden söz edeceğim.
Kışın güneşli günlerinde damlardaki tüm hayvanlar güneşe çıkarılırdı. Önce öküzler taranır, arkasından inekler ve eşekler taranırdı. Beygirler ve eşeklere Ömer Seyfettin in öyküsündeki gibi kaşağılanırdı.
Çocuklar hem yapılan işi büyük bir zevkle seyreder, bir yandan da kendimize yarayacak hayvan tarağından çıkmış öküz ve inek kıllarını toplardık. Yeteri kadar biriktirdikten sonra ellerimizin ayaları arasında yuvarlaya yuvarlaya ara sıra tükürerek top durumuna getirirdik. Bu top hem yumuşak olur vurduğun kişinin bir yerini acıtmaz, hem ileriye doğru fazlaca fırlayıp gitmezdi. Bu toplarla bol bol istop oynardık.oyunşöyle oynardık top yumuşak oldugu için oyuncular daire seklinde dizilir ortadaki oyuncuya dogru atılır vurmaya çalışılrdıOyuncunun topu tutmaması temenni edilir oyuncu topu tutarsa hak kazanırdı ortadaki aslında deyişik sekilerde onandığı görülür doyumsuz bir oyundur


Not: sevgili kızderbentliler sizde bizim unuttugumuz oyunlar varsa kaleme alıp bize gönderin yayınlayalım mesala benim aklıma geldi ama kös oyunu vardı nasıl oynandıgı aklımda olmadıgı için yazamadım lütfen bildiginiz büyüklerin veya küçüklerin oynadıgı oyunları yazıp kaleme alın yayınlayalım adres: kizderbent@hotmail.com adresine göderin yayınlayalım

YÖRESEL OYUNLAR

Haziran 12, 2008

Bu yöresel oyunları oyunlar bölümüne açmayı uygun gördüm.Amaç sadece oyun oynamak değil eskiden oynadığımız çocuk oyunlarını hatırlamak amacıyla buraya konu açtım.Uygun görürseniz konu burada kalabilir mi?
KİBRİT KABI: Eskiden çocuklar kibrit kutularının resimli yüzleri yırtılarak kartlar oluşturulur ve oyunlar oynarlardı. Bu kartlarla 2 tür oyun oynanmakta idi. Birincisi 2 kişi ile oynanır ve kartlar karıştırılıp sırayla basılırdı. (bir çeşit pişti gibi ama vale yok.) Aynı resimli kart rastlarsa yerdeki kartları alırdı. İkinci oyun ise bir duvardan 70-80 cm yükseklikten kartlar duvara yaslayarak tutulur ve el çekilir, kart yere düşerdi. Diğer oyuncu ise aynı atış noktasından kendi kartını bırakırdı. Bırakılan kart diğer kartlardan birinin üzerinde kalırsa, yerdeki tüm kartlar o kartı atan oyuncunun onurdu.

BİLYELİ ARABA: Bir dönem çok meşhur olan bir oyuncaktı. Tabii ki marketten yada oyuncakçıdan alınmaz, mühendislik kabiliyeti olanlar kendileri yaparlardı. Bu arabalarla yarışlar yapılırdı. Bu yarış parkuru daha çok köyden gocagöle giden hafif eğimli yol ile Cabarların oradan Dübekönü’ne inen yol idi. Yukarıda da söylediğimiz gibi biraz mühendislik kabiliyeti gerektirdiğinden ya büyüklerden yardım almak gerekiyordu ya da yaşça büyük çocukların oynayabileceği bir oyuncaktı. Yapılışı: 4 sopa, oturmaya yetecek kadar tahta, 3 bilye (rulman) (2’si aynı büyüklükte biri diğerlerinden farklı olabilir, büyük olması tercih sebebidir) ile bunları birbirine tutturacak kadar çivi bu oyuncak yapımı için yeterli idi. Bu 4 sopanın birisine büyük bilye takılır ve sopanın ortasına kadar bilye indirilir. Ama bu sopa bilyeye biraz zor geçmeli ki çabuk çıkmasın. Bu ön teker vazifesi görür. Bilyenin dağından solundan uzanan sopa ise dümen niyetine kullanılır. Diğer bir sopaya ise kalan 2 bilye takılır. Bunlar arka teker vazifesi görürler.Bu iki sopa diğer kullanılmayan 2 sopa ile birleştirilir ve tahtalar son kullanılan sopaların üzerine oturmaya uygun şekilde çiviyle tutturulur. Böylece 3 tekerlekli bir oyuncak ortaya çıkardı.

UÇURTMA: Uçurtma yapmak ve uçurmak da eskiden çokça oynanan bir oyundu. Daha çok ilk bahar ve sonbaharda (rüzgarlı olması nedeniyle) oynanırdı. Uçurtmalar şimdiki gibi renkli şekilli değildi. Naylon poşetlerden, tütün naylonlarından elle yapılır ve genellikle 6′gen olurdu. Bu uçurtmalar daha çok harman yerlerinde uçurulurdu. Uçurtmanın düzgün uçması ve yükseğe çıkması itibar kaynağı idi. Rüzgar yetersiz gelince koşturarak uçurmak bir başka çözümdü.

KEMİK: Özellikle mehtaplı gecelerde oynanan bu oyunda çocuklar iki gruba bölünürler. Gruplardan birisi diyelim ki “A” grubu, diğeri “B” grubu adını alır. Bir merkez belirlenir ve bir taş dikilir. Küçük beyaz bir kemik bulunur. Oyunculardan bir grup bu kemiği bir yere atar, ay ışığında her iki grup da bu kemiği aramaya koyulur. Kemiği önce bulan gruptan örneğin A grubu bulduysa, “A grubu B’ye bindiii” diye bağırır. A grubuna dahil olanlar, B grubundan kimi yakalarlarsa sırtına binerek kendilerini merkezdeki taşa kadar taşıtırlar. Yakalanmadan merkeze kadar koşanlar ise rakiplerini taşımaktan kurtulurlar. Oyun böylece sürüp gider.

YÜZÜK: Kış geceleri kadınlı erkekli erişkin grupları tarafından oynanan bir oyundur. Oyuna katılanlar iki gruba ayrılırlar, her gruptan bir kişi seçilir. Yazı tura atarak oyuna kimin başlayacağı belirlenir. Düz bir zeminde 10-12 parça çorap veya mendil serilir. Bunların birisinin altına gruptan 1 oyuncu tarafından yüzük saklanır. Diğer tarafın oyuncularından birisinden yüzüğün hangi parçanın (çorap veya mendil) altında olduğunu bilmesi istenir. Bulamazsa sıra aynı gruptan bir sonraki oyuncuya geçer. Yüzük bulunduğunda kaç parça örtü varsa o grubun hesabına o kadar puan yazılır. İlk açan kişi yüzüğü bulursa 20 puan alır. Önceden belirlenen 200-300 gibi bir puana ilk erişen grup oyunu kazanır. Kaybeden ekip diğer ekibe ziyafet vermek ya da başka bir isteklerini yerine getirmek durumundadır.

ÇELİK ÇOMAK: 75-80cm uzunluğunda bir sopa [çomak) ve 20-25cm uzunluğunda küçük bir sopa (Çelik) ile oynanır. Küçük sopa yerde açılan küçük bir çukura dengeli bir biçimde konur. Çomakla altından karşıdaki kişiye olanca hızıyla atılır. Karşıdaki kişi çeliği yakalarsa atan kişi değişir. Yakalayamazsa çeliği yerden alır kazılan çukura doğru eliyle atar, ebe ise çeliği çukura yanaştırmamak için elindeki çomakla vurmaya çalışır. Attığı çelik çukura ne kadar uzakta olduğu çomakla ölçülür, bu mesafe bir çomak boyu ise ebe sayı alır, değilse ebe yer değişir. Bu sayıları neticesinde kararlaştırılan ceza verilir.

GÖMME ÇELİK: Beş altı çocuk tarafından dışarıda yumuşak toprak zeminde oynanan bir oyundur. Her bir çocuk oyun alanında kendine bir köşe belirler. Tüm çocukların ellerinde birer sopa bulunur. Ayrıca tek bir küçük sopa da (çelik) vardır. Bir çocuk başka bir çocuğa çeliği atar, o da elindeki sopayla çeliği çeler. Çeliği atan çocuk çeliği almak için koşarken diğer çocuklar onun köşesine çukur kazıp sopalarını dikmeye çalışırlar. Çeliği kapan çocuk da arkadaşlarının boş köşelerine çeliği bırakmaya çalışır. Herkes hem sopasını dikip hem de kendi köşesini korumaya çalışırken sopasını dikemeyen ya da köşesine çelik bırakılan çocuk bir sonraki oyunda çeliği atacaktır. Oyun sonunda belirlenen derinliğe ulaşan çukura (örneğin 30-40 cm), o köşeyi korumakla görevli oyuncu indirilir. Çukurun kenarında biriken topraklar içinde oyuncu olduğu halde doldurulur ve sıkıştırılır. Oyuncu burada tek başına bırakılır ve ona oradan çıkması için kimse yardımcı olmaz.

UZUN EŞŞEK: (Bu oyunu büyüklerde oynayabilir) 4 ve daha fazla insanla oynanır.Ebeler 90 derece eğilip birbirine kenetlenir.En baştaki oyuncu, ayakta ve bir ağaca yada duvara yaslanmış durumdadır.Diğerleri karşıdan koşarak diğerlerinin sırtına binerler.Ve mani okuyarak 1 den 5 e kadar bir rakam tutarlar.Diğerleri rakamı bilirse yer değiştirilir.

KAZIK:Ağaçtan yapılmış kazıklar çamur ve çukur bir bölgeye saplanarak oynanır.Çamura saplanmış kazığı hem çamura saplayıp, hem deviren kazığı kazanı.Diğer oyuncu başka bir kazıkla oyuna devam eder.

İP ATLAMA: Uzunca bir ipin uçlarından iki kişi tutarak düzenli bir biçimde ve yükseklikte sallarken diğerleri belli hareketlerle ipin yere indiği noktada üzerinden sıçrarlar. Ayağı ipe takılan ya da atlayamayan ipi sallayanlardan birinin yerine geçer. Oyun bu şekilde devam eder.

İSTOP (STOP): Ebe kişi topu havaya atar ve oynayanlardan birinin ismini söyler. İsmi söylenen oyuncu topa doğru koşarken, diğerleri kaçmaya başlar. Adı söylenen kişi topu yere düşmeden yakalamaya çalışır. Topu yakaladığında “istop” diye bağırır. Bağırır bağırmaz, diğer oyuncular bulundukları yerlerde durmak zorundadırlar. Daha sonra topu yakalayan kişi topu oyunculardan birine doğru fırlatır, eğer vurmayı başarırsa oyunu kazanır

MENDİL KAPMACA: Genellikle okulda öğretmenin gözetimi ve hakemliğinde oynanan bir oyundur.Çocuklar iki gruba ayrılır, arada belli bir mesafe bırakarak karşılıklı olarak yerlerini alırlar. Her oyuncunun rakibi karşısındaki oyuncudur. Bu iki grubun tam ortasında bir çocuk elinde mendille durur. Hakemin işaretiyle en baştan birinci sıradaki çocuklar mendili alıp kendi gruplarının bulunduğu yere rakibine yakalanmadan kaçırmaya çalışır. Eğer rakibine yakalanmadan mendili kaçırırsa rakip oyuncu kazanan grubun tarafına geçer. Mendili eline alan oyuncu rakibi tarafından yakalanırsa, bu durumda yakalayan kazanmış olur. Yakalanan oyuncu karşı takımın saflarına katılır. Tüm oyuncular birer kez yarıştıktan sonra takımların bulunduğu yerdeki oyuncular sayılır. En çok oyuncusu olan (kazanan rakibiyle kendi takımına geçtiğinden) takım yarışmayı kazanmış sayılır.

ÇEMBER YARIŞI: Uzun ve kalın bir telin ucu halka şekline kıvırıp bir çemberin dışına geçirilir. Uzun telin diğer ucunu tutarak ayakta yürürüz. Yürüyünce çemberde önümüzde istediğimiz yönde yuvarlanır. Yuvarlanan çemberle en çok yol alan kazanır.

ORTADA ŞIÇAN: Üç kişiyle oynanıp, iki kişi kenarda, bir kişi ortada olup, kenardakiler topu atıp ortadaki kişi almaya çalışır.

BİRDİR BİR: Oyuncular belli aralıklarla eğilirler. Bir kişi baştan başlayarak herkesin üstünden atlamaya çalışır. Bu sırada atladığı kişi devrilmeden durabildiyse sıra ondadır ve atlamaya başlar. Atlayarak sona kadar giden kişi çömelir ve atlamadan başa döndüklerinde o takım kazanmış olur. Eğer, ilk baştaki atlayamazsa atlayana kadar devam eder.

BEŞTAŞ: İki kişiyle oynanır. Oyunun malzemesi 5 adet misket büyüklüğünde yuvarlak taştır. Oyuna başlayan oyuncu beş taşı iki avucunun içine alıp salladıktan sonra yere bırakır. İçlerinden bir tanesini eline aldıktan sonra havaya fırlatır, aynı anda yerdeki taşları birini yerden avuçla alır ve aynı eliyle yukarıya fırlattığı taşı tutar. Önce tüm taşları birer birer; ikinci turda ikişer ikişer; daha sonra üçünü bir, diğerini tek olarak alır. Sonunda da yerdeki dört taşın hepsini bir defa da alır. Sonra bir elinin baş ve orta parmaklarını yere koyarak bir köprü yapar, diğer eliyle taşları yere fırlatır. İçlerinden birini eline alır ve onu yine havaya atarken yerdeki taşları anlaşmalarına göre ( iki ya da üç ) hamlede eliyle kurduğu köprünün altından geçirir. Hepsini geçirdiğinde oyunu kazanır. Bunları yaparken havaya fırlattığı taşı düşürürse, ya da yerdeki taşları alırken diğerlerine temas ederse oyun sırası diğer oyuncuya geçer.

DOKUZ KİREMİT: Farklı büyüklükte dokuz taş (kayrak taşı) üst üste konulur. İki grupla oynanır. Bir grup taşları bekler, diğer grup elemanları sıra ile bezden sarılarak yapılmış yumruk büyüklüğünde bir topu atarak taşları devirmeye çalışır. Yığından taş yıkmayı başardıkları zaman kaçarlar. Bekçi olan grubun elemanları topu aralarında birbirlerine atarak kaçanları vurmaya çalışırlar. Vurulan oyundan çıkar. Kaçan grup elemanlarının hepsi vurulmadan taşları tekrar yığmayı başarırlarsa çul yapmış sayılırlar ve oyun yeniden başlar

SAKLAMBAÇ: Bir kişi ebe olup sesli olarak sayı sayar. Bu arada diğerleri saklanır.Ebe saymasını bitirdiyse dolaşıp bulduğu kişileri sobe diyerek belirtir.

KÖREBE: Bir kişi ebe olup gözleri bağlanır, Bu arada diğerleri ebeye yakalanmamaya çalışır. Ebe bir oyuncuyu yakalarsa, yakalanan kişi ebe olur.

ŞAKA (MİSKET-BİLYE): Küçük cam topları ile çok çeşitli oyunları vardır. Bunların en bilineni HAMPA, VARGEL’dir. Hepsinde amaç karşı oyuncunun misketini almaktır.

SALLANGIÇ (SALINCAK): Eskiden özellikle bayramlarda, köyün sembolü haline gelen Çamın üstünde, (bahse konu bu tepe köyün Sivaslı tarafından girişinde ve büyükçe bir çam ağacının bulunduğu bir yerdi. Bugün bile hala bu isimle adlandırılır. Burada bulunan o çam ağacı bir şimşek çakması sonucu kurudu ve bugün yerinde yeller esiyor. 10-15 yıl kadar önce aynı alana çam ağaçları dikildi ancak eski çamın popülaritesi yok tabii ki) kızlar çamın dallarına kurdukları urgan’dan (kalın ip, halat) salıncaklarla sallanır ve eğlenirlerdi. Bu salıncak bildiklerimizden farklı idi. Normal salıncak gibi bağlanan ip üzerine minder yada tahta bir oturma alanı oluşturulur, bu alanın altından ilave bir ip uzatılır ve salıncağa binen kişiyi bir başkası bir sağa bir sola doğru sallardı.

DÖNME DOLAP: Ortaya kalın ve yerden yüksekliği 1 metre olacak şekilde bir kazık çakılır, bunun üzerine de 3-4 metre uzunluğunda ve ortası yere çakılan kazığın ütüne girecek şekilde bir oyulmuş bir başka ağaç konurdu. Bir çeşit tahterevalliye benzeyen bu oyuncağın farkı 360 derece sağa sola dönebilmesi idi. Uzun ağaç parçasının uçlarına oyuncular asılarak bir birlerini yerden kaldırarak eğlenirlerdi.

TİSKELEMBİÇ (FİSKELEMECE): Bir kişi ebe olup elleri ile gözlerini ve yüzünü kapatır, diğer oyuncu ise parmakları ile ebenin yüzüne kapalı eline sert bir şekilde fiske vurur, sonrasında hızlı bir şekilde her iki ekinin aynı parmağını havaya kaldırır. (Örneğin Yüzük parmaklarını) Ebe ise fiskeyi yedikten sonra vuran oyuncunun hangi parmaklarını kaldıracağın tahmin ederek iki elinin aynı parmaklarını kaldırır. Bilirse fiske atma sırası ona geçer. Bilemezse bilinceye kadar fiske yer.

KİBRİT ATMACA: 4 ve daha fazla sayıda kişi oynanır. Bir kibrit ve kıvratılarak sertleştirilmiş bir mendilden yapılan tura (Kırbaca benzer) oyunun malzemeleridir. Kibritin dik yüzünün birisine BEY, diğerine TURA yazılır. Oyuncular yere kibriti takla attırarak atarlar. Bu atış sonrasında kibritin bey tarafı üste gelecek şekilde dik durursa, atışı yapan kişi bey olur. Diğer oyuncunun da tura yazan kısmını dik getirdiğini varsayalım. Sırası gelen oyuncu kibriti atar ve konduramazsa, yani dik veya yatay şekilde durduramazsa bey tarafından ceza verilir. Bu ceza sınırlandırılabileceği gibi sınırsız da olur. Örneğin 10. Tura eline aldığı kırbaç haline getirilmiş mendil ile kibriti konduramayan oyuncunun avuçlarına 10 sefer vurur. Oyuncular kibriti kondurursa ceza almaktan kurtulur. Bey yada tura kısmını kondurduklarında ise beylik yada tura el değiştirir. Vuruş hızı turanın insafına kalmıştır. İlk başlarda insaflı vuran turacıların, oyun kızıştıkça vuruş şiddeti de artar.

YUMRUK YUMRUK ÜSTÜNDE: 3-4 kişi ve güvenilir bir hakem yardımıyla oynanır. Bir oyuncu ebe olur ve yüzükoyun (yüzü yere bakacak şekilde) cenin vaziyetinde yatar. Diğer oyuncular ellerini yumruk yaparak ebenin sırtı üstünde üst üste koyarlar. Ebe en üstte kimin yumruğu olduğunu bilmeye çalışır. Bilirse bilinen kişi ebe olur. Bilemezse diğer oyuncular arı gibi vızlayarak, ebeyi gıdıklarlar. Hakemin onayı ile yeterli cezayı alan ebe yeniden tahminde bulunur.

Sizinde bunlardan farklı olarak bildiğiniz oyun varsa buraya yazabilirsiniz!!!

www.forummavi.com/yoresel-oyunlar-t5792.0.html

Kaybettiğimiz Çocukluğumuz Ve Çocuk Oyunlarımız

Haziran 12, 2008

“Yağ satarım
Bal satarım
Ustam ölmüş
Ben satarım”

Bu tekerlemeyi, okulun bahçesinde oynadığımız “Yağ Satarım Bal Satarım” oyununda söylerdik. Oluşturduğumuz dairede en az 25-30 öğrenci olurduk. Bazen teneffüste, bazen beden eğitimi dersinde oynardık. Bir oyuncu ebe olur, elindeki mendili gizleyerek grubun etrafında dolaşır, durmadan bu maniyi söyler, fark ettirmeden gruptan birinin arkasına mendili kordu. Arkasına mendil konan oyuncu mendili fark eder ve hemen mendili alarak ebenin arkasından koştururdu. Yetişebilirse elindeki mendille onu döverdi. Ebe ise koşarak halkayı dolaşır ve boşalan yere otururdu. Ayakta kalan oyuncu yeni ebe olurdu böylece. Oyun böyle devam eder dururdu… Zil çalınca derse gitmek istemezdi canımız. Ama olsun, belki sınıfta başka bir oyun bizi bekliyor olurdu.
Çocukluğumuzdaki oyunların en dikkati çeken yönü, paylaşımcı özellikleridir. Modern çocuk oyunlarının yarışmacı ve bireyselci özelliğinin aksine, geleneksel çocuk oyunlarının paylaşımcı özelliği baskındır. Oyunlardaki çocuksu amaç ise “oyun”dur, “zevk”tir, “eğlence”dir.

Saymaya Başlayın…

Zihninizi bir yoklasanız çocukluğunuzdaki oyunlardan kaç tanesini sıralayabilirsiniz ? İsterseniz beraber başlayalım: Birdirbir, Mendil Kapmaca, Uzun Eşek, Yakar Top, İp Atlama, Seksek, Saklambaç, Bezirganbaşı, Kutu Kutu Pense… Sonra taşlı oyunlarınız vardı. Üç Taş, Dört Taş, Dokuz Taş, Oniki Taş.. Hepsi bu kadar mı ?
Mevlüt ÖZHAN’ın kitabı (Mevlüt ÖZHAN, Türkiye’de Çocuk Oyunları Kültürü, Kültür Bakanlığı, Feryal Matbaası 1990)’nda yer alan Türk çocuk oyunlarının sayısı 76’dır. 1955 yılında Maarif Basımevince basılan Ferruh ARSUNAR’ın Türk Çocuk Oyunlarından Örnekler eserinde ise, 29 oyun detaylı bir şekilde anlatılır. Bu eserde yer alan oyunlar, ARSUNAR tarafından hangi yöreye, hangi aşirete ait olduğu ve hangi illerde çoğunlukla oynadığı da belirtilmiştir. Tahtacı, Avşar, Türkmen, Yürük, Beritan, Homamlı gibi. Örneğin değnek ve hedefe konulmuş taşlarla oynanan Kargı oyunu, eserde, Türkmen çocuk oyunu olarak tasnif edilirken oynandığı yerler olarak da, İçel, Silifke ve Toroslar gösterilmiştir. Yine, Musa BARAN’ın 1999 yılında Kültür Bakanlığınca ikinci baskısı yapılan Çocuk Oyunları adlı eserinde de 276 oyun anlatılmıştır. 16. yüzyılda yaşamış ünlü Hollandalı ressam Pieter Brueghel’in 1560 yılında yapmış olduğu ünlü “Çocuk Oyunları” tablosunda ise yer alan ve tüm dünyaya ait klasik çocuk oyunlarının sayısı ise 80’den fazladır.
Hep Oyun Hep Oyun…

Her ortama uygun oyunumuz vardı. Yani her mekana, her zamana; oyuncu sayısına, kız ay da erkeklere göre…
Evde başka, okul bahçesinde başka, harman yerinde, kırda başka oyunlar oynardık. Oyunlarımızda mekansal bir uyumluluk vardı. Çelik Çomak oyunu için çok geniş bir alana ihti-yacımız olurdu, genelde evsiz alanlarda oynardık. Saklambaç ise saklanılabilir yerlerde mümkündü, İp Atlama için ufak düz bir alan yeterken iki kişi ile oynanan el şaklatma oyunu içinse özel bir alan bile gerekmezdi. Sınıf içerisinde oynadığımız en zevkli oyun ise Eşya Gizleme-Bulma oyunuydu. Boş derslerde ya da dersten sıkıldığımız anlarda da öğretmene fark ettirmeden sıra arkadaşımızla Adam Asmaca, Boşluk Doldurma, İsim-Şehir, Tren oynardık.
Oyunlarımız mevsimlere göre de değişirdi. Kışları oda içinde, sınıfta, soba yakınında oynardık. İlkbaharda evimizin bahçesinde, sofada daha çok oynardık. Yaz gelince harman yerleri, boş araziler, kırlar, her yer oyun alanı olurdu.
İki kişilik oyunlarımız vardı, üç kişilik de. Otuz, kırk, elli kişilik grup oyunlarımız da. Mendil Kapmacayı iki eşit grup halinde oynardık, her grup hiç değilse 10-15 kişiden oluşurdu. Üç Taş, Dört Taş ve benzeri taş oyunları ile Sekseki en fazla iki kişi ile oynaması zevkli olurdu. Saklambaç ise hiç değilse üç – dört kişi ile oynanırdı.
Bazı oyunları kızlar daha çok oynardı. Seksek daha çok kızların oyunuydu. Çelik Çomak ise erkek çocukların. Üç Taşı hem kızlar hem erkekler oynarken, Beş Taşı daha çok kızlar oynardı. İp Atlamayı kızlar oynarken Halat Çekmeyi erkekler tercih ederdi. Mendil Kapmaca, Yağ Satarım Bal Satarım, İstop gibi oyunlar da karma gruplarca oynanırdı.

Oyun Varsa Tekerleme de Var

Çocukluğumuza ait oyunların en önemli unsurlarından birisi hiç şüphesiz mani şeklinde söylenen tekerlemelerdir. Çocuk oyunlarında tekerleme o kadar asli bir unsur ki, oyunun her aşamasına ait tekerleme örnekleri var. Ebe bulmak, eş seçimi, oyunun temposunu arttırmak, karşı grubu kızdırmak, oyunun bitişini ilan etmek için ayrı ayrı tekerlemeler vardır. Tekerlemeler, sözlü edebiyat geleneğinin ilk tatlarını çocuklara o oyun ortamında tattırmaktadır.
Sözgelimi, çocukların yağmur duası töreni anlamına gelen “Gode” oyunun her yöreye ait tekerlemesi farklıdır. Mesela Adana yöresinde gode oynayan çocuklar;
Hot bodi bodi/ Anan baban neden öldü/ Bir kaşıcık sudan öldü/ Tarlalar yarık yarık / Çiftçilerin beli bükük / Yerden bereket / Gökten Yağmur / Ver Allah’ım ver / Sicim gibi, sulu sulu yağmur”
Aynı oyunun Sinop Boyabat yöresindeki manisi ise şöyledir: “Gode gode göndere / Gökten yağmur indire / Ekinler sulu sulu / Ambarlar dolu dolu / Acımızdan kırıldık / Bük dibine koyulduk / Allah bize yağmur”.
Türk Cumhuriyetlerinin bazılarında ise bu oyunun tekerlemesi şöyledir.”Maysalar kulak yazsın / Sütünkatık mol bolsın / Yağmur yağdır köp bolsın / Kurakcılık yok bolsın”
Gode de olduğu gibi, bazı oyunların kendisine ait özel tekerlemesi var. Yağ Satarım Bal Satarım oyununun tekerlemesi de o oyuna özgü bir tekerlemedir. Eş seçimi, ebe bulmak gibi oyun başlangıcını sağlamak için söylenen tekerleme ler ise daha çok ve çeşitlidir.
İşte çok bilinen bazı oyun tekerlemeleri:

“İğne battı / canımı yaktı / tombul kuş / arabaya koş / arabanın tekeri / İstanbul’un şekeri /hop hop / altın top / bundan başka / oyun yok”.

“Mustafa mıstık / arabaya kıstık/ bir mum yaktık / seyrine baktık”

“Allah’tan başlıyorum / kim çıkacağını bilmi yorum / Bir çık, iki çık, üç çık, dört çık / beş çık, altı çık, yedi çık / sekiz çık, dokuz çık / On çık, mon çık / Kız sen çık”

“Oo.. piti piti / karamela sepeti / terazi lastik / jimnastik / biz size geldik bitlendik”

Oyun Oyuncak

Çocukluğumuzdaki oyunların bazılarında özel bir oyun aleti gerekmezdi. Saklambaç, Köşe Kapmaca, Birdirbir, El El Üstünde, Kutu Kutu Pense gibi oyunlar bunların başında gelir. Oyuncaksız / aletsiz oynanan oyunlarda daha çok yetenekler, el çabuklukları ve tekerlemeler oyunun unsurlarını oluşturmaktadır. Bazı oyunlarda ise günlük hayatta kullandığımız eşyalar oyun aletine dönüşüverirdi: İp, makara, kibrit kutusu, makas, değnek, lamba, yüzük, taş, mendil, bilye, kutu, çember, kalbur, şişe…. Bazı oyunlarda ise çocuk el becerisinin ortaya çıkardığı harika oyun aletleri ve oyuncaklar kullanılırdı. Ağaçtan topaçlar, çelik çomaklar, düdükler…
Bunların dışında daha iyi yöntemlerle yapılan, sanat işçiliğinin de yer aldığı oyuncaklar vardı. Her şehirde, her yörede bu tür oyuncak yapma yerlerine rastlamak mümkündü. Bu anlamda İstanbul’da bilinen en önemli tarihi mekan, Eyüp Oyuncakçılar Çarşısı’dır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde bu çarşından uzun uzun bahseder. Deri, ağaç ve topraktan üretilen oyuncakların imalatının yapıldığı çarşıda 100 dükkan varmış. Buralarda çalışan işçi sayısı ise aynı kayıtta 105 olarak gözüküyor. Teknoloji ürünü oyuncaklar oyuncakçı dükkanlarının vitrininde yer almaya başlayınca geleneksel çocuk oyuncakları da yavaş yavaş tarihe karışmaya başladı.

Çocuklarımız Ne Oynuyor?

Çocukluğumuzdaki oyunlar böyleydi. Çoğunu unutsak da bir sohbette çoğunu hatırlayabiliriz. Tekerlemeler az zorlamayla da olsa birer ikişer dilimizden dökülüverir. Ama Brueghel’in Çocuk Oyunları tablosunda yer alan 80’den fazla, ÖZHAN’ın kitabında ya da BARAN’ın kitaplarında anlatılan yüzlerce oyunun kaç tanesini çocuklarımız biliyor. Acaba, Brueghel ya da çağdaş bir ressamımız Çocuk Oyunları tablosunu bugün yapmaya kalksaydı hangi oyunlar yer alırdı o tabloda? Saymayı deneyelim: Atari, pokemon, fifa, tetris…
İşte size iki öneri: Bir okulun bahçesinde bir günümüzü geçirelim, çocukları seyredelim. Akşama kadar hangi oyunları kaydederiz not kağıdımıza? Hangi tekerlemeler kulaklarımıza çalınır? Ya da akşam çocuğumuza “haydi gel seninle, postacı oynayalım” deyin. Veya çocuk parkındaki çocuklara “Hey, yağ satarım bal satarım oynamak ister misiniz, kazanana benden hediye” deyiverin…

Çocuklarımızın ne oynadığı, neden oynadığı; geleneksel çocuk oyunlarına ne olduğu, neden unutulduğu, neden dönüştürülemediği gibi konular elbette daha geniş bir yazının konusu.

Haydi hep birlikte söyleyelim.

“Üşüdüm üşüdüm
Daldan elma düşürdüm
Elmamı yediler
Bana cüce dediler
Cücelikten çıktım
Ablama gittim
Ablam pilav pişirmiş
İçine sıçan düşürmüş
O sıçanı na’pmalı
Minareden atmalı
Minarede bir kuş var
Kanadında gümüş var
Eniştemin cebinde
Türlü türlü yemiş var”

forumin.net/genel_kultur/kaybettigimiz_cocuklugumuz_ve_cocuk_oyunlarimiz-t986.0.html

ÇOCUK OYUNLARI;

Haziran 12, 2008

Körebe,Saklambaç,Mendilim köşe köşe,Yağ satarım,Aç kapıyı bezirganbaşı Kimin eli kimin üstünde,İp atlama,Çizgi,Beş taş,Dokuz taş, Topaç,Kulaktan kulağa, Ceryan geçti,Çimdik çimdik makarna,Açıl susam açıl,Ayak saymaca,Yazı tura,Nokta nokta,İsim şehir,Asmaca,Yattı, kalktı,Çinçan,Taştayım, topraktayım,Dalya oyunu, Hümmet,Aşşık,Bilye,Yakan top,Sapan ,Kuka,Mucuk oyunu,Çanak çömlek çatladı,Nesi var…

Enden tura oyunu:En az dört oyuncu arasında oynanan bir oyundur. Aralarında bir ebe tesbit edilir. Ebe yüzünü duvara döner, oyuncular ise ebenin arkasında dururlar. Ebe “ennem tura, davul zurna bir iki üç” diyerek elini duvara üç kez vurur. Ebenin arkasında duran oyuncular, her defasında bir adım ebeye yaklaşarak ebeye vurup kaçarlar. Ebe kendisine yaklaşa nı kendine vurmadan görürse yanına çağırır. En son bir kişi kalana kadar, yürürken görülenler ebenin yanında durur.En son kişi ebenin sırtına vurunca, ebenin yanında duranlardan, ebe nin yakaladığı yeni ebe olur. Oyun böyle devam edip gider.

Bu oyun aynı zamanda “Ali baba saat kaç” olarakda oynanır.En az dört kişi ile oynanır.Ebeye Ali baba saat kaç diye sorulur.Ebe kaç derse ona göre adım atılır,ebe sobelenip kaçılır.Yakalanırda ebe sobelenir çizgiyi geçince yanar.Ebe sobelenen kişi olur…

İp atlama:En az üç kişi ile oynanır. İki oyuncu yaklaşık beş altı metre uzunluğundaki ipi ucundan tutarak sallar. Önce bir sayı atlanır. Sonra iki, üç ve dördüncü sefer döne döne atlanır. Beşincide eller beşik gibi sallanır. Altılarda ağız kapanır, yedilerde ağız açılır. Sekizlerde sek sek yapılır. Dokuzlarda eller yumruk yapılarak birbirine vurulur.Onlar da oturarak yapılır. Sonra onbirlerde ip, ayak ucunun altına alınır. Onikide ip ayak ökçesinin altına alınır. Sonra ellerin parmakları makas şeklinde yapılır, ip parmakların arasına alınır. Bunu yaptıktan sonra son olarak “arslan, kaplan ağzını aç, geri yum” denir. İki el arasında sallanan ip alın maya çalışılır. İp alınamazsa veya ayağa takılırsa, oynayan kişi yanar vu tutanlardan birisine sıra gelir. Aynı şekilde oyun devam edip gider.

Saklanbaç oyunu:Oyunun oynanabilmesi için oyuncu sayısının çok olması gerekir. Genellikle gece oynanır. Oyuncular arasında ebe tesbit edilir. Ebe, oyun başladığı zaman yüzünü duvara çevirir ve tesbit edilen sayıya kadar hiç bir yere bakmadan sayar. Sonra oyuncuların saklanıp saklanma dıklarını kontrol için “oldu mu?” diye çağırır.”Arkam önüm,sağım solum, saklanmayan körebe” der Eğer oyunculardan ses gelmiyorsa oyun başlamış demektir. Ebe, diğer oyuncuları saklanabilecek yerlerde aramaya başlar. Eğer gördüğü bir oyuncu varsa adını söyler ve kendi ebelik yerine koşar. Oyuncudan önce yerine gelirse, ebeye yetişemeyen oyuncu ebe olur.Ebenin bulduğu oyuncu ebeden önce gelirse, bütün oyuncular hep bir ağızdan “çanak çömlek patladı” diye bağırırlar. Ebe tekrar ebelik yapmaya devam eder ve oyun böylece sürüp gider.

Körebe:Oyuncular arasında ebe tesbiti yapılır. Ebenin gözü bir mendille sıkıca bağlanır. Oyun başlayınca diğer oyuncular ebeye çimdik atmaya başlarlar. Körebe de oyuncuları yakalamaya çalışır. Eğer oyunculardan birisini yakalarsa o o yuncu ebe olur, yakalayamazsa ebeliğe devam eder.

El el üstünde kimin eli var oyunu:Bu oyunun oynanabilme si için en az üç kişinin bulunması lazımdır. Bir de bu oyunculara hakemlik yapacak diğer bir oyuncu gerekir.Kura çekilir. Kim bilemezse o yere, dizleri ve elleri üzerine yatar. Diğer oyuncular ellerini yatan oyuncunun sırtı üzerine üst üste sıralarlar.Hakem oyuncu, “el el üstünde kimin eli var” diye yatan oyuncuya sorar. Eğer yatan oyuncu bilemez ise bütün oyuncular,bilemedin diye yum ruklarını yatanın sırtına tap tap vurmaya başlarlar. İğnemi, iplikmi,davulmu,zurnamı?diye sorar.Yerde yatan çocuk birini seçer.Ceza olarak iğne derse iğne batırır gibi sırtına parmakla iğne gibi taklit edilir.Zurna derse zurna gibi sırtına vurulur.Davul derse “dom dom “diye yumrukla vurulur.Eğer bilirse, bilinen çocuk ebe olur, yatar ve böylece oyun devam edip gider.

Yağ satarım, bal satarım:Oyuncu ne kadar çok olursa oyunda zevkli geçer. Ebe tesbiiti yapıldıktan sonra ebe, eline bir mendil alır ve “yağ satarım, bal satarım ,ustam ölmüş ben satarım.Satsam onbeş liradır, zam bak, zum bak.Dön arkana iyi bak”diye yüksek sesle tekrarlanarak oyuncuların oluşturduğu halkanın çevresinde dönerek koşmaya başlar.Bu esnada çocukların birinin arkasına mendili bırakır. İkinci turda, mendil bırakılan çocuk bunun farkında değil ise ebe mendili alır ve çocuğu bir tur tamamlanıncaya kadar döver. Eğer mendil bırakılan çocuk, mendili farketmişse hemen mendili alır ve ebeye vurmaya başlar. Oyun böylece devam eder.

Hopbal(mucuk) oyunu:Oyun en az beş kişi ile oynanır. Yere küçük bir daire çizilir. Dairenin içinebazı yörelerde Kayseri’de “milkiş” adı verilen,Koyunlu’ da” mucuk” denen yumurta gibi büyüklüğünde bir taş konur. Mucuk taşını en az beş metre uzaklıkta bir çizgi çizilir. Oyuncular bu çizginin gerisine geçerler. Oyuncuların her biri ellerine yassı bir taş alırlar ki bu ta şa “hoppal” denir. Hoppallar önce, mucuk denilen taşı en yakın düşecek şekilde atılır. En yakın düşüren oyuna başlar, en uzak düşüren de ebe olur. Oyuncular çizgi gerisinden hoppalı, milkişe vurmaya çalışırlar. Hopbalı atarken de “Ortada kuyu var, yandan geç” derler. Mucuk denilen taşı daire dışına çıkarmaya çalışırlar. Milkişi(mucuk) geri getirene kadar oyuncular yerlerine yani çizgi gerisine kaçarlar. Eğer kaçamaz ise hopbalın üstüne ayağını basar ve ebeye yakalanmadan kaçmaya çalışır.’Ekmek yapma’ denen hopbalı ayağını üstüne hiç el değmeden, düşürmeden ayağının üstünden zıplatarak alırsa o zaman yerine ebelenmeden geçebilir.Oyuncu hopbaldan ayağını çeker çekmez ebe vurursa, vurulan oyuncu ebenin yerine geçer. Atılan bazı yörelerden happak(hopbal), (mucuk)milkişi vuramamışsa ebe, hopbalın yanına oyuncuyu getirtmez. Gelirken vurursa vurulan oyuncu ebe olur. Amaç ebeye yakalanmadan happağı alıpkaçmaktır. Oyun böylece devam eder.

Hümmet(Tak çelik) oyunu:İki kişi arasında oynanır. Oyun için 75cm. uzunluğunda kalın bir değnek ile aynı kalınlıkta 10 cm.uzunluğunda bir de çeliğe ihtiyaç vardır. Başlayacak oyuncu önceden hazırlanmış iki taş arasına çeliği koyar ve değneğini çeliğin altına uzatarak çeliği yukarı kaldırır, havada iken hızlıca vurur. Amaç çeliği en uzağa atmaktır. Attıktan sonra değneği çeliğin atılırken konduğu yere bırakır. Diğer oyuncu çeliği gittiği yerden alır ve değneği vuracak şekilde atar. Eğer değneği vurursa oyuncular yer değiştirir, vuramaz ise oyun tekrar devam eder.

Dalya oyunu:Oyunun oynanabilmesi için Küçük yassı taşlar toplanır. Sayısı 11 olan bu taşlar bir duvar önünde üst üste kayılır. Ebe, bu taşlar bacağının arasında kalacak şekilde dikilir.Oyuncular küçük bir topla taşları yıkmaya çalışırlar. Taşlar devrilmiş ise ebe, hemen topu kapar ve taşı deviren o yuncuya fırlatır. Oyuncuyu vurursa vurulan ebe olur.Eğer vuramaz ise ebe tekrar taşları dizer ve oyun böylece sürer.

www.koyunlum.net/index.php

Eskiden Çocukların Oynadığı Popüler Oyunlar

Haziran 12, 2008

YÖRESEL OYUNLAR

Bu sayfayı ziyaret edip de aşağıda detayları anlatılan oyunlardan oynayan acaba kaç kişi vardır? Televizyon icat edilmeden önce insanlar, en azından Yayalarlı insanlar bu oyunlarla eğlenirdi. Talk Shov’cular yoktu o zaman. Çoğu unutuldu, ya da unutulmaya yüz tuttu. Belki birileri bu oyunları hala oynuyordur? Ya da oynamayı istiyordur? Hatırlamak ve hatırlatmak için aldık aşağıda, bildiğimiz kadarıyla anlattık.

KİBRİT KABI: Eskiden çocuklar kibrit kutularının resimli yüzleri yırtılarak kartlar oluşturulur ve oyunlar oynarlardı. Bu kartlarla 2 tür oyun oynanmakta idi. Birincisi 2 kişi ile oynanır ve kartlar karıştırılıp sırayla basılırdı. (bir çeşit pişti gibi ama vale yok.) Aynı resimli kart rastlarsa yerdeki kartları alırdı. İkinci oyun ise bir duvardan 70-80 cm yükseklikten kartlar duvara yaslayarak tutulur ve el çekilir, kart yere düşerdi. Diğer oyuncu ise aynı atış noktasından kendi kartını bırakırdı. Bırakılan kart diğer kartlardan birinin üzerinde kalırsa, yerdeki tüm kartlar o kartı atan oyuncunun onurdu.

BİLYELİ ARABA: Bir dönem çok meşhur olan bir oyuncaktı. Tabii ki marketten yada oyuncakçıdan alınmaz, mühendislik kabiliyeti olanlar kendileri yaparlardı. Bu arabalarla yarışlar yapılırdı. Bu yarış parkuru daha çok köyden gocagöle giden hafif eğimli yol ile Cabarların oradan Dübekönü’ne inen yol idi. Yukarıda da söylediğimiz gibi biraz mühendislik kabiliyeti gerektirdiğinden ya büyüklerden yardım almak gerekiyordu ya da yaşça büyük çocukların oynayabileceği bir oyuncaktı. Yapılışı: 4 sopa, oturmaya yetecek kadar tahta, 3 bilye (rulman) (2’si aynı büyüklükte biri diğerlerinden farklı olabilir, büyük olması tercih sebebidir) ile bunları birbirine tutturacak kadar çivi bu oyuncak yapımı için yeterli idi. Bu 4 sopanın birisine büyük bilye takılır ve sopanın ortasına kadar bilye indirilir. Ama bu sopa bilyeye biraz zor geçmeli ki çabuk çıkmasın. Bu ön teker vazifesi görür. Bilyenin dağından solundan uzanan sopa ise dümen niyetine kullanılır. Diğer bir sopaya ise kalan 2 bilye takılır. Bunlar arka teker vazifesi görürler.Bu iki sopa diğer kullanılmayan 2 sopa ile birleştirilir ve tahtalar son kullanılan sopaların üzerine oturmaya uygun şekilde çiviyle tutturulur. Böylece 3 tekerlekli bir oyuncak ortaya çıkardı.

UÇURTMA: Uçurtma yapmak ve uçurmak da eskiden çokça oynanan bir oyundu. Daha çok ilk bahar ve sonbaharda (rüzgarlı olması nedeniyle) oynanırdı. Uçurtmalar şimdiki gibi renkli şekilli değildi. Naylon poşetlerden, tütün naylonlarından elle yapılır ve genellikle 6′gen olurdu. Bu uçurtmalar daha çok harman yerlerinde uçurulurdu. Uçurtmanın düzgün uçması ve yükseğe çıkması itibar kaynağı idi. Rüzgar yetersiz gelince koşturarak uçurmak bir başka çözümdü.

KEMİK: Özellikle mehtaplı gecelerde oynanan bu oyunda çocuklar iki gruba bölünürler. Gruplardan birisi diyelim ki “A” grubu, diğeri “B” grubu adını alır. Bir merkez belirlenir ve bir taş dikilir. Küçük beyaz bir kemik bulunur. Oyunculardan bir grup bu kemiği bir yere atar, ay ışığında her iki grup da bu kemiği aramaya koyulur. Kemiği önce bulan gruptan örneğin A grubu bulduysa, “A grubu B’ye bindiii” diye bağırır. A grubuna dahil olanlar, B grubundan kimi yakalarlarsa sırtına binerek kendilerini merkezdeki taşa kadar taşıtırlar. Yakalanmadan merkeze kadar koşanlar ise rakiplerini taşımaktan kurtulurlar. Oyun böylece sürüp gider.

YÜZÜK: Kış geceleri kadınlı erkekli erişkin grupları tarafından oynanan bir oyundur. Oyuna katılanlar iki gruba ayrılırlar, her gruptan bir kişi seçilir. Yazı tura atarak oyuna kimin başlayacağı belirlenir. Düz bir zeminde 10-12 parça çorap veya mendil serilir. Bunların birisinin altına gruptan 1 oyuncu tarafından yüzük saklanır. Diğer tarafın oyuncularından birisinden yüzüğün hangi parçanın (çorap veya mendil) altında olduğunu bilmesi istenir. Bulamazsa sıra aynı gruptan bir sonraki oyuncuya geçer. Yüzük bulunduğunda kaç parça örtü varsa o grubun hesabına o kadar puan yazılır. İlk açan kişi yüzüğü bulursa 20 puan alır. Önceden belirlenen 200-300 gibi bir puana ilk erişen grup oyunu kazanır. Kaybeden ekip diğer ekibe ziyafet vermek ya da başka bir isteklerini yerine getirmek durumundadır.

ÇELİK ÇOMAK: 75-80cm uzunluğunda bir sopa [çomak) ve 20-25cm uzunluğunda küçük bir sopa (Çelik) ile oynanır. Küçük sopa yerde açılan küçük bir çukura dengeli bir biçimde konur. Çomakla altından karşıdaki kişiye olanca hızıyla atılır. Karşıdaki kişi çeliği yakalarsa atan kişi değişir. Yakalayamazsa çeliği yerden alır kazılan çukura doğru eliyle atar, ebe ise çeliği çukura yanaştırmamak için elindeki çomakla vurmaya çalışır. Attığı çelik çukura ne kadar uzakta olduğu çomakla ölçülür, bu mesafe bir çomak boyu ise ebe sayı alır, değilse ebe yer değişir. Bu sayıları neticesinde kararlaştırılan ceza verilir.

GÖMME ÇELİK: Beş altı çocuk tarafından dışarıda yumuşak toprak zeminde oynanan bir oyundur. Her bir çocuk oyun alanında kendine bir köşe belirler. Tüm çocukların ellerinde birer sopa bulunur. Ayrıca tek bir küçük sopa da (çelik) vardır. Bir çocuk başka bir çocuğa çeliği atar, o da elindeki sopayla çeliği çeler. Çeliği atan çocuk çeliği almak için koşarken diğer çocuklar onun köşesine çukur kazıp sopalarını dikmeye çalışırlar. Çeliği kapan çocuk da arkadaşlarının boş köşelerine çeliği bırakmaya çalışır. Herkes hem sopasını dikip hem de kendi köşesini korumaya çalışırken sopasını dikemeyen ya da köşesine çelik bırakılan çocuk bir sonraki oyunda çeliği atacaktır. Oyun sonunda belirlenen derinliğe ulaşan çukura (örneğin 30-40 cm), o köşeyi korumakla görevli oyuncu indirilir. Çukurun kenarında biriken topraklar içinde oyuncu olduğu halde doldurulur ve sıkıştırılır. Oyuncu burada tek başına bırakılır ve ona oradan çıkması için kimse yardımcı olmaz.

UZUN EŞŞEK:(Bu oyunu büyüklerde oynayabilir) 4 ve daha fazla insanla oynanır.Ebeler 90 derece eğilip birbirine kenetlenir.En baştaki oyuncu, ayakta ve bir ağaca yada duvara yaslanmış durumdadır.Diğerleri karşıdan koşarak diğerlerinin sırtına binerler.Ve mani okuyarak 1 den 5 e kadar bir rakam tutarlar.Diğerleri rakamı bilirse yer değiştirilir.

KAZIK:Ağaçtan yapılmış kazıklar çamur ve çukur bir bölgeye saplanarak oynanır.Çamura saplanmış kazığı hem çamura saplayıp, hem deviren kazığı kazanı.Diğer oyuncu başka bir kazıkla oyuna devam eder.

İP ATLAMA: Uzunca bir ipin uçlarından iki kişi tutarak düzenli bir biçimde ve yükseklikte sallarken diğerleri belli hareketlerle ipin yere indiği noktada üzerinden sıçrarlar. Ayağı ipe takılan ya da atlayamayan ipi sallayanlardan birinin yerine geçer. Oyun bu şekilde devam eder.

İSTOP (STOP): Ebe kişi topu havaya atar ve oynayanlardan birinin ismini söyler. İsmi söylenen oyuncu topa doğru koşarken, diğerleri kaçmaya başlar. Adı söylenen kişi topu yere düşmeden yakalamaya çalışır. Topu yakaladığında “istop” diye bağırır. Bağırır bağırmaz, diğer oyuncular bulundukları yerlerde durmak zorundadırlar. Daha sonra topu yakalayan kişi topu oyunculardan birine doğru fırlatır, eğer vurmayı başarırsa oyunu kazanır

MENDİL KAPMACA: Genellikle okulda öğretmenin gözetimi ve hakemliğinde oynanan bir oyundur.Çocuklar iki gruba ayrılır, arada belli bir mesafe bırakarak karşılıklı olarak yerlerini alırlar. Her oyuncunun rakibi karşısındaki oyuncudur. Bu iki grubun tam ortasında bir çocuk elinde mendille durur. Hakemin işaretiyle en baştan birinci sıradaki çocuklar mendili alıp kendi gruplarının bulunduğu yere rakibine yakalanmadan kaçırmaya çalışır. Eğer rakibine yakalanmadan mendili kaçırırsa rakip oyuncu kazanan grubun tarafına geçer. Mendili eline alan oyuncu rakibi tarafından yakalanırsa, bu durumda yakalayan kazanmış olur. Yakalanan oyuncu karşı takımın saflarına katılır. Tüm oyuncular birer kez yarıştıktan sonra takımların bulunduğu yerdeki oyuncular sayılır. En çok oyuncusu olan (kazanan rakibiyle kendi takımına geçtiğinden) takım yarışmayı kazanmış sayılır.

ÇEMBER YARIŞI: Uzun ve kalın bir telin ucu halka şekline kıvırıp bir çemberin dışına geçirilir. Uzun telin diğer ucunu tutarak ayakta yürürüz. Yürüyünce çemberde önümüzde istediğimiz yönde yuvarlanır. Yuvarlanan çemberle en çok yol alan kazanır.

ORTADA ŞIÇAN: Üç kişiyle oynanıp, iki kişi kenarda, bir kişi ortada olup, kenardakiler topu atıp ortadaki kişi almaya çalışır.

BİRDİR BİR: Oyuncular belli aralıklarla eğilirler. Bir kişi baştan başlayarak herkesin üstünden atlamaya çalışır. Bu sırada atladığı kişi devrilmeden durabildiyse sıra ondadır ve atlamaya başlar. Atlayarak sona kadar giden kişi çömelir ve atlamadan başa döndüklerinde o takım kazanmış olur. Eğer, ilk baştaki atlayamazsa atlayana kadar devam eder.

BEŞTAŞ: İki kişiyle oynanır. Oyunun malzemesi 5 adet misket büyüklüğünde yuvarlak taştır. Oyuna başlayan oyuncu beş taşı iki avucunun içine alıp salladıktan sonra yere bırakır. İçlerinden bir tanesini eline aldıktan sonra havaya fırlatır, aynı anda yerdeki taşları birini yerden avuçla alır ve aynı eliyle yukarıya fırlattığı taşı tutar. Önce tüm taşları birer birer; ikinci turda ikişer ikişer; daha sonra üçünü bir, diğerini tek olarak alır. Sonunda da yerdeki dört taşın hepsini bir defa da alır. Sonra bir elinin baş ve orta parmaklarını yere koyarak bir köprü yapar, diğer eliyle taşları yere fırlatır. İçlerinden birini eline alır ve onu yine havaya atarken yerdeki taşları anlaşmalarına göre ( iki ya da üç ) hamlede eliyle kurduğu köprünün altından geçirir. Hepsini geçirdiğinde oyunu kazanır. Bunları yaparken havaya fırlattığı taşı düşürürse, ya da yerdeki taşları alırken diğerlerine temas ederse oyun sırası diğer oyuncuya geçer.

DOKUZ KİREMİT: Farklı büyüklükte dokuz taş (kayrak taşı) üst üste konulur. İki grupla oynanır. Bir grup taşları bekler, diğer grup elemanları sıra ile bezden sarılarak yapılmış yumruk büyüklüğünde bir topu atarak taşları devirmeye çalışır. Yığından taş yıkmayı başardıkları zaman kaçarlar. Bekçi olan grubun elemanları topu aralarında birbirlerine atarak kaçanları vurmaya çalışırlar. Vurulan oyundan çıkar. Kaçan grup elemanlarının hepsi vurulmadan taşları tekrar yığmayı başarırlarsa çul yapmış sayılırlar ve oyun yeniden başlar

SAKLAMBAÇ: Bir kişi ebe olup sesli olarak sayı sayar. Bu arada diğerleri saklanır.Ebe saymasını bitirdiyse dolaşıp bulduğu kişileri sobe diyerek belirtir.

KÖREBE: Bir kişi ebe olup gözleri bağlanır, Bu arada diğerleri ebeye yakalanmamaya çalışır. Ebe bir oyuncuyu yakalarsa, yakalanan kişi ebe olur.

ŞAKA (MİSKET-BİLYE): Küçük cam topları ile çok çeşitli oyunları vardır. Bunların en bilineni HAMPA, VARGEL’dir. Hepsinde amaç karşı oyuncunun misketini almaktır.

SALLANGIÇ (SALINCAK): Eskiden özellikle bayramlarda, köyün sembolü haline gelen Çamın üstünde, (bahse konu bu tepe köyün Sivaslı tarafından girişinde ve büyükçe bir çam ağacının bulunduğu bir yerdi. Bugün bile hala bu isimle adlandırılır. Burada bulunan o çam ağacı bir şimşek çakması sonucu kurudu ve bugün yerinde yeller esiyor. 10-15 yıl kadar önce aynı alana çam ağaçları dikildi ancak eski çamın popülaritesi yok tabii ki) kızlar çamın dallarına kurdukları urgan’dan (kalın ip, halat) salıncaklarla sallanır ve eğlenirlerdi. Bu salıncak bildiklerimizden farklı idi. Normal salıncak gibi bağlanan ip üzerine minder yada tahta bir oturma alanı oluşturulur, bu alanın altından ilave bir ip uzatılır ve salıncağa binen kişiyi bir başkası bir sağa bir sola doğru sallardı.

DÖNME DOLAP: Ortaya kalın ve yerden yüksekliği 1 metre olacak şekilde bir kazık çakılır, bunun üzerine de 3-4 metre uzunluğunda ve ortası yere çakılan kazığın ütüne girecek şekilde bir oyulmuş bir başka ağaç konurdu. Bir çeşit tahterevalliye benzeyen bu oyuncağın farkı 360 derece sağa sola dönebilmesi idi. Uzun ağaç parçasının uçlarına oyuncular asılarak bir birlerini yerden kaldırarak eğlenirlerdi.

TİSKELEMBİÇ (FİSKELEMECE): Bir kişi ebe olup elleri ile gözlerini ve yüzünü kapatır, diğer oyuncu ise parmakları ile ebenin yüzüne kapalı eline sert bir şekilde fiske vurur, sonrasında hızlı bir şekilde her iki ekinin aynı parmağını havaya kaldırır. (Örneğin Yüzük parmaklarını) Ebe ise fiskeyi yedikten sonra vuran oyuncunun hangi parmaklarını kaldıracağın tahmin ederek iki elinin aynı parmaklarını kaldırır. Bilirse fiske atma sırası ona geçer. Bilemezse bilinceye kadar fiske yer.

KİBRİT ATMACA: 4 ve daha fazla sayıda kişi oynanır. Bir kibrit ve kıvratılarak sertleştirilmiş bir mendilden yapılan tura (Kırbaca benzer) oyunun malzemeleridir. Kibritin dik yüzünün birisine BEY, diğerine TURA yazılır. Oyuncular yere kibriti takla attırarak atarlar. Bu atış sonrasında kibritin bey tarafı üste gelecek şekilde dik durursa, atışı yapan kişi bey olur. Diğer oyuncunun da tura yazan kısmını dik getirdiğini varsayalım. Sırası gelen oyuncu kibriti atar ve konduramazsa, yani dik veya yatay şekilde durduramazsa bey tarafından ceza verilir. Bu ceza sınırlandırılabileceği gibi sınırsız da olur. Örneğin 10. Tura eline aldığı kırbaç haline getirilmiş mendil ile kibriti konduramayan oyuncunun avuçlarına 10 sefer vurur. Oyuncular kibriti kondurursa ceza almaktan kurtulur. Bey yada tura kısmını kondurduklarında ise beylik yada tura el değiştirir. Vuruş hızı turanın insafına kalmıştır. İlk başlarda insaflı vuran turacıların, oyun kızıştıkça vuruş şiddeti de artar.

YUMRUK YUMRUK ÜSTÜNDE: 3-4 kişi ve güvenilir bir hakem yardımıyla oynanır. Bir oyuncu ebe olur ve yüzükoyun (yüzü yere bakacak şekilde) cenin vaziyetinde yatar. Diğer oyuncular ellerini yumruk yaparak ebenin sırtı üstünde üst üste koyarlar. Ebe en üstte kimin yumruğu olduğunu bilmeye çalışır. Bilirse bilinen kişi ebe olur. Bilemezse diğer oyuncular arı gibi vızlayarak, ebeyi gıdıklarlar. Hakemin onayı ile yeterli cezayı alan ebe yeniden tahminde bulunur.

HALK GERÇEĞİ

Haziran 12, 2008

Çocuk Oyunları…

Elma dersem çık, armut dersem çıkmaaa!
… Sekiiizzzz, dokuuuzzzz, onnn!

Sağım-solum, önüm-arkam sobe!

Pencereden sokağa bakarken bu sesleri duyup da, ya da plastik bir top peşinde can havliyle koşturan afacanları görüp de çocukluğuna geri dönmeyen kaç kişi vardır? Film şeridi gibi canlanır birden gözümüzün önünde çocukluğumuz, hatırlayabildiğimiz en küçük halimize, en uzak anılarımıza kadar uzanırız. Belki yokluk yoksulluk içinde büyümüşüzdür; ne sarı saçlı, pilli konuşan bebeklerimiz olmuştur ne de üç tekerlekli bir bisikletimiz; belki kimimizin ailesinin durumu biraz iyicedir, pek çok oyuncağımız olmuştur da yine de durmadan yenilerini istemişizdir. İster yoksulluk içinde, ister biraz daha iyice; böyle çocukluğa geri dönünce çoğumuzun yüzüne bir gülümseme düşer. Kavgalarımızla, paylaştıklarımızla, ama en çok da oynadığımız oyunlardan aldığımız zevkle belki de en güzel anılarımız orada saklıdır. Dünyanın kirinden pasından bihaber olmanın huzuruyla belki de, üç beş çocuk biraraya gelip de tutuştuk mu oyuna dünyalar o an bizim olurdu sanki.

Bu gün bile, kazık kadar adam olmuşuzdur hatta belki saçlarımıza ak düşmeye başlamıştır ama yine de bazen mahallede oynayan çocukları görünce içimizden aralarına katılmak gelir. Ama çevreden görürlerse ne derler düşüncesi frenler hemen bizi.

Evet, çocukluğumuzu hatırladığımızda, daha doğrusu çocuk deyince oyun, oyun deyince çocuk akla gelir. Daha bebek iken, anne bile demeyi beceremezken ağladığında çıngırakla susturulur. Gözler acaip sesler çıkaran bu cisme takılır, sallandıkça fıldır fıldır onu takip eder, ne olduğunu anlamaya çalışır. Emeklemeye başlayıp ele avuca sığmaz olunca çevresinde eline geçirdiği herşey oynayacağı bir oyuncağa dönüşür. Bu bazen abisinin, ablasının defteri, kalemi olur, bazen annesinin örgü ipi, bir minder, sehpa örtüsü… Havaya atılıp tutulmak, yerde yuvarlanmak, herşey oyundur onun için. Oyunla büyür, oyunla çevresini tanır, ilk arkadaşlığı oyunla edinir.

Yürümeye, sonra koşmaya başladığında evin içi artık ona dar gelmeye, tek başına oyun oynamaktan sıkılmaya başlar çocuk. Sokağı bir öğrendi mi artık içerde tutmak da zor olur. Kapı açık unutuldu mu ya da açmayı becerecek kadar büyüdü mü bir bakarsınız usul usul sokağa doğru süzülmektedir. Çünkü sokakta oyun ve birlikte oyun oynayacağı başka çocuklar vardır. Nereye giderseniz gidin böyledir bu. İstanbul’un gecekondularında da, Artvin’in yaylalarında da, Çukurova’da pamuk tarlalarının kenarında kurulan çadırlarda da, Kürdistan’da tankların gölgesinde de.

Beş-altı yaşlarında büyükleri taklit etmeye çalışarak oynanan evcilik oyunu en yaygın olanıdır. Okul çağıyla birlikte oyunlar giderek daha bir zenginleşmeye, çoğalmaya başlar. En çok severek oynanan oyunlar top, misket, topaç çevirme, samlambaç, körebe, kovalamaca, mendil kapmaca, çelik çomak, uçurtma uçurmak, ip atlama, sek sek, çember çevirme, beş taş, oyuncak tabancalarla oynanan oyunlar ve benzeridir. Oyunların bir çoğu kız-erkek birlike oynanırken bazıları sadece erkek ya da kız çocuklara has oyunlar olarak kabullenilmiştir. Mesela, kız çocuklarının futbol oynadığına pek tanık olamazsınız ama yakartop, istop genellikle birlikte oynanır. Saklambaç, körebe, mendil kapmaca da yine öyledir. Bugün artık giderek unutulmaya yüz tutan topaç, çember çevirme, çelik çomak gibi oyunlarla misket ve oyuncak tabancalarla oynanan oyunlar daha çok erkeklere ait oyunlardır. Kaç erkek çocuk cebinde misketlerle dolaşmamıştır ki? İki tahta parçası ve iki ya da üç bilyeden yapılan bilyeli arabalarla kaymak da çok zevklidir hani…

İp atlama, sek sek, üç taş, beş taş, dokuz taş ya da hoppan (otuz taş) ise kız çocukların gözde oyunlarıdır. Bazıları taş oyunlarında öyle ustalaşır, elleri öyle beceri kazanır ki havaya atıp tuttuğu taşlaları gözle takip etmek bile zor olur.

Çeşitli yörelerin kendine özgü oyunları da vardır ama aralarında küçük farklar olsa da genel olarak hemen tüm bölgelerdeki oyunlar birbirine benzer. Köy ya da kente göre de oynanan oyunlarda farklılıklar görülür. Köylerde toprak, taş, çamur çoğu oyunların bir parçasıdır. Çamur patlatma oyunu bunların başında gelir. Bazen topraktan evler yapılır. Küçük küreklerle, tahta parçalarıyla temel kazılır. Bu tahta parçalarının arasına çamur haline getirilmiş toprak konularak kerpiç kesilir. Kazılan temelin üzerine taşlar, bu kerpiçler yerleştirilir; yine çamurdan sıvası yapılır. Deniz kenarlarında ise çamur ve toprağın yerini kum alır. Kumdan kaleler, yollar, köprüler yapılır.

Oyunlar mevsimlere göre de değişiklik gösterir. Yağan kar pek çok yeni oyun demektir. Kartopu oynamak, kardan adam yapmak sadece çocukların değil yetişkinlerin de severek yaptığı işlerdir. Hele kar üstünde kaymaktan bıkılmaz hiç. Elbette kondu ya da köylü çocuklarının Uludağ’a gitme, bilmem kaç yüz milyonluk kayaklarla kayma olanağı yoktur. Ama kayma zevkinden de mahrum kalınmaz. Tüm yaratıcılık kullanılır, pratik çözümler bulunur. Tahtadan kızaklar yapılır. Olmazsa seyyar ağaç merdivenler kızak olarak kullanılır. Üstelik bunların üzerine 7-8 kişi birden bile oturup kayabilir. Onlar da yoksa eski bir leğen ya da naylon parçası da kızak görevini üstlenebilir. Hatta biraz fazla haylaz olanların okul çantalarının üzerine oturup bir bayırdan aşağı kaydıklarını görmek mümkündür. Burunlar akar, ayakkabılar kar suyu çekip çoraplar sırılsıklam, eller yüzler kıpkırmızı keser, hatta soğuktan titremeye başlamışlardır ama yine de çocuklar içeri girmek istemezler. Anne bağırıp, çağırıyor, söylenip duruyordur. Öyle ya oyun oynamak iyi de ama bir de bunun üşütüp hasta olması var. Çocuğun hasta olduğuna mı üzülünsün, yoksa belki borç harç bulunacak hastane, ilaç paralarına mı yanılsın! Ama kim düşünür bunları, düşünülse çocuk olunmaz zaten. Belki dayak bile yenilir de dışarıya kaçmaktan, oyun oynamaktan vazgeçilmez.

Bir de daha çok bayramlarda oynanan oyunlar vardır. Mantar tabancaları, çatapatlar, fitilli bombalar, sıçan kuyrukları çıkar ortaya birden. Kız kaçıran oyunu, uçurtma en çok bayramların eğlencesidir. Sevinçten atılan naraların birbirine karıştığını duymak, rengarenk kuyruklu uçurtmaları, balonları seyretmek ayrı güzelliktir. Hele bir de salıncaklara, dönme dolaplara binebiliyorlarsa değmeyin çocuklara…

Çocukken oynanan oyunların önemli bir yeri vardır yaşamımızda. Çocukluğun en büyük eğlenceleri, mutlulukları yaşanır oynarken. Oyun çocuğun becerisi, yeteneği, yaratıcılığının gelişmesine hizmet eder. Kavga etmeyi de, paylaşmayı, dostluğu, arkadaşlığı da en önce oyunlarda öğrenir çocuklar. Oyun uğruna dersler asılır, hatta belki sınıfta kalınır. Ana baba nasihatleri pek sevilmez. Onlara göre oyundan alıkoymak için söylüyorlardır bunları. Oyuna dalındığında açlık, susuzluk unutulur, üşümenin-terlemenin, ıslanmanın farkına varılmaz, varılsa da çoğu kez umursanmaz. Düşüp kalkar, bir yerini incitir, belki ağlar sızlar ama herşeyi çabuk unutur. Söz dinlemediği için belki dayak yenip, ceza alınır ama yine de hiç birşey oyun oynamaktan, oynama isteğinden vazgeçiremez çocukları.

Ancak kimi oyunlar çocukta giderek ne olursa olsun kazanma hırsına dönüşüp, bireyci, çıkarcı yanların gelişmesine de hizmet edebilir. Hatta bazen kumar alışkanlığına bile yönlendirebilir. Mesela misket oyununda misketine oynamak bunlardan bir tanesidir. Bunun bir ilerisi küçük miktarlarda da olsa parasına misket oynamaktır, ki bunlar da oldukça yaygındır. Tabii bununla birlikte sen kazandın, ben kazandım, sen hile yaptın, mızıkçılık yaptın diyerek kavgalar da başlar.

Ne kadar kazanma amaçlı olsa da çocukluk duyguları saftır. Elbette çocukluktan itibaren bir kazanma hırsının, iddiasının şekillenmesi ilerdeki yaşantısını, düşünce tarzını, bilincini oluşturmaya başlar. Ancak çocuk oyunlarının çoğunda da tartışmalar, küsmeler, kavgalar kalıcı olmaz. Kin tutmaz çoğu. Tartıştığı, kavga ettiği arkadaşlarıyla az sonra barışırlar.

Ama elbette herkes de çocukluğunu çocuk gibi yaşayamaz bu ülkede. Yaşıtlarının bildiği oyunları öğrenemeden, oynayamadan çalışmaya başlayan, bir uçurtmanın ipini tutamadan, tamirhanelerde tornavida, anahtar tutan; gün ağarırken sürü otlatmaya götüren, para harcamasını öğrenmeden, bir oyuncak alamadan para kazanmasını öğrenen, mendil, sakız satan, araba temizliği, ayakkabı boyacılığı yapan, tekstil atölyelerinde 10-12 saat çalışan, kağıt, çöplerden ekmek toplayan, sokaklarda yaşayan çocuklar da var bu ülkede. Büyümüşte küçülmüşlerdir sanki. Oyun oynayan çocuklara, oyuncaklara bakarken onların boyunları büküktür. Bakışlarında çocukluklarını yaşayamamanın burukluğu vardır. Ama yine da yakalayabildikleri en küçük fırsatta onlar da oyun oynamanın bir yolunu bulurlar. Belki oyun araçları yoktur ya da çok basit şeylerdir ama olsun oyun yine de oyundur. Hatta kimisi çalışırken işini bir oyuna çevirmeye çalışır. Böylece işin ağırlığını, sıkıcılığını hafifletmeye çalışır.

Her şey gibi çocuklar da, oyunlar da değişiyor. Kimi oyunlar artık oynanmaz oluyor, unutuluyor, kimisi de artık çocukların dünyasında daha küçük yer tutuyor. Topaç, çember çeviren, çelik-çomak oynayan, hatta eskisi gibi ip atlayan, yakartop, mendil kapmaca oynayan çocuklara pek rastlanmıyor artık.

Televizyon seyretmek zamanın önemli bir bölümünü alıp götürüyor zaten.

Barby bebekler, logolar, atariler, sanal bebekler, bilgisayar salonları, atari salonları… İşte teknoloji çağının çocuklara sunduğu yeni oyunlar. Parası olan atari salonlarına gider, atari veya sanal bebek alır. Nerede o eskinin emek verilerek yapılan oyuncakları, bez bebekler, bilyeli arabalar… Oyunlar da artık emperyalizmin kültürüne, amacına uygun olarak kişiselleştiriliyor. Çarpık-yoz kültür çocuk oyunları adı altında küçük beyinlerin içine kadar giriyor. İşte bu oyunlar, çocukların o güzelim sevinç çığlıklarını unutturan, çocukluk sevincini yapaylaştıran, arkadaşlarıya dayanışmalarını, saf ve temiz duygularını öldüren, paylaşımlarını körelten oyunlardır.

Ancak yine da henüz halkın geniş bir kesiminden uzak bunlar. Köylerde, gecekondularda eski oyunlar hala oynanmaya devam ediyor. Onlarca çocuğun oynarken çıkardıkları cıvıl cıvıl seslerden, bağırışmalarından mahrum kalmadık henüz. sesleri duyuluyor hala sokaklarda.

“At bana at topu”, “Vurdum vurdum, yandın”, “Yakaladım işte”, “haydi herkes saklansın”

Hiç kuşkusuz en güzel, en zevkli oyunları, doğru dürüst düşünceleri şekillendirecek, gelişimlerini sağlayacak oyunları, devrimi onlara armağan ettiğimizde oynayacaklar. Çocuklar, bizim çocuklarımız; herşeyin en güzeline, en temizine, en iyisine layıktırlar.

12 Aralık 1998, Bağımsızlık ve Demokrasi Yolunda Kurtuluş, Sayı 8

www.ozgurluk.org/kitaplik/webarsiv/kurtulus/eskisayilar/b-yolunda08/halk_gercegi.html

ÇOCUK OYUNLARI

Haziran 12, 2008

Geçmişte çocuk ve yetişkinlerin oynadığı oyunlar kasabamızda yaygın ve başlı başına bir kültürdür. Oyunlar genelde bir başlangıç veya oyuncu fazlası olanları, eleme tekerlemeleri ile başlar.

Tekerlemeler
Dama çıktım çalı kestim
Çalı bizim nemiz olur
Arabadan temiz olur
Al çık bal çık gün doğmadan sen çık.

Avalama tavalama
Miski amber
Ceki cember
Menekşe, lale, sümbül.

Bir almayı alladım, pulladım
Edirne ye yolladım
Edirne nin iti, biti
Bakkalın ka . . ra. . . gö. . . tü

1 mut,
2 mut,
3 mut,
4 mut,
5 mut,
6 mut,
7 mut,
8 mut,
9 mut,
10 bir cum yut.

Üşüdüm Allah üşüdüm
Dağdan armut düşürdüm
Armudu mu yemişler
Bana cüce demişler
Ben cüceden güzelim
İnci boncuk dizerim
Derin kuyu kazarım
Hani bunun erkeci
Erkek kazanda kaynar
Çebiç çalıdır oynar
Çebici vurdum yatırdım
Al kanlara batırdım
Gel al kanı içelim
Aksaray’ a geçelim
Aksaray ın kilidi
Bana vuran kim idi
Emmim oğlu Musacık
Eli kolu kısacık.

Memmeti met,met,
Kaytanı gat gat,
Öküzü benli, devesi çanlı,
Torbada tuz yok,
Memmede kız yok.

Memmedi met met,
Guyruğu kert kert,
Bir sıçan tutmuş,
Yalamadan yutmuş.

Gedik geme,
Şıçtı dama,
Hangi dama,
Orta dama,
Orta damın yarısı,
Kel oğlanın karısı,
Alçık malçık,
Gün doğmadan sen çık.

a) Ebeleme debeleme(El el üstünde kimin eli var)

Bir kış oyunudur. Kız erkek karışık ev içinde oynanır. İkiden fazla kişi ile oynanır. Bir ebe tayin edilir. Ebe olan dizlerini bükerek ellerini başının altında yüzükoyun yatar (Secde) vaziyetinde olur. Diğer oyuncular yumruklarını birbirinin üzerine koyarak ebeye sorarlar. Ebe kimin elinin üstte olduğunu bilirse yakalanan ebe olur. Oyun aynı şekilde devam eder. Yok; ebe ele el üstünde kimin eli var dendiğinde kimin eli olduğuna doğru cevap veremezse ebenin sırtına hep birden yumruk ve elleri ile vurular. Oyun bu şekilde devam eder.

b) Birdir bir:
En az beş kişi tarafından oynanır. Kura çekilerek bir kişi ebe olarak belirlenir. Ebe eğilir. Ebenin üzerinden oyuncular sırayla birdir bir diyerek atlar,Dokunan olursa ebe olur. Başta iyice eğili duran ebe sayılar artıkça yükselir ve sonunda en yüksek halini alır.
Birdir bir,
İkidir iki,
Üçdür üç,
Dörtdür dört,
Beş,beşikden düş de burnuynan bok deş.
Altım kara çaltı.
Yedim yetmek,
Sekizim sekmek,(sekilerek varılıp atlanır. )
Dokuzum tokmak. )Atlanırken ebenin sırtına iki elle yumruk vurulur. )
Onum orak.
Onbirim yağlı börek.
On ikim fes atmalıç. (İlk atlayan şapkayı koyar en son atlayan alır. )
On üçüm şurda durmak. . (ebenin üzerinden atlayan atlamasıyla atladığı yere adım atmadan dikilir. )

c. Takla (Güvercin Taklası)
Erkek çocuklarının oyunudur. Dörder kişili iki grupla oynanır. Oyunda kurra ile veya avalama yapılarak yatma sırası belirlenir. Yatan oyunculardan ikisi arka arkaya vererek yani kalçaları birbirine değecek şekilde durur. Diğer iki kişide iki taraftan her birinin birer bacağını koluyla tutarak ve kafasını ayaktaki iki kişinin birbirine dayanmış kalçalarının arasına sokarak kirmen vaziyeti alırlar. Diğer grup yatan grubun üzerinden takla atarak sıra ile geçerler. İçlerinden birisi taklayı atamayıncaya kadar devam eder. Bu seferde takla atamayan grup yatar diğer grup onların üzerinden takla atarak oyunu bu şekilde devam ettirirler.

d. Topaç
Erkek çocukların kış mevsiminde buz üzerinde oynadığı oyundur. Oyuncu sayısı serbesttir. Hazır satılan veya elle meşe değnekten yapılan başı yuvarlak çivili konik şeklindeki topaca ip dolandırılıp ipin sonundaki halka parmağa geçirilerek “düz” veya “tepeden çakma”diye iki şekilde buzun üzerine fırlatılır. En uzun süre dönen topaç oyunu kazanır.

e. Çanak çömlek
Oyun beş altı kişiyle oynanır. Genelde erkek çocukları oynar. Bir kale çizgisi çizilir oyuncular çizginin arkasına geçer. Çizgiden beş altı adım ileriye 40 – 50 cm çapında çizilen yuvarlağın içine 7 adet çanak kırığı üst üste seçilen ebe tarafından dizilir ve ebe çanaklarının başından ayrılmaz. Kale çizgisi arkasında bekleyen oyuncular aralarında yaptıkları sıra ile; ilk oyuncu eliyle topu fırlatır ebenin dizili çanağını yıkıncaya kadar atış devam eder. Çanak yıkıldığında ebe suratlıca çanağını üst üste dizer bu anda da çanağı yıkan da topunu almak için kaleden koşar. Ebenin çanağını dizip topu alacak kişiyi eli ile yedirmesi (yakması) gerekmektedir. Ebe çanağı yıkanı yedirirse ebe kalenin arkasına oyuncu olarak geçer. Yedirilen ebe olur. Oyun böyle devam eder.
f. Ekmek – ekmek

Bölük (küçük koyun sürüsü)güden çocukların oyunudur. Koyun güddükleri ellerindeki değnekle oynanır. Oyun iki çeşittir. Biri ince yaylanan çubuklarla diğeride ham değneklerle oynanır. İki oyun birbirinin devamıydı. Oyuncular kale çizgisine sırayla diz çökerler ve değneklerinin bir ucunu yere beş-altı sefer vurup sallayarak takla attırmak suretiyle ileriye doğru fırlatırlar. Kale çizgisine en yakın olan değnek sahibi cezalandırılmak için kaleden 15-20 m uzaklıktaki 2-3 m çapındaki çemberin ortasına değneği dikilir. Ebe çemberin içindeki değneğini bekler. Diğer oyuncular sırayla ebenin dikili değneğini çemberden yıkmak için atarlar. Ebe yıkılan değneğini yerine dikinceye kadar vurucu değneğini alıp kaleye kaçması gerekir. Kaçıncaya kadar yederilirse (elle bir tarafına değerse)onun değneği dikilerek ebe yer değiştirir. Oyun böylece devam eder,gider.
g. Üç taş dokuz taş
Çoğunlukla 3 taşı çocuklar, 9 –12 büyük taş diye büyükler oynar. Her üçü de iki kişi ile oynanır.
Üç taş adından da anlaşılacağı gibi üç taşla oynanır. Her oyuncunun üçer taşı vardır. Oyun başlangıcında sıra ile birer taş koyarak başlar. Taşları aşağıdaki çizilen şekil üzerindeki köşe bağlantı noktalarına koyarlar. Ne zaman üç taş aynı hizaya gelirse böylece karşı tarafın taşı yenir ve mağlup edilmiş olur. 9– 12 taşlı üç taşlı gibi iki kişi 9 veya 12’şer değişik renkte taşlarla aşağıdaki şekil üzerinde oynanır. Konma sıra ile tek tek taşlar kesişen noktalara konarak yapılır. Yeme işi her üç taşını aynı hizaya getiren karşı tarafın bir taşını yer (Oyun dışı bırakır) Bir tarafın iki taşı kalıncaya kadar oyun devam eder.
h. Züle
Üç çeşit olarak erkek çocuklarca oynanır. Oyuncu sayısı 3 – 8 arası değişir.
1. Mıcıklı (Züle): Çanak çömleğe benzer. Bir kalesi çizgisi arkasındaki oyuncuları ve 5 –6 adım ilerde 30 –40 santimetre çapında dairenin tam ortasında mıcık (yuvarlak 6 –8 cm çapında taş) olur. Her oyuncunun 10 –15 cm çapında 1,5 – 2 cm kalınlığında yassı taştan birer zülesi olur. Gaye Elletme oyununa ebe tespit etmektir. Önce atış sırası belirlenir. Bütün oyuncular mıcığın olduğu yerden kale çizgisine doğru zülelerini fırlatırlar. Zülesini kale çizgisine en yakın atan birinci,en uzak atan sonuncudur. Birinci züleyi en son atar. Oyundaki ana gaye atıcının mıcığı kendi ayağıyla beş ayak ileriye züle vuruşu ile aralaştırmasıdır. Mıcığa ilk vuran mıcığın çıkış ve varış yerini ayağıyla ayaklar. Beş ayak veya fazla gelmişse oyunu kazanmıştır. Oyun dışı kalır. Beş ayaktan azsa yakın züleleri zülesiyle vurarak beş ayağa tamamlar. Bu beş ayak aynız,buynuz,seksen,doksan,yüz diye sayılır. Bu işlem belirlenen sıra bozulmadan bütün oyuncular tarafından tek kişi kalana kadar devam eder. O kalan tek kişi oyunun ikinci bölümü olan Elletmenin EBE sidir.
2. Eletme (züle):Birinci oyunda bulunan kişiler yer ve düzenle eletme oyunu başlar. Bu oyunda gaye bir önceki oyunda yenilen ve bu oyunda ebe olan kişiye eziyet etmektir. Ebeye yedirmeden (yakılmadan) züleyi fırlatıp geri alıp kaleye kaçmak oyunun özüdür. Birinci oyunun devamı olup ikisi birden 3-4 saat oynanabilir. İlk oyuncu züleyi mıcığı daireden dışarı çıkarmak için var gücüyle züleyi fırlatır. Mıcık daire dışına çıkarsa mıcığı çıkaran son sürat koşarak zülesinin üzerine ayağını basar. Bu arada ebe çıkan mıcığı alır yuvasına kor ve mıcığı çıkaranı züleye basmadan yedirmeye(yakmaya) çalışır. Yedirirse yenen ebe olur. Yedirmezse ikinci oyuncu züleyi fırlatarak oyun devam eder. Züleyi fırlatan oyuncu mıcığı dışarı çıkaramazsa diğer oyuncular mıcığı daire dışına çıkarmak zülelerini fırlatır. Züle fırlatacak oyuncu kalmayınca bütün oyuncular zülelerine basmak için ebenin etrafına dolanırlar. Her biri ebeyi aldatarak ya zülesine ayağına basar dinlenir ya da hızlı ise züleyi alır kaleye kaçar. Oyun sonunda her kesin zülesini alıp kaleye kaçması gerekir. Herhangi birisi yakalanırsa ebe o olur.
3. Çekirdek oynama: Bu oyunda ayakkabı altı gibi düz cisimlerde züle yerin kullanılabilir. Aynı şekilde kale dört beş oyuncu ve 5 –6 adım ilerde çekirdek dikilen çizgi vardır. Çocukların yetişkinliğine bağlı olarak kale ile çekirdek mesafesi 8 –10 metreye kadar çıkar. Çekirdek çizgisine oyuncular ikişer – üçer beşer eşit çekirdek dikerler. Oyuncular çekirdek çizgisinden tersine kale çizgisine doğru atışı sıralamak için zülelerini fırlatırlar. Zülenin çizgiye yakınlığına göre sıra belirlenir. Oyun kale çizgisinden zülelerini sıra ile fırlatarak başlar. Herkes çizgiden çıkardığı çekirdeği cebine kor. Çizgiden çıkmayan çekirdekleri almak için züle ile en çok çekirdek çıkaran kişi birinci olarak züleyi atmak şartıyla ve arkasındaki oyuncularda çekirdeklere en uzak züleden (ayakla ölçülerek) başlayarak çekirdek bitinceye kadar sırayla atılır.
İkinci oyunda en çok çekirdek yiyen (kazanan) birinci atıcıdır. İki ve diğerlerinin sırası çekirdek çizgisinden züleler kaleye atılarak önceki gibi belirlenir.

i. Üç taşlı :Beş daşlının basit şeklidir. Küçük çocuklar oynar. Beş daşlıyla aşağı yukarı aynıdır.
j. Beş Taşlı:İçerde ve dışarda en az 2 kişiyle beş yuvarlak pürüzsüz (çay taşı gibi)aynı renk taşla oynanır. Genelde kızlar daha çok oynar. Önce sıra belirlenir. Avucundaki beş taşı yukarı atıp elinin üstüne en çok taş düşüren birinci sırayı alır,ebe olur.
1’ler :Taşlar yere serpilir. İçinden biri alınarak havaya atılır,yerdeki taşlar bu hareketler tekrar edilerek tek tek toplanır.
2’ler:Taşlar yere serpilir. İçinden bir taş alınıp havaya atılarak yerdeki taşlar iki aynı hareketle ikişer ikişer toplanır.
3’ler:Aynı şekilde oynanır,taşın üçü bir,biri bir tek taşı yukarı atma hareketiyle toplanır.
4’ler:Taşlar ele alınır biri havaya atılırken dördü yere konur. İkincide tekrar tek daş havaya atılır. Birincide yere konan dört taş yerden tek hareketle toplanır.
5’ler:Taşlar ele alınır. Dördü elde tutulur,biri havaya atılarak işaret parmağıyla yere dokundurulup havadaki taş tutulur.
6’lar:Aynı beşler gibi oynanır sadece taşı havaya atınca işaret parmağıyla önce yere sonra çene altına dokunularak atılan taş tutulur.
7’ler:Taş yere serpilir,biri ele alınır. Taşı oynamayan elin işaret parmağı orta parmağın üzerine geçirilerek köprü yapılır. Köprü yerdeki taşlara uygun bir yere yerleştirilir. Taşın biri karşıdaki oyuncu tarafından belirlenir. Belirlenen taş en sona kalır. Eldeki taş havaya atılarak sıra ile yerdeki taşlar köprüden geçirilir,belirlenen taş en son geçirilir. Bu taşların her hangi biri geçmediğinde diğer oyuncu oyuna başlar.
8’ler:Taşlar yere serpilir. Biri alınır. Alınan taş havaya atılarak yerdeki taşlar tek hamlede yerden toplanır.
9’lar:Taşlar yere serpilir,biri alınır ve havaya atılarak yerden bir taş da ele alınır. Yerden alınan taşla yerdeki diğer taşlar her hamlede bir tanesi değiştirilir ve bu arada taşlar bir araya toplanır. Son hamlede eldeki taş havaya fırlatılarak yerdeki taşlar tek hamlede toplanır.
10’lar:Taşlar ele alınır. havaya atılıp altına el ters tutulur. Elin üzerindeki taşlar dururken karşıdaki oyuncuya sorulur “yer mi,gök mü”. Oyuncu yer derse elin üzerindeki ta havaya atılır,avuç içi yere vurularak havadaki taşlar düşmeden yakalanır. Karşıdaki oyuncu gök derse elindeki taşlar havaya atılır,el ters olarak havada kapılır.
“Zom Zom”Yenen oyuncu yenilenen oyuncuya verdiği cezadır. Yenilen oyuncu bir elinen parmaklarını gergin şekilde açarak yere koyar. Yenen oyuncu her parmağın ucuna bir taş koyar.
Baş parmaktan başlıyarak taşı alınır havaya atılarak yenilen oyuncunun elinin üstüne “kürek,kürek,kürek”diyerek elinin tersiyle kürek işareti yaparak vurur. Baş parmağın taşı yerine konur.
İşaret parmağındaki taş alınır. Havaya atılarak üç defa işaret parmağıyla “kazma,kazma,kazma”diye vurulur,taş yerine konur.
Orta parmak üzerindeki taş alınır havaya atılır,”tırmık,tırmık,tırmık”diyerek elinin üzeri çizilir.
Yüzük parmağındaki taş alınır üç defa”çimçik,çimçik,çimçik” diye çimdiklenir.
Serçe parmağındaki taş alınır aynı şekilde havaya atılır . Üç defa”zomzom,zomzom,zomzom”diye eline vurulur,taş yerine konulur. Eli yerdeki oyuncunun parmakları açılabildiği kadar açılarak taşlar aynı şekilde parmak uçlarına yerleştirilir.
Zomzom vuran baş parmaktaki taşı alır yerdeki çekilmiş elden geriye kalan diğer dört taşı, elindeki taşı havaya atarak tek hamlede toplar attığı taşı havada kapar. Bu son hareketi yapamazsa karşıdaki oyuncu zomzomu vurur.
Not:Oyun sırasında yanılarak oyun dışı kalan oyuncu sırası gelince kaldığı yerden devam eder.
k. Habba:Açık havada en az iki kişiyle oynanır. Malzemesi aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi yanyana çizilmiş üçer sıralı altı oda ve el kadar taşdır. Ebeyi belirlemek için odaların ön çizgisine odalar arkada kalacak şekilde oyuncular dizilir. Habbayı ters olarak odalara atarlar. En büyük numaradan başlıyarak oyuncu sırası belirlenir. Oyuncular sırayla habbayı birinci odaya kor ve sırayla her odayı sırayla sekerken habbayı sürerek çizgilere bastırmadan dördüncü eve varır. Dördüncü evde ayağı basarak dinlenir. Tekrar tek ayakla habbayı sürükleyerek 5-6 evden dışarı çıkılır. Habbanın her halükarde çizgi üzerinde kalması yasaktır. Kalırsa sıra diğer oyuncuya geçer. Habba ikinci eve atılır,sekilerek üçten dördüncü eve gelinir,dinlenilir. Sekerek 5 ve 6 evden dışarı çıkılır. 3-4-5 nci evler bu şekilde tamamlanır. 6. eve gelince happa altıncı eve atılır. Sekerek dördüncü eve gelinir. İki ayak yere basarak dinlenilir. Tekrar sekerek 6, eve gelinir. Sekerek happa 6. evden 3. eve itilir sekerek 3. eve atlanır. Oradan happa 2. ve 1. eve sürüklenerek 1. evden sekerek happa ile beraber dışarı çıkılır. Oyuncu evleri arkasına alarak habbayı arkası dönük olarak evlere atar. Hangi eve düşmüşse o ev oyuncunun malıdır. Oyun böylece devam eder. Ev sahibi müsaade etmedikçe evinde kimseyi dinlendirmez. Dinlenme izni almayan oyuncu habbasıyla o evin üzerinden atlıyarak geçmesi gerekir. Bütün evler alınıncaya kadar oyun devam eder. Evi çok olan oyunu kazanır.
Oyun bazen tek hareketle oynanır. Her evde ilk adımla happa diğer eve geçirilir. Yerinde sekme olmaz bu kural oyundan önce oyuncuklar arasında belirlenir.
l. Açıl kilidim açıl:Kış günü ev içi oyunudur. Avalama yapılarak ebe belirlenir. Ebenin eli en altta olmak şartıyla yumruk yapılarak eller üst üste konur. En üstteki el sahibinin sağ elinin baş parmağıyla yumrukların içine tepeden işaret parmağını sokarak tek tek “açıl kilidim açıl”diyerek ebenin son eline kadar bütün elleri açarak varır ve ebe elini açmaz. Açıcı sorar:
Açıcı:Hani bunun anahtarı
Ebe:Suya düştü.
Açıcı:Su nicoldu.
Ebe:inek içti.
Açıcı:İnek nicoldu.
Ebe:Dağa kaçtı.
Açıcı:Dağ nicoldu.
Ebe:Yandı bitti kül oldu.
Açıcı:Evinizin önünden davşan geçti mi.
Ebe:Geçti.
Açıcı:Hangi tüfekle vurdun.
Ebe:(Duvarı göstererek)Şu tüfekle.
Açıcı:Hangi tavayla pişirdin.
Ebe: (mutfağı göstererek)Şu tavayla.
Açıcı:Hani bize.
Bütün oyuncular elerini çenelerine götürerek eleriyle sakal sıvazlar gibi”pi sakalım,pi sakalım” diyerek hareket yaparlar. Oyun böylece ebe değiştirilerek tekrarlanır gider.
m. Mendil kapmalıç:İki gurup halinde açık alanda oynanan kız ve erkek oyunudur. İki gurup adil bir ebe seçer. Gurup sayıları eşit olup her oyuncu birden, guruptaki oyuncu sayısına kadar numara alır. Ebe iki guruba eşit mesafede tam ortada havadaki elinde mendil tutar ve her hangi bir numarayı bağırır. İki gurupdan bağrılan numaralı kişiler ebenin elindeki mendile doğru koşarlar. İlk yetişen mendili kaparak kendi kalesine doğru koşar. Mendili alamayan oyuncu alan oyuncuyu kalesine düşmeden yakalarsa kendi kalesine esir götürür. Yakalayamazsa kendisi mendil alana esir olur. Böylece gurubun biri bitinceye kadar oyun devam eder.
n. Yağ satarım bal satarım:Kız ve erkeklerin ayrı ayrı veya karışık şekilde daha fazla kişinin açık alanda oynadığı bir oyundur. Ebe belirlenir,Herkes halka şeklinde yönü halkanın içine bakacak şekilde otururlar. Ebe elindeki ucu düğümlü mendili kimseye göstermeden oturanların arkasında yarı eğilik vaziyette “yağ satarım bal satarım,ustam ölmüş ben satarım”diyerek dolaşırken mendili birinin arkasına bırakır. Mendil bırakılan şahıs haberi olmadan ebe tutu tamamlarsa,mendili alarak onu mendille döver ve onun yerine oturarak onu ebe eder. Mendil arkasına konan ebe turu tamamlamadan haberi olursa ebeyi mendille kovalar,yerine yetişmeden yakalarsa döver,yakalayamazsa ebe onun yerine oturur. Mendil konan ebe olu ve oyun böylece devam eder.
o. Kör ebe :İkiden fazla kişiyle ev içinde veya dar bir yerde (ahır,samanlık)oynanır. Avalama ile ebe belirlenir ve gözleri bağlanarak oyuncuların kurduğu halkanın ortasına oturtulur. Gözü bağlı ebe bir şeyi arıyormuş gibi hareket halindedir. Oyunculardan biri sorar
Oyuncu:Ebe ne arıyorsun
Ebe:İğne arıyorum.
Oyuncu:İğneyi ne yapacaksın.
Ebe:Torba dikeceğim.
Oyuncu:torbayı ne yapacaksın.
Ebe:Çakıldak toplayacağım.
Oyuncu:Çakıldağı ne yapacaksın.
Ebe:Sizi taşlıyacağım.
Oyunculardan biri “ebe kafana tavuk sıçmış”diyerek ebenin kafasına vurur ve herkes odanın içinde ebeden saklanmaya çalışır,ebenin yakaladığı oyuncu ebe yapılır.
p. Sopacı hakim:En az dört kişiyle kız oğlan karışık kışın oynanan bir ev içi oyunudur. 5-6 kişiylede oynanabilir. Dört eşit kesilmiş kağıda “Hakim,Jandarma,Sopacı,Hırsız” yazılır. Karıştırılıp kurra çekilir.
Hakim:Jandarma kim diye sorar.
Jandarma: Benim
Hakim:Hırsızı bul.
Jandarma hırsızı bulursa hakim ceza verir. Sopacı yerdeki bulunan düğümlenmiş havlu ile hakimin verdiği cezayı yerine getirir. Oyuncu dört den fazla ise fazlalar sopacı yazılır.
q. Çelik (can verme): Eşit sayıda iki gurupla oynanır. Bir çelik 15-20 cm boyunda 60-70 cm boyunda da çeliğe vurmaya yarayan bir sopası olur. Yer üzerinde basit bir çukur”ülük” açılır. Gıllele denir. Çeliği çelmek için guruplar arasında önceliğin kim tarafından çelineceği tespit gurup başkanlarının çelik değneğini sırayla tutamlayarak belirlenir. En sona tutamı denk gelen kalede kalır çelici olur. Çelen gurup ülüğün başında diğer gurup da çeliğin çelindiği zaman düşebileceği alana dağılır. Eğer çelik çelindiğinde yere düşmeden yakalanırsa gurup yer değiştirir. Yakalanmazsa çeliğin düştüğü yerde ülüğün üzerine duran sopaya çelik atılır. Eğer çelik sopaya değerse veya bir sopa boyundan az kalırsa çelik çelen kişi oyundaki yerini kaybeder. Aynı gurubun bir başka üyesi çeler. Çelik sopaya değmezse ve bir sopa boyu düşmezse ölçülür. Çeliği çelen kişi sopa ile çeliği vurarak sayar. Saydığı sayıdan gurubundan çıkan oyuncuya bir kısmını can verir. Kalanıda karşı guruba gurt verir. Tespit edilen gurt sayısına göre en fazla gurtu alan oyunu kaybetmiş olur. Oyun bu şekilde devam eder.
r. Karaböy Çıkarma: Bir yıl önceki harman ve lodo yerlerinde ilk bahar sonu çıkan arılar 10 –12 yaşında çocuklar tarafından ceketlerle basılarak yakalanır. Erkeğine EŞŞEK ARISI dişisine KÖTÜMECİK denir. Erkek dişinin yaklaşık iki katı büyüklüğündedir. Bellerine ip bağlanarak zehirli örümcek (karaböy) deliklerine salınır. Arı deliğe giderken ele alınan yerdeki taşa vurularak “ Arım arım sandığını sepetini derlede toplada gel” diyerek tekrarlanır. Arı genelde karaböyü dışarı çıkarır vurarak hur çektiğin taşla karaböy öldürülür. Aynı arı ne kadar karböy çıkarırsa o kadar yaş alır. Çocuklar birbirini “ benim arım 8 yaşadı 10 yaşadı diye övünürler”.

s) Tuzak kurma:Kış aylarının karlı günlerinde çocuklar tahta veya ip üzerine at kılı bağlamak suretiyle kuş yakalamak için tuzak kurarlar. Tuzak genelde kuşların çokca indiği kuru toprak üzerine veya hayvan gübrelerinin bulunduğu yerlere yapılır. Tahta üzerine tuzak yapılması tahtanın belirli aralıklarla delinip at kılının kuşun ayağına takılıp sıkmasını sağlayacak şekilde bağlanması ile olur. Tahtanın üzeri yemlenir. İp üzerine tuzak kurulması da aynı şekilde at kılının ip üzerine belirli aralıklarla bağlanması şeklindedir. İpin ucuna kuşun kaldıramayacağı kadar bir ağırlık bağlanır. Tuzak yemlenir. Kuşların tuzağa düşmesi beklenir.

u. Ebe beni gurda guşa kaptırma:Arkasın da 3-5 çocuk olan bir ebe ve karşısında da çocuk arayanYabancı ile oynanır. Çocuklar arkasın da olan ebeye gelen yabancı sorar.
“Akkızın evresinde çevresin de bir kız yitirdim görmedinizmi “
Ebe:”Eline bir ekmek virdim, başına da bir tokmak vurdum şo tarafa gitti. “
Yabancı biraz uzaklaşınca ebe:”Orada enikli canavır var diye bağırır. “Bunu duyan yabancı geri döner ve yitiğini ebenin arkasındaki çocukların içinde aramak ister. Yabancıdan korkan çocuklar ebenin arkasından tutup kater halinde kateri bozmadan sağa sola sallanarak “ebe beni kurda kuşa kaptırma”diye bağırırlar ve oyun böyle devam eder gider.

www.cukurkuyu.bel.tr/oyunlar.html

ÇOCUKLUĞUMUZDA OYNADIĞIMIZ OYUNLAR

Haziran 12, 2008
Çocukluğu köyümüzde geçen büyüklerimiz ve bizim kuşaktan olan Kaymazlılar bilirler ki, o zamanlar sahip olduğumuz imkanların kısıtlılığı yüzünden oynadığımız oyunlar da köyümüz gibi mütevaziydi ve eldeki imkanlarla sınırlıydı. Futbol, hayatımızın bu kadar parçası değildi daha… Medya bu kadar içimiz dışımız olmamıştı. Atari yoktu, bilardo yoktu, bilgisayar yoktu…

Bu makalede o zamanlarda oynadığımız oyunlara hatırladığım kadarıyla değineceğim. Oyunların anlatımınında hatalar söz konusu olabilir. Neticede, bahsettiğim zamanlar bundan 20-25 sene öncesini kapsıyor. Gördüğünüz hataları veya katılmadığınız bölümleri bildirirseniz, düzeltme imkanımız da olacaktır.

MET(ÇELİK-ÇOMAK)

Yaygın olarak bilinen adı “Çelik-Çomak” olan oyunun adı bizim köyde “Met” tir. Met denilen nesne 15-20 cm uzunluğunda, 2-3 cm kalınlığında bir ağaç parçasıdır. Bu ağaç parçasının iki ucu paralelkenar olacak şekilde çapraz olarak sivrilenmiştir. Met oyununu oynamak için 1 metre uzunluğunda bir de değneğe ihtiyaç vardır. Bu değnekle yerde bulunan metin ucuna vurulduğunda met havaya uçar. Oyun, genel olarak bu meti havaya kaldırma ve met havadayken değnekle “vole” vuruşu yapılarak metin mümkün olduğunca uzaklaştırılmasına dayalıdır.

Genelde iki kişiyle oynanan bu oyun, iki ayrı takımla da oynanabilir. Önce düz bir alanın ortasına (harman) bir daire çizilir. Met bu dairenin içine atılır. Oyuncu mete vurup oyunu başlatır, havadayken voleyle tekrar etkili bir şekilde vurup meti uzaklaştırır.

Daireden itibaren metin düştüğü alana kadar olan mesafe değnek yardımıyla ölçülür. Bir oyun içerisinde meti en uzağa fırlatarak çok puan alan takım ya da kişi oyunu kazanır.

BEŞ TAŞ

Beş taş oyunu için gerekli malzeme adından da tahmin edileceği gibi 5 tane taştır. Taşlar genellikle 1,5-2 cm çapındaki çeyil cinsi taşlardan seçilir. Nedeni de bu taşların diğer kireç taşlarına göre daha sağlam ve pürüzsüz olmasıdır. Genellikle kız çocukları tarafından tercih edilen “Beş Taş” oyunu iki kişiyle oynanır. Oyun, taşlardan birinin havaya atılması ve bu esnada yerdeki taşların belli bir kurala göre yerden alınıp, aynı anda havadaki taşın da aynı avuca toplanması esasına dayanır. Kıvraklık ve dikkat gerektiren bir oyundur.

Şöyle oynanır: Önce taşlar yere serpilir. İçlerinden bir taş seçilir ve havaya fırlatılarak diğer taşlar ilk elde birer birer, sonra ikişer ikişer, sonra bir ve üçlü, sonra da dörtlü olacak şekilde toplanır. Taşlar yerden toplanırken çeşitli tekerlemeler söylenir. Oyun sırasında başarısız olup taşı yere düşüren ya da alınmaması gereken taşı alan veya kımıldatan kişinin sırası rakibe geçer. En çok el kazanan oyunu kazanır.

ÜÇ TAŞ

Bu oyun düz bir satıh üzerine çizilen pencere şeklindeki tablo üzerinde oynanır. Genelde erkek çocukların oynadığı bu oyun iki kişiyle oynanır. Oyun için farklı renklerde üçerli 2 grup taşa ihtiyaç vardır. Oyuncular tablonun köşelerine veya çizgilerin kesişim yerlerine taşları sırasıyla yerleştirirler. Sonra taşların boş olan köşelerine çizgi üzerinden gitmek şartıyla taşlarını kaydırırlar. Oyunda amaç, bir oyuncunun kendine ait 3 tane taşı aynı doğrultuya getirmesidir. Taşlarını aynı doğrultuya getiren oyunu kazanır ve taşlar toplanarak oyuna tekrar başlanır. En çok oyun alan kişi oyunun galibidir.

DOKUZ TAŞ

Dokuz taşla oynanmasına rağmen bu oyunun amacı da 3 tane aynı renk taşı aynı doğrultuya getirmektir. Bu oyun da iki kişi ile oynanır. Oynandığı tablo iç içe geçmiş, ve kenarlarından birbiriyle birleştirilmiş karelerden oluşur. Oyuncular sırayla taşları köşelere veya çizgilerin kesişme noktalarına koyarak oyuna başlarlar. Eldeki taşlar bitince, taşlar çizgi üzerinde kaydırılarak 3’lü hizaya getirilmeye çalışır. Taşlarını hizaya getiren oyuncu, rakibinin bir taşını alıp etkisiz hale getirir. Rakibin 3 taşı kalınca, taşlarını bağımsız şekilde kullanma hakkına sahip olur. Buna “taşların uçması” denir. Buna rağmen elindeki taş sayısı ikiye inen oyuncu eli kaybeder. En çok el kazanan oyunun galibidir.

MİSKET

İki ya da daha fazla kişiyle oynanan bu oyun için düz bir zemin seçilir. Zeminin tam orta yerine 7-10 cm çapında bir kuytu açılır. Kuytudan 2-3 metre kadar uzaklığa bir çizgi çizilir. Oyuncular başlama sırasını belirlemek için kuytudan çizgiye doğru misketlerini atarlar. Misketini çizgiye en çok yaklaştıranlar oyuna önce başlama hakkı kazanır.

Sıra belirlendikten sonra oyuncular çizgi tarafına geçerler. Ve misketlerini kuytuya denk getirmeye çalışırlar. Misketini kuytuya atmayı başaran veya en yakın mesafeye getiren oyuna devam eder. Misketini kuytunun yanına getiren misketi kuytuya atmak zorundadır. Sonra kendine en yakın rakip misketinden başlamak üzere vurmaya çalışır. Vuramazsa sıra rakibe geçer. Bu oyunda kuyudan fazla uzaklaşmamak önemlidir. Rakip oyuncuların misketlerine en çok vuran ya da geri dönüp misketini kuytuya en çok atan oyuncu oyunun galibidir.

YAKAN TOP

Bu oyun, bir takım oyunudur ve havası inmiş yumuşak bir topla en iyi şekilde oynanır. Önce iki kişi karşı karşıya geçip ayaklarını tek tek adımlaştırarak alışırlar. Ayağını rakibin ayağının üzerine getiren kişi, ilk olarak oyuncu seçme hakkı kazanır. Bu kişilerin sırasıyla oyuncuları seçmesiyle takımlar belirlenir. Her takımda bir kişi de voleybol alanına benzeye oyun sahasının dış kısımlarına giden topu tutmak veya saha içinde rakip takım oyuncularını vurmakla görevlendirilir.

Şekilde de görüldüğü gibi asıl takım oyuncuları kendi alanlarına yerleşir. Oyunun amacı karşı takım oyuncularına topu vurarak, onları oyundan çıkarmaktır. Aradaki takımdan biri düşürmeden ve vurulmadan topu yakalarsa, atak sırası onlara geçer. Etkili atak yapabilmek için bir takım rakip takımdan birine topu vurmayı amaçlamadan havadan ya da yerden topu dıştaki oyuncusuna gönderebilir. Karşı takımın tüm oyuncularını oyundan çıkaran takım, maçın galibidir.

DALYA

Bu oyun için düz bir zemin, 7-8 tane kiremit parçası ve top gereklidir. 2 ya da 3 kişiyle oynanır. Oyunda amaç üst üste dizilip kule haline getirilmiş kiremdilimi tutmam lazımi top vurarak yıkmaktır. Bir kişi ebe olur. Diğer kişiler 2-3 metre uzaklıktaKİ çizgiden sırayla topu kuleye atarlar. Kule yıkılmazsa sıra rakibe geçer. Rakip ebe olur. Kuleyi yıkan kişi, ebe kiremdilimi tutmam lazımi toplayıp kuleyi kurmadan, kaçan topu çizginin arkasına getirmek zorundadır. Getiremeyip sobelenirse, sıra rakibe geçer. Oyun bu şekilde devam eder. En çok ebe olan kişi oyunu kaybeder.

SAKLAMBAÇ

Klasik oyunlardan biri olan saklanbaç oyunu için, saklanılabilecek yerlerin bol olduğu, sokak araları, harabeler, çalılıklar ve bahçeler en uygun mekanlardır. Önce tekerleme söylenerek ebe olmayacak oyuncular belirlenir. En sona kalan oyuncu ebedir. Sonra bir ağaca veya duvara bir yuvarlak çizilerek sobe yeri belirlenir. Ebe oyuncu, başını duvara veya ağaca çevirip gözlerini kapatır, ya tekerleme söyler ya da 10’a kadar sayar. Bu arada diğer oyuncular farklı yönlere kaçarak saklanırlar. Sonra ebe aradığı oyuncuların kendisine görünmeden sobe yapmamasına dikkat ederek diğer oyuncuları arar. Gördüğü oyuncuları koşup sobe yerinde sobeler. Ebeye yakalanmadan sobe yerine gelen oyuncu dokunulmazlık kazanır. Dokunulmazlık kazanan oyuncu, “Armut dersem çık, elma dersem çıkma” diye bağırarak diğer oyuncuları yönlendirmeye çalışır. İkinci turda ebenin ilk önce bulduğu kişi ebe olur ve oyun böyle devam eder.

SEK SEK

Sek sek oyunu için düz ve pürüzsüz bir yüzey seçilir ve bu yüzeye merdivene benzeyen 5-6 bölmeli uzunca bir dikdörtgen çizilir. Yaklaşık 10×10cm ebadında bir kiremit veya tahta parçası bulunur. Oyunculardan biri çizginin başına geçer. Parçayı her elde en yakındaki kareden başlamak üzere atar ve tek ayak üstünde çizgilere basmadan karelerde ilerler. Parçaya ayağıyla vurarak ittirir. Parça çizgi üzerinde durursa veya yanlışlıkla oyuncu çizgiye basarsa sıra rakibe geçer. Eller parçanın önce birer, sonra ikişer, sonra da üçer kare ilerletilmesiyle sürdürülür. Yanmadan bir el bitiren ya da yanarak da olsa en önce bitiren oyunu kazanır.

NALLI

Dalya oyununa benzeyen bu oyun için de düz bir zemin gereklidir. En az 3 oyuncuyla oynanır. Malzemeler 7cm kalınlığında bir yalpık, pet şişe, konseve kutusu veya keçi boynuzu ile her oyuncuda bir tane olmak üzere 7cm çapında yuvarlak çeyil taşıdır. Oyunda amaç hedefe konulan boynuz, teneke veya plastik parçasının yuvarlak taşla vurulup hedef noktadan mümkün olduğunca uzaklaştırılmasıdır. Bunun için alanın tam ortasına bir yalpık konulur. Yalpıktan 2-3 metre uzağa bir çizgi çizilir. Atıcılar taşlarını bu çizgiden atmak zorundadır. Tekerleme söylenerek ebe belirlenir. Ebe yalpığın yanına gider ve teneke parçasını yalpığın üzerine diker. Diğer oyuncular çizginin arkasına geçerler ve ellerindeki taşlarla hedefi devirmeye çalışırlar. Hedef devrildiğinde taşlarını atmış olan diğer oyuncular hemen koşup kendi taşlarının üzerine basarlar. Ebe hedefi yerine dikmeden önce veya dalgın iken, taşlarını alıp çizginin arkasına kaçarlar. Ebe çabuk olur, hedefi yalpığa diker, o sırada taşlarını almaya giden oyunculardan birine dokunarak sobelerse ebelikten kurtulur, yoksa hedefin başında aynı . Oyun bu şekilde devam eder.

BIÇAK/ÇİVİ SAPLAMACA

Bu oyun için yumuşak ve pürüzsüz bir zemin gerektiği için genellikle yağmur yağdıktan sonra oynanır. İki kişi ile oynanan bu oyun için gerekli malzemeler çivi veya çakıdır. İnce çizgi çizmeyi mümkün kıldığı için çakı taha uygundur. Önce başlangıç noktası belirlenir ve oyunculardan biri çakıyı başlangıç noktasından uygun bir uzaklığa saplar. Sonra başlangıç noktası ile bıçağı sapladığı nokta arasına çizgi çizer. Böyle devam ederek helezonik bir şekil oluşturur. Bıçağı saplayamadığında sıra diğer oyuncunun olur. Diğer oyuncu da başlangıç noktasından başlayıp devam eder ve diğer oyuncunun çizgisini hapsetmeye çalışır. Rakibin çıkış yollarını daraltmak bu oyunda çok önemlidir. Yanlışlıkla bıçağı çizgiye saplar ya da saplayamazsa sıra rakibe geçer. Çok dikkat gerektiren bir oyundur. Rakibi çizgilerin içinde hapsedip hareketsiz bırakan, oyunu kazanır.

Çankırı Yapraklı Kaymaz Köyü Yardımcı Sitesi

Beyaz Ağaç

Haziran 12, 2008
LATİFE TEKİN
Çocukluğumuzda taşla oynardık biz, taş sektirmece, taş kaydırmaca, taş yağdırmaca, dokuz taş, beş taş… Rüzgârlı bir geceydi, yıldızlara doğru uçuyordu karanlık, birden her şeyin üstü açılacaktı sanki, hava gündüze dönecekmiş gibi bulutlara ay ışığı doluyor, ağaçlardan, ağaç gölgeleri kopup savruluyordu, ötelerden kardeşimin fısıltısı esip çalındı kulağıma, “Hişşşşt, duydun mu, ninem alıyor taşlarımızı…” Dilimizin altında taşla dalardık uykuya, cebimize taş doldurur, ağzımızda taş çevirirdik, şekerimiz taştı bizim, siyah cıngıl taş. Uyandığımızda taşlarımız cebimizden alınmış olurdu, sapanımızın lastiğine takacak taş bulamaz, taş aramaya giderdik, her sabah daha da uzağa giderdik. Köpekler, kurbağalar susmuş, baykuşlar inliyor karanlıkta… O eski gecelerden savrulmuş gibi, açık penceremden içeri bir çekirge atladı, zıplayıp yapıştı duvara, “Hüüüüüp cıks!.. Cıks!..” Havayı lastik gibi çekip bırakıyor, her yere birden sıçrıyor sesi… Çekirgeler kurbağa bakışlıdır, atlayıp sıçrayan fosforlu, sedefli hayvanların tümü kurbağa bakışlıdır, kurbağa duruşlu, kurbağa dinleyişli, kurbağa bekleyişli… Çocukluğumuzda kardeşim fark etmişti bunu; gözlerinden her şeyin kalbine giren neşeli ışıklar saçılırdı, ben onun gördüğü gibi görüp söyleyemezdim hiçbir şeyi, “Bunlar öyle ötüyor ya, sesleriyle kendilerini sakladıklarını sanıyorlar.” Kurbağalar hep bir anlık gecikmeyle zıplar suya, sesleri her yerden birden duyulur, çekirgeler de öyle gecikmeli sıçrar, biz insanlar da ileri atılacak olduğumuzda kurbağa bakışlı oluruz, koşuya kalkmak için duruş aldığımızda. Dağlardan taş yuvarlayıp indiren derenin yatağından yukarı, suyun kaynağına doğru tırmanışa geçer, dümdüz ışıyan siyah kayalıklarda yeşeren kabuğu beyaz ağaçların gölgesinde topladığımız taşları sayardık; bir beyaz, otuz üç siyah taş… Bir beyaz, otuz üç siyah… Sapanla, taşla, çakıyla kalmıştık dünyada, gözümüzü kandırıp oyuncaklarımızı göğe fırlatmışlardı bizim, taş değiştir, taş dik, taşı uzağa atmaca, getirip vurdurmaca… Siyah kayalıklardan yüksekte delikli kayalar varmış, eskiden bir köyün insanıymış onlar, taş kesmişler, ninem, oralara kadar çıkmamamız için tembihlerdi bizi, konuşurmuş o kayalar, seçip ayırdığımız taşları cebimize doldurup yuvarlanır koşardık aşağı, düze indiğimizde dereye girip suyun içinden yürümeye başlar, suya eğilmiş patlangaç ağaçlarına asılıp dal keser, düdük yapardık kendimize, yaz böceklerinden daha da yankılıydı ötüşümüz, bütün gün arasalar bulamazlardı bizi, düdüklerimizin sesi aynı anda her yerden birden duyulurdu. Yıllar önce kardeşime bir söz bulmuştum, arabasının arkasına yazması için, “Oyuncağımı taştan oyun.” “Unutamıyorsun değil mi?” demişti, “Ben sana dünyanın bütün oyuncaklarını alırım, üzülüyor musun yoksa, taşla oynadıysak, avantajını da yaşadık bunun, apartmanlarına sürüyorduk bebeleri, çakıyorduk taşı.” Ninem bir masal anlatırdı bize, karnı yıldız dolu adamı görmek için pencereye atılıp gece göğüne bakardık. Yıldız Adam, yatıp saklandığı yerden gün boyu yaşadıklarımızı seyreder, karanlık koyulaşınca doğrulup ayağa dikilirmiş. Kardeşimle aramızda oyuna dönüşmüş bir sorusu vardı masalın, Yıldız Adam’ı kim önce görüp nineme gösterirse, o soruyu sorma hakkı doğardı ona, “Ömründen bir gün alıp başkasına verecekler, kime gitsin istersin? Niyesini söyle…” Ben hep “Anneme gitsin,” derdim, bir günümü olsun nineme bağışlamak aklımdan geçmezdi. Şimdi ne zaman başımı göğe kaldırsam, yüreğim pişmanlıkla sızlıyor, solgun sesli ninem, hayatının günlerini tüketmiş, yaşamak için bizden birkaç gün istiyordu belki de sonra öğrenmiştik bunu, taşlarımızı annem alıyormuş cebimizden. Sabahları evden çıkarken bastonuyla önümüzü çevirirdi ninem, güneşi gösterip “İçinde yıldızlar var, aynısının başkasıdır her şey,” derdi. Hayatın sonsuzluğunu hissettiren güzel sözler bıraktı bize, “Zamanın içinde zaman gölleri var, gündüzünü bilirim evimin, gecesini bilmem kimlerin… Kışımda yazım uğuldar.” Kalbimiz yanılmasın diye, kardeşimle bana bir masal ölçüsü armağan etmiş. Çekirge, ötüşüyle kendini sakladığını sanıyordu işte, yapıştığı duvardan söküp karanlığa savurabilirdim onu, taş ıslığımla gizli tutamaçlarını çözüp baykuşlara fırlatabilirdim, kabuklu yaz böcekleri oyuncağımızdı bizim, bıraktım ötsün duvarımda, bizim onları gördüğümüz gibi bizi de gören gözler var. Ağaçlar, çocukluğumda nasıl hışırdıyorsa yine öyle hışırdıyordu, Yıldız Adam, göğün derinliklerinde ayağa kalkmış, yine öyle ışıyordu ağzından, karnından, tek bir düğmesi düşmemiş. Kardeşimin fısıltısıyla karanlığa çevirdim yüzümü, sonsuz mutlu bakışması varlıkların, bizi gören gözlerden ve bizim gördüklerimizin gözlerinden süzülen bakışların, bakışımızla kesiştiği anlar oluyor, o anlarda hayat bağışlanıyor bize… Masalın sorusuyla gözlerimi kapayıp birkaç hafta geriye doğru, gülüp konuştuğum insanları düşündüm, çekirge ötüşüyle ömrümü uzatmıştı. “Yarısı Abdullah’a, yarısı Hacer’e kardeşim…” Abdullah su taşıyor evlere, Hacer, lokantalara yaprak sarıyor, nane kurutup satıyor, pazar filesi örüyor. Aynı gün içinde bana hayatlarını anlattılar, ikisinin de dilinde çocukluğumuzun beyaz ağacı, siyah kayalıklarımız, annem taşlarımızı onlara vermiş sanki…

BEYAZ KAVAL
Çobanlık yaptığı çocukluk günlerinde Abdullah, ekmeğini yemek için bir kayanın oyuğuna çekilirmiş, bir yılan gelip selam verirmiş ona… “Benim sapanımı dağdaki o adam yapmıştı, gidiyordum yanına, bana düdük yapıyordu, kaval yapıyordu, herkes korkuyordu ondan, bir ben korkmuyordum, bizim oralar çok kayalıktır, simsiyah kayalık, öyle siyah ki, hakiki siyah neyse odur, bembeyaz ağaçlar yeşerir kayalıklarda, kabuğu beyaz ağaçlar, başka hiçbir yerde yoktur, tek bizim köyde var, kabuğu hakiki beyaz, dünyada yok, hükümetten kaçıyordu o adam, yakalayamıyorlardı, bir kurşun atmış, tek kurşunla üç kişiyi vurmuş, ikisi ölmüş, biri ölmemiş.” “Aklında mı o ağacın adı, kabuğu öyle beyaz…” “Kimse bilmez ki, bilecek misin? Biz Kürtçe ‘martank’ derdik. Üçü arka arkaya durup bağırmış, üçünü tek kurşunla delmiş, küfür etmişler adama, biri hayattadır cin gibi, adı da Hüseyin’dir, kalbi sağ tarafındaymış, ondan öyle kurtulmuş o. Üzülmüş sonra adam, “Küfür etmeseler, vurmayacaktım,” demiş. Sadece bizim köyün bir çobanıyla konuşuyordu, o çoban da çok uzun boyluydu, iki buçuk metre vardı, birden küçülüyordu, boynunda iki damar birbirine değiyormuş, yaşlanmıştı artık, doktora gitmiş, senin iki damarın boynunda çarpışıyor, ondan öyle küçülüyorsun demişler, çok sinirli bir adamdı, üç dört yaşındaydım, gidiyordum onunla, çobanlık yapıyordum, kayalara bile bağırıyordu, küfür ediyordu. O adam da orada olduğu için kimse çıkamıyordu dağa, kartal yavrusu getirmeye gitmek istiyorlardı, gidemiyorlardı, hepsine ben getiriyordum, anlattım çobana inanmadı bana, bir yılan selam veriyor ekmeğimi yerken diye, o adam inanmıştı, “Doğrudur,” demişti, yanına gitmiştim, kaval çalmayı öğretiyordu bana, yanımda olacaktı çalardım sana şimdi, için serinlerdi, öyle güzel kaval çalarım, o ağacın kabuğundan beyaz bir kaval yapmıştı bana. Bir yüzbaşı indirdi onu dağdan, beş defa gelmiş, beşinde de yakalayamamış, ben daha ufaktım, “Peşini bırakmayacağım,” demiş yüzbaşı, cesaretini kafasına takmış, öyle merak ediyormuş adamı, görmek istiyormuş, vurulmuştu, ben dağda değildim, tüfeği taşa takılmış, zorla yakalamışlar, yaralı indirmişler, herkes kaçışmıştı, ben koştum dağa doğru göremedim, götürüp içini açmışlar, ölmüş yolda, altı böbreği varmış, kanı tertemizmiş, cesareti ondanmış, çok iyi nişancıydı. İnanmıyor musun, kan böbrekte yıkanmaz mı, öyle değil mi, sen bu söylediğime dikkat et benim, cesur bir insan görürsen bil ki, böbreği ikiden fazladır, üç dört tanedir. Köyde bir adam vardı, çok zekiydi, herkes ona akıl soruyordu, yıldızlara bakıp her şeyin doğrusunu söylüyordu, kamyon şoförüydü, gece uçuruma sapmış, kaya yuvarlanmış üstüne, yine de sabaha kadar ölmemiş, hastaneye taşımışlar, yolda yıldızları anlatıyormuş, doktorlar hayrete düşmüş, kalbini aramışlar, bulamamışlar önce, içini açmışlar sonra ölmüş, karaciğerine asılıymış kalbi, annesi de altı parmaklıydı onun, sırtında yumruk gibi bir et toplanmıştı, ben diyorum, onun içi de başka türlüydü.” “O yılandan korkmuyor muydun Abdullah?” “Kurtlardan bile korkmuyordum, biliyordum bir şey yapmayacaklarını, köyün en birinci yoksulu benim, yılanlara söylenirmiş bu, karşımda durup bakıyordu bana öyle, başını sallıyordu, üç defa indirip kaldırıyordu, selam Allah’ın selamı, yetim büyümüşüm, yüzüne boncuk gibi dizilmiş beş gözü vardı, derisi o ağaçların kabuğu gibi beyazdı, gözleri kayaların siyahındandı, hakiki siyah, oraların yılanıydı, bilmez olur mu, kimsem yok, bebektim, koyun götürüyordum dağa…”

BEYAZ ODA
“Çocuğuz ikimiz de nişanladılar bizi, benim adam ilkokul beşinci sınıfa gidiyor, okuldan gelirdi, çantayı atıp sırnaşmaya başlardı bana, ayağıma basıp göğsüme el atar, kuş gibi çırpındırırdı beni, iteklerdim durmazdı, kıpkırmızı kesilirdim, dört duvar beyaz oda, ‘Öpeceğim, yanakların elma gibi,’ deyip yatardı üstüme. Kaynanam istetip getirtmiş beni köyden, yol iz bilmiyorum, ihtiyar bir adamın yanına kattılar, kamyonla çıkıp geldik, kocamdan büyüğüm ben dört yaş, kör bir amcası vardı, bir gözü çıkık, o tek gözüyle yer bitirirdi beni, kocamdan başka erkek yok evde, ona da erkekliği anası öğütlüyor, sırnaşıyor bana, ‘Şöyle yap oğlum, böyle yap oğlum… Yetim büyümüş benim gibi, nikâhımız kıyılana kadar kör amcası rahat yüzü göstermedi bana, gelinliğimi soyunup geri giyindim, ‘Tüh rezil! Yatacağız gitmiyor, odanın camı kırık, tek gözünü dayamış camın kırık yerine, kaynanam zor aldı elimden. Savurur atardı çantayı, doğru üstüme, sabah olsun da okula gitsin diye dua ederdim. Silgisini, kalemini ara, önlüğünü yıka, yakasını ütüle, o vakitten beri itişip kakışırız, sonra sonra sever oldum ya, cilvemiz bol, her işimiz iddiayla, huyu hiç değişmedi, o iş illa görülecek, misafirden utanırım, asar suratını, göz eder, dil çıkarır, dolanır eteğimde, basar ayağıma sırnaşır. Büyük oğlana hamileyim gözümün içinde bir sivilce çıktı, yanlış ilaç damlatmışım, beyaza kesti gözümün bebeği, bulut oturdu ki yanıyorum, karası aktı gitti, yirmi yıldır o laf ağzında, hastaneye götürmüş de yıkatmış gözümü, okumam yazmam yok, kim beni okula gönderecekti, anam ölmüş, babam ölmüş, köylük yer, saçılmışız ortalığa, ağaç kabuğu kemiriyoruz, kardeşlerimi toplayıp kayalığa çıkarıyorum, evimiz yurdumuz siyah kayalıklar olmuş, beyaz bir ağaç yeşerirdi bizim oranın dağında, böyle seçim zamanıydı yine… ‘İlla oy kullanacaksın,’ diyor, toplanıp maç ediyorlar, partiye girmişler, sorsam diline dolayacak lafını, nasıl oy kullanacağımı bilmiyorum, komşumuz bir Hanife var, temizliğe gidiyor evlere, güler konuşuruz, kalkıp ona gittim, ‘Gir içeri, bir zarf, bir de kâğıt var,’ dedi, ‘Zarfı elleme, kâğıdı ortasından yırt, yarısını göğsüne sok, yarısını yere at, ne varmış yapamayacak bunda.’ Seçim günü giyindik, süslendik, benim adam ütüsüz gömlek giymez, öğrendim ya nasıl olduğunu, ağzımı açmıyorum, girdim içeri, kâğıdı yırtıp yarısını göğsüme soktum, yarısını yere attım, bir şaşırdım şöyle, bizden önce bir sürü insan girdi, yerde hiç kâğıt yok, bir iş var ya dedim, çıktım dışarı, yolda Hanife’ler karşı geldi, kolumdan çekti beni sorguluyor, ‘Kız yaptın mı dediğimi Hacer?’ ‘Yarısı göğsümde kâğıdın, yarısını attım, yaptım Hanife…’ Geçtik ileri, arkamda yıkılıyor gülmekten, ‘Ne oldu?’ demeye kalmadı, baktım kocası el ediyor benim adama, ‘Gel hele gel, ne yapmış seninki…’ ”

Hiç yorum yok: