29 Kasım 2008 Cumartesi

9kordov 9kumalak mangala emen

okuz Kumalak Avrupa Zeka Oyunları Olimpiyat'ında

http://www.tdtkb.org/index.php?option=com_content&task=blogcategory&id=22&Itemid=42

Eki 06 2008
Dokuz Kumalak Avrupa Zeka Oyunları Olimpiyat'ındaPDFYazdırE-posta
Yazar TDTKB
Pazartesi, 06 Ekim 2008

Cekya'nin baskenti Prag sehrinde yapilan 8. Orta Avrupa Zeka Oyunlari Olimpiyadinda Dokuz Kumalak (Dokuz Tas) oyunu dalinda da yarismalar yapildi. Turklerde dort bin yillik gecmise sahip Dokuz Kumalak oyunu, 30 dalda yarismalarin yapildigi Zeka Oyunlari Olimpiyadinda iki yildir yer almaktadir.


Bu sene Zeka Oyunlari Olimpiyadinda Dokuz Kumalak oyunlarinda 8 ulkeden, adlarini vermek gerekirse Cekya, Ispanya, Amerika Birlesik Devletleri, Hollanda, Antigua, Kazakistan, Kirgizistan ve Slovakya'dan 20 yarismaci katildi. 28 Eylulde gerceklesen finalde 8 sporcu yaristi.


Neticede Pavlodar Universitesi Ekonomi bolumu ogrencisi Serik Aktayev birinci, Maksat Shotayev ikinci ve Kirgizistan' dan Qamshibek Kasimov ucuncu oldu. Takim siralamasinda ise Kazakistan birinci, Kirgizistan ikinci ve Cekya ucuncu oldu.

Kazakistan Dokuz Kumalak Federasyonu Baskan Yardimcisi Maksat Shotayev en buyuk hayalinin Turk Dunyasinin goz bebegi Turkiye'nin Ankara ve Istanbul sehirlerinde dokuz kumalak dalinda yarismalar yapilmasi oldugunu soyledi. Ankara'da Aslan Kucukyildiz ile birlikte bir Dokuz Kumalak Yarismasinin ilkinin yapilmasini planladiklarini belirtti. Boyle bir yarismanin hazirligi icin Dokuz Kumalak malzemeleri tedarik edebileceklerini ve oyunun da ogretilecegini ifade etti.


Shotayev Prag donusu Istanbul'a ugrayarak bize yaptigi bayram ziyareti sirasinda evde bulunanlara dokuz kumalak dersi verdi.

Shotayev ayrica dokuz kumalak ogrenenlerin seneye Prag'taki zeka oyunlarina katilabileceklerini, bunun icin olimpiyadin www.deskohrani.cz sitesindeki basvuru formunu doldurmalarinin yeterli oldugunu belirtti. Bu arada Shotayev'den ogrendigimize gore, gecen sene bazi dallarda katilim olmasina ragmen, bu sene maalesef Turkiye'den hic bir dalda katilim olmamis. Oysa, zekasiyla gurur duyan bir milletin boyle bir olimpiyadda bir kac degil, tum dallarda temsilcilerinin olmasi ne guzel olurdu.


Federasyon Baskan Yardimcisi Shotayev ve Dokuz Kumalak Sampiyonu Serik Aktayev'e Prag donusu Istanbul'a ugrayarak bizi ziyaret etmelerinden dolayi tesekkurlerimizi sunuyor, basarilarinin devamini diliyoruz.

Saygilarimizla,
Istanbul,
Abdulvahap Kara

20/10/2008

Toğız Qumalaq oyını / Dokuz Kumalak oyunu

Toğız Qumalaq oyını / Dokuz Kumalak oyunu

http://www.turan.info/forum/archive/index.php?t-4565.html


AlperenKirim
27-11-2007, 16:16
4000 yıllık Türk strateji oyunu "Dokuz Kumalak" ın Türkiye'de derneği kuruluyor. Arslan Küçükyıldız'ın konu ile ilgili yazısı: "Bugünlerde çok büyük bir meseleyi çözmeye çalışıyorum. Hepinizin yardımına ihtiyacım var. Konumuz, Türk Zekâ oyunlarının hakanı sayılabilecek bir oyun olan Mangala veya Mankala oyunu. Bu oyun, Türkiye ve Türkistan'da çok değişik adlarla bilindiği gibi, Dünyanın da yakından bildiği bir oyun. Maalesef, Türkiye'de, hızlı şehirleşmenin sonucu olsa gerek, neredeyse unutulmuş durumda. Zekâ geliştirmeye o kadar müsait bir oyun ki Avrupa'da ilköğretimde ders olarak okutulması bile düşünülmüş. Oyunu bizden başka herkes biliyor. Daha düne kadar babalarımızın oynadığı bu oyunu, biz birçok zenginliğimizde olduğu gibi bir kenara bırakmışız. Ortaya çıkarılıp yeniden yaygınlaştırılması gerekli olan harika bir oyunumuz. Biz unutulmaya bırakmışken, Avrupa ve Amerikalılar bu oyun üzerinde o kadar çalışmışlar ki, akıllara durgunluk verir. İnternette Mankala veya Mancala, yahut Bantumi olarak bir arama yaparsanız, karşınıza yüzlerce site, makale veya kitap çıkıyor. Oyunu İnternet üzerinde oynayabildiğiniz gibi, bilgisayarınıza indirip öyle de oynayabiliyorsunuz. Cep telefonlarınızda bile bu oyuna rastlamak mümkün. Ne yazık ki, bütün yazılı kaynaklarda oyun, Arap kökenli bir oyun olarak tanıtılıyor. Oyunla ilgili bir haritada Asya, Ortadoğu, Türkiye, Afrika'nın tamamı ve Güney Amerika'nın bir bölümü oyunun oynandığı alan olarak gösteriliyor.

http://www.turkgundem.net/icerik/images/stories/cesitli/dokuz_kumalak.jpg
Bütün dünyada oynanan Dokuz Kumalak'ın Fransız versiyonu

Bir oyun, aynı zaman diliminde dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkıp, aynı anda oynanamaz mı? Evet oynanabilir. Ortaya çıkışları birbirinden habersiz de olabilir. Ama isimleri ve kuralları birbirine bu kadar yakın olamaz. Batılılar, "benzer sistemdeki diğer oyunları bu oyunun familyasına dahil edip, oyunun kökenini Araplara mal ederek" Garp kurnazlığı yapmış desek abartmış olmayız. Neden derseniz, Mancala , Mangala, Mankala, Kaleh, Kale gibi adlarla dünyada tanınan bu oyunun adının Türkçe bir kelime olan "Kale"den türediğini düşünüyorum. Görebildiğim kadarıyla Türkistan'a, Türkiye'ye gezgin, bilim adam ve benzeri kılıklarla gelen şarkiyatçılar, hadi adını koyalım, ajanlar, Türk çocuk oyunlarını tespit edenler bu oyunu da görmüş ve tanıtmışlar. Prof. Thomas Hyde, 1694 tarihinde yazdığı De Ludis Orientalibus adlı eserinin Türk oyunlarını tanıttığı bölümde Mangala oyununa da yer vermiştir.

Türklerin, Asya'ya Anadolu ve Mezopotamya' dan gittiğini biliyorsunuz. Sümerler Hititler, Etrüsklerin dil ve kültürlerinin incelenmesi vs. bu konuyla ilgili olarak oldukça geniş malumat veriyor. Mangala'nın gelişme ve dağılma alanları ile bu bilgiler de uyuşuyor. Muhtemelen Türklerin Mezopotamya' dan Asya'ya gitmeden önce öğrendikleri, Asya'ya giderken unutamadıkları nı, Asya'dan Anadolu'ya yeniden gelirken de canlı bir şekilde yaşattıkları bir oyun Mangala. Oyun Türklerin oyunu, çünkü başka milletler daha az taşla ve çukurla bu oyunu oynarken, biz dokuzar çukur ve taşla oynayabilmişiz. Yani oyunun en zengin hali bizde. Kanaatince zenginliğin en yüksek noktası, zirvesini kim başarmışsa o zenginlik ona aittir.

Bu oyunla ilgili ilk bilgilerimi 1992'de Kırgızistan'da, Bişkek'te Flarmoni binasındaki konser arasında tanıştığım gençlere sorduğum soruları, Manas, destanlar, oyunlar ve benzeri konulara merakımı gören bir delikanlının bana tanıştırdığı Prof.. Dr. Marat SARALAYEV' den aldım. Marat Hoca, bana atalarımızdan gelen ve çocukların, gençlerin zevkle oynadıkları Aşık, Küreş (Anadolu'daki aba güneşi), Ordo (büyük aşık kemikleriyle oynanan bir oyun) gibi oyunları büyük bir heyecanla, bizzat uygulanmalı olarak gösterdi. Bu arada Tokuz Korgool adındaki bu oyuna da dikkatimi çekti. Vakitsizlikten kurallarını öğrenmeye fırsat bulamadım. Oyunun tahtasını da göstermiş ve bir kitapçık vermişti. Kitapta iki oyuncu bu oyunu oynarken görülen bir resim vardı. Oyunculardan biri Dünya Satranç Şampiyon Kasparov, diğeri de bir Kırgız dokuz Korgol ustası imiş. Satrançtan daha çok zekâ gerektiren bir oyun olduğunu, dünya satranç şampiyonu Kasparov 'un Tokuz Korgool ustasına yenildiğini söyleyince çok heyecanlanmış ve Türkiye'ye döndüğümde bu oyundan bahsetmiş, Anadolu'da oynanıp oynanmadığını araştırmaya başlamıştım.

Marat Hoca'nın kulakları çınlasın.. Korgool 'un küçük bilyeye benzeyen kurumuş keçi dışkısı olduğunu, bu oyunun daha çok çobanlarca oynandığını anlatmıştı. Oyunun kurallarını öğrenecek kadar zamanım olmadığına halen yanarım.

Sözü uzatmayacağım Anadolu'da oyunun izini birkaç yerde tespit ettim. Görevim gereği Bolu Dörtdivan, Mersin Erdemli, Kastamonu ve Afyon Emirdağ'a gittiğimde bu oyunu bilenleri aradım. Bazı yerlerde oyunun çekimlerini de yaptım. Kuralları falan neredeyse unutulmuştu. Oynayan kişilerle bizzat oynayarak kuralları öğrenmeye de vaktim olmamıştı. Fakat belli bir konu üzerinde yoğunlaşamama gibi bir sıkıntımız olduğu için bu tespitler öylece kaldı. Sonrasında çocuk oyunlarını, mesela Çelik Çomak'ı yeniden canlandırma, turnuvalarını yapma gibi tekliflerim de oldu.. Gazi üniversitesinden Özbay GÜVEN'e de bu düşüncelerimi anlatmıştım. Hatta Türk Çocuk Oyunlarının derlenmesi amacıyla, internet üzerinde bir yazışma topluluğu bile kurdum ama dediğim gibi konuyla falan ilgilenmedim. Ta ki TRT'nin Yaz Sabahı programlarından birinin yayınını görene kadar. Gaziantep'te bir kahveden canlı yayın yapılıyordu ve ihtiyarlar ilginç bir oyundan bahsediyorlardı . Oyunu canlandırmaya çalışıyorlarmış. Baktım bizim Dokuz Korgol oyunu. Programın yapımcısı Şeref Ulucan vasıtasıyla kahvehane sahibini buldum ve oyunun kurallarını ve tahtasını bilenleri sordum. Oyuncuların telefonunu bilmediğini söyledi ve geldiğinde mutlaka bildireceğine söz verdi. Aradan bir, bir buçuk ay geçti. Tam ümidimi kesmiş, konuyu unutmuşken cep telefonumdan bir Osmanlı Beyefendisi beni aradı. Kendisini çok mütevazı bir şekilde tanıttı. Tanışma faslından sonra Abdülkadir EVİŞEN Bey'e oyunla ilgili bildiklerimi aktardım. Meğer o benden daha meraklıymış. Neredeyse telefonun öbür ucundan kalbini sesini duyuyorum. Çok heyecanlandı. Gaziantep'teki adıyla Mangala oyununun bir tahtasını ve oyununun kurallarını, oyunla ilgili kendisindeki bilgileri en kısa zamanda göndereceğine söz verdi. Bu arada oyunun cep telefonlarında, İnternette Mangala, Bantumi vb. adlarla oynanabildiğini söyledi. Ben de bu konuda İnternet'te bir bilgi var mı diye şöyle bir arama yapayım dedim. Aman Allah'ım! Mangala veya Mancala adıyla oynanan oyun hakkında karşıma yüzlerce site çıktı. En derli toplu bilgileri İngilizce Vikipedya'da buldum. Türkçesinde de biraz bilgi var. Bir yandan mevcut bilgileri topluyor, bir yandan da Türkçe kaynak arıyorum. Prof. Metin AND ve Doç. Dr. Abdülvahap KARA'nın makalelerine rastladım. Kara, makalesine "4000 yıllık Türk Zeka oyunu Dokuz Kumalak" başlığını koymuş. Böylece oyunun Kazakistan'da bu adla oynandığını, hatta oyunun federasyonunun olduğunu öğrenmiş oldum. Kemal ÇAPRAZ dostumdan Abdülvahap Beyin telefonunu aldım. Ve heyecanımı, bildiklerimi, Gaziantep'li Mangalacıların çabalarını kendisiyle paylaştım. "Bende" dedi. "Kazakistan' dan gelmiş fazladan bir oyun tahtası var. Ankara'ya size göndereyim." Tabii ben çok sevindim. Heyecanla postayı bekliyorum. Ertesi günü Abdülvahap Kara Bey'den bir telefon: "Ben Ankara'ya bir toplantıya geldim. Oyun tahtasını da beraberimde getirdim. Ziyaretinize geliyorum" Uzatmayayım, Hoca geldi, tanışma kısa sürdü, sohbeti oyunla sürdürdük. Dokuz Kumalak Oyunu'nun kurallarını, yanıma çağırdığım diğer meraklılarla birlikte öğrenmiş olduk. Burada kendisine minnetlerimi sunuyorum.

Aynı gün hemen bu Mangala bloğunu (sitesini) kurdum ve bulabildiğim bütün bilgileri buraya koymaya başladım. İnternet'ten fazla araştırma yapmanıza da gerek kalmadı. Buradan her türlü mevcut bilgiye ulaşabilirsiniz.

Şimdi ey uzmanlar, ey dilciler! Oyunun dünyadaki bazı adları Mankala, Mancala , Kalah, Kale. Türkiye'deki bazı adlar Kale, Mangala, Mella Gayası, (oyunun diğer adlarını buraya uzun uzun yazmayacağım, http://mangala. blogcu.com adresimden bakabilirsiniz) Mere köçtü, Emen, Dokuztaş.. Siz olsanız bu kelimelerin izini sürmez misiniz? "Kale" sözü Türkçe değil mi? Kalah Arapça'ya geçmiş olmalı. Mankala veya Mangala, bin kale'den veya men kale'den gelmiş olmasın? Her uzman, konuyu kendi açısından bir makale ile yorumlarsa müteşekkir olacağım. Böylece İngiliz, Fransız, Alman ..kültür ajanlarının, bizim ilgisizliğimiz sonucu elimizden alıp Araplara mal ettikleri bu öz be öz Türk oyunumuza sahip çıkmak için delil bulmuş olmaz mıyız!

Şimdi Türkiye'de bu oyunun oynandığı yerleri ve kurallarını tespit etmeye çalışıyor, bir yandan da boş durmuyorum: Sanal Mangala Derneğini kuruyorum. Oyunu (Mangala'nın Kazakistan'daki şekli olan Dokuz Kumalak oyununu) oynadığım her kişiyi ben üye yapıyorum. Abdülkadir Evişen Bey Gaziantep'ten, Abdülkadir Kara Bey de İstanbul'dan oyunu öğrettiklerini üye yaparlarsa Mangala oyunumuz yaygınlaşacak. Postacı (Kevin Kosther'in ) filminde olduğu gibi, oyunu öğrenen herkes ismini ve duygularını, düşüncelerini, bildiklerini bu sitedeki yazıların yorumlar kısmına bırakırsa bizim Mangala Derneğinin nasıl çığ gibi büyüdüğünü hep birlikte göreceğiz. Bu arada Dernek üyeleri ileride Mangala sektörünün öncüleri olacaklarını unutmasınlar. Sadece uzmanlar değil, grafikerler, tasarımcılar, programcılar, web programcıları, en önemlisi de bu alanda yatırım yapabilecek tüccarlar aranıyor. Saygıyla duyurulur.

http://www.turkgundem.net/icerik/index.php?option=com_content&task=view&id=3349&Itemid=1

zaherbebars
29-11-2007, 14:04
cok gozel yazi olmus tesekkurler

qamxan
16-12-2007, 03:42
Maraqlıdır,sağ ol bilgi üçün.Oyunu endirə biləcəyimiz bir qaynaq da tapan olsa lap yaxşı olardı.

Интересна.
Миллет,Улус,Народ,кто нибудь знает такую игру в Кыргызыстане-Токуз Коргоол?

BAWIR$AQ
16-12-2007, 07:47
http://img212.imageshack.us/img212/5572/togizqumalaqbs9.jpg

Среди игр интеллектуальных любимой был тогыз кумалак – настольная игра. Для нее использовали четырехугольную деревянную доску, имеющую 18 продолговатых лунок (отау). В промежутке между рядами вырезаны еще две большие лунки круглой формы (казан). Каждый игрок (их два) имеет по 81 шарику, а в лунки кладут по 9. Ходы делаются поочередно. Выигравшим считается тот, кто забирал из лунок противника больше шаров. Игра была настолько популярной, что могли обходиться без доски. Для этого участники выкапывали необходимые лунки прямо на земле и проводили партии. Игра называется тогыз кумалак (девяткою) потому, что в основу 81 (9х9) и 162 (2х9х9) положено число 9, считавшееся у древних монголов и тюрков священным числом.

http://www.unesco.kz/heritagenet/kz/content/duhov_culture/holidays/nar_holiday.htm

25/9/2008

Maksat Sotay Bey'e not (Ziyaretçilerimin izniyle)

Değerli Ziyaretçilerim.
İzin verirseniz (Kazakistan Dokuz Kumalak Federasyonu Başkanı) Maksat Sotay Bey'e bir not iletmek istiyorum; Çünkü kendisi benim telefonlarımı bulmaya çalışıyormuş.
Teşekkürler.
Arslan Küçükyıldız


Kıymetli Maksat Bey,
İlya Bey vasıtasıyla gönderdiğiniz notu aldım. Ama verdiğiniz telefon numarasına ulaşamıyorum. Bana telefonlarınızı yeniden verirseniz sizi arayacağım. Bu yazının altındaki "Yorum" kısmına telefonlarınızı yazabilirsiniz.

Telefonlarım;
+90.312.4901957 İş
+90532.6245769 Cep
Ne zaman isterseniz arayabilirsiniz.

Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Selamlar.
Arslan Küçükyıldız

1/7/2008

PADEM OYUNU

Erkek çocukların oynadığı bir oyundur. Bademle oynanır. Herkes belli sayıda badem alır.Yere oyuncular kadar sıralı çukur açılır. Belli bir atışma yeri işaretlenir. Herkes tek tek avucuna belli sayıda bademi alıp çukura atar.Anlaşmaya göre ya en çok sayıda, yahut da çift sayıda bademi çukura atan ebe olur. Çukurların başında durur. Diğerleri bademleri atmaya devam ederler, iler atışta yine anlaşmaya göre ya çukur dışında kalan badem kadar alır, yahut da tek atmışsa o bademler kadar badem öder. Oyun böylece devam eder. Bademleri tükenen kişi oyundan çıkar.

Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı
http://kibrisabakis.com/kbakis/content/view/316/94/

Not: Bu oyunun uzak geçmişimizdeki mangaa oyunu ile ilgisi olduğunu düşünüyorum. Arslan Küçükyıldız

1/7/2008

ANDIRIN'DA "GEVİŞ" OYUNU

Tespi ağacının tespih büyüklüğündeki tohumlarına "geviş" denir. Bununla oynanan oyunun adı da gevişdir. En az iki kişi ile oynanır. 3-4 kişi ile oynandığı da olur. İki kişilik oyunda; karşılıklı oturulur, herkesin 27 şer adet gevişi olur. Bunları dokuzar, dokuzar küçük yalaklara koyarlar ve bu yalaklara ev denir. Yalakların arasındaki mesafe 10 cm civarında olur. Oyunculardan birisi bir elinin beş parmağını açarak evlerin ortasına koyar ve "Gailem kaçtan" der; diğeri ise genellikle "sağ baştan on beşten" der. Sağ baştan itibaren evler üzerinde on beşe kadar sayılır ve sayma işi hangi evin üzerinde sona ererse oradan başlanır. Oyunun başlamasına göçme denir. Oyuna başlayan bulunulan evden başlamak üzere, her eve birer tane geviş koymak suretiyle o evin gevişlerini sıra ile dağıtır. Son gevişin düştüğü yerdeki geviş sayısı sayılır bu sayı iki veya dört ise alınır. Sonra rakibi istediği bir evi göçer, burada amaç son gevişin düştüğü evdeki gevişleri almak suretiyle çok geviş toplamaktır. Bu böyle devam ettikten sonra evlerde geviş kalmaz. Herkes elindeki gevişi dokuzarlı gruplara ayırarak tekrar evlerine yerleştirir. Geviş sayısı 27'den az olanlar oyuna yenik olarak başlar. 9'ar olan evleri tamamlar geri kalanı da 9'dan az olarak bir eve koyar. Bu eksik olan evdeki geviş sayısı bir tane ise oğlu oldu, yedi ve daha az ise kızı oldu denir, sekiz ise rakip oyuncu tarafından 9'a tamamlanır. Oğlan evinin üzerine bir ayakkabı konur, içerideki geviş sayısını gizlemek amacıyla yapılmıştır. Eğer göçmeler sırasında son geviş oğul buluna evin üzerinde biter ise, evdeki geviş sayılır, tek ise dokunulmaz ,çift ise rakip oyuncu o evdeki, gevişin hepsini alır ve o eve geviş konmaz ve ev "kör oldu" denir. Oğul sahibinin böyle bir hakkı yoktur. Oyun bitinceye kadar oğul sahibinin evi körlenmezse oradaki gevişlerin tamamı o oyuncunun olur.

Kız olan evin üzerine de bir ayakkabı konur. Göçmeler sırasında o evde biten her göç sonunda gevişler sayılır çift ise yarısı alınır. Genellikle oğul olmak tercih edilir. Kız olan eve son gevişin düşmesine kıza basma denir. Bu kızı olan oyuncu için üzücü bir durumdur.

http://www.andirinli.org/kultur/oyunlar.asp


KASTAMONU BUDAMIŞ/KUMARA KÖYÜNDE MANGALA (AMEN) OYUNU OYNANAN KAYA

Arslan KÜÇÜKYILDIZ

Dostlarım, bu bayramda (Ekim2007/Ramazan) bizim köye gitmiştim. Köyümüz Kastamonu ili merkez ilçesi Budamış Köyünün Kumara mahallesidir. Eski adıyla Kumara Gariyyesi..Bayram namazı çıkışında bayramlaşmanın bitiminden sonra bir fırsat bulup köyün en yaşlısı olan 1926 doğumlu köy komşumuz Ahmet Eski (Kadıgil’in Hacı Ahmet) ile görüştüm. Kendisine çocukluğunuzda şöyle bir oyun oynar mıydınız diyerek Mangala oyununu tarif ettim. O da eliyle köy camisinin üstündeki kayalığı işaret ederek, “Elbette oynardık, işte şu kayada büyüklerimiz oynardı.” diyerek bana oyunu oynadıkları yeri gösterdi. Hemen gençlerle o kayaya tırmandım ve gerçekten de kayada oyulmuş mangala oyunu zemini mevcuttu. Hacı Ahmet Eski’den oyunun adını, kurallarını sordum. Beş-altı yaşlarında oyunu oynayan büyükleri seyrettiğini, daha sonra da yaşıtlarıyla bu oyunu oynadıklarını, ancak kurallarını ve adını hatırlayamadığını söyledi. Evde 1929 doğumlu ve emekli öğretmen olan Babam Hasan Küçükyıldız’a oyun hakkındaki sorularımı tekrarladım. Onun hafızası Ahmet Eski’ye göre daha iyi idi ve oyunun adını hatırladı. “Amen” deniliyormuş. Amen sözünün çelik çomak oyununda da bulunduğunu, kuyu anlamına geldiğini söyledi. Bostanlarda da amen olurmuş. Ertesi günü köy camisinin üstündeki “Amen” oyununun oynandığı kayayı incelemeye gittim. Fotoğraf makinem yanımda yoktu. Kardeşim Hakan’dan cep telefonu kamerasıyla kaya ile birlikte resmimi çekmesini rica ettim. Aşağıda da görülebileceği üzere, görebildiğim kadarıyla yedişer kuyudan ve ütülen taşların konulduğu iki daha büyük kuyudan oluşuyor. Amen kayasının resimleri aşağıdadır. Bu resimler pek yeterli olmasa da yeterince fikir verdiğini ve Abdülvahap Kaya’nın ifadesiyle 4000 yıllık Türk oyunu Mangala’nın Kastamonu Budamış Köyü Kumara Mahallesindeki kalıntılarını net olarak ortaya koyduğunu düşünüyorum. Oyunun Arap kökenli olmaktan çok Türk kökenli olmasına Türkiye ve Türk Dünyasının farklı bölgelerinde (Kazakistan, Türkiye, Gaziantep, Kastamonu) kayaların üzerinde rastlanması kanaatimce en büyük delil olmalıdır. Biraz daha dikkatli birçok araştırmacı benzer şekilde kayaların üzerine oyulmuş Mangala, Amen, Emen veya farklı deyişlerle Mereköçtü, Melle vb. adlarla bilinen oyun zeminlerine (tahtalarına) kolaylıkla rastlayabileceklerini zannediyorum.

Resimde kayanın başına tüneyen, küçük bir araştırma sonucu bir hazine bulmanın keyfiyle birhoş olmuş halde oturan kişi, ben oluyorum efendim.(Resim 1) Kayadan detay resmi dikkatinize sunuyorum.

(Resim 2)

fotograf-0003.jpg

Resim1 : Arslan Küçükyıldız, Budamış Köyü Kumara Mahallesi Amen Kayasında

goruntu004.jpg

Resim 2 . Emen zemininin üstten görünüşü

Konuyla ilgili araştırma ve yorumlara ihtiyaç bulunduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Mangala oyunun ile ilgili bilgiler ve araştırmalar henüz çok yenidir ve sanıyorum Abdülvahap Kara Bey ve Abdülkadir Evişen Beyin yardımlarıyla Gonca Tokuz hanımefendi tarafından yayınlanan makaleler dışında yayınlanmış bir makale yoktur. Bir de bizim naçizen kaleme aldığımız notlarımız aşağıdaki sitede yer almış bulunmaktadır. Aşağıdaki tarafımdan hazırlanmış blog adresine bakarsanız orada Mangala oyunu ile ilgili diğer ayrıntıları ve tespitleri görebilirsiniz:

http://mangala.blogcu.com


KUMARA’DA AMEN/MANGALA RESİMLERİ

Ekim 17, 2007

fotograf-0003.jpg

ARSLAN KÜÇÜKYILDIZ AMEN KAYASINDA

goruntu004.jpg

13102007003.jpg

13102007002.jpg

13102007004.jpg

AMEN OYUNUNUN OYNANDIĞI KAYADAN RESİMLER

dscn5179.JPG

KASTAMONU BUDAMIŞ KÖYÜ KUMARA MAHALLESİNDEN BİR GÖRÜNÜM

AMEN/MANGALA

Ekim 16, 2007

KASTAMONU BUDAMIŞ/KUMARA KÖYÜNDE MANGALA (AMEN) OYUNU OYNANAN KAYA

Arslan KÜÇÜKYILDIZ

Dostlarım, bu bayramda (Ekim2007/Ramazan) bizim köye gitmiştim. Köyümüz Kastamonu ili merkez ilçesi Budamış Köyünün Kumara mahallesidir. Eski adıyla Kumara Gariyyesi..Bayram namazı çıkışında bayramlaşmanın bitiminden sonra bir fırsat bulup köyün en yaşlısı olan 1926 doğumlu köy komşumuz Ahmet Eski (Kadıgil’in Hacı Ahmet) ile görüştüm. Kendisine çocukluğunuzda şöyle bir oyun oynar mıydınız diyerek Mangala oyununu tarif ettim. O da eliyle köy camisinin üstündeki kayalığı işaret ederek, “Elbette oynardık, işte şu kayada büyüklerimiz oynardı.” diyerek bana oyunu oynadıkları yeri gösterdi. Hemen gençlerle o kayaya tırmandım ve gerçekten de kayada oyulmuş mangala oyunu zemini mevcuttu. Hacı Ahmet Eski’den oyunun adını, kurallarını sordum. Beş-altı yaşlarında oyunu oynayan büyükleri seyrettiğini, daha sonra da yaşıtlarıyla bu oyunu oynadıklarını, ancak kurallarını ve adını hatırlayamadığını söyledi. Evde 1929 doğumlu ve emekli öğretmen olan Babam Hasan Küçükyıldız’a oyun hakkındaki sorularımı tekrarladım. Onun hafızası Ahmet Eski’ye göre daha iyi idi ve oyunun adını hatırladı. “Amen” deniliyormuş. Amen sözünün çelik çomak oyununda da bulunduğunu, kuyu anlamına geldiğini söyledi. Bostanlarda da amen olurmuş. Ertesi günü köy camisinin üstündeki “Amen” oyununun oynandığı kayayı incelemeye gittim. Fotoğraf makinem yanımda yoktu. Kardeşim Hakan’dan cep telefonu kamerasıyla kaya ile birlikte resmimi çekmesini rica ettim. Aşağıda da görülebileceği üzere, görebildiğim kadarıyla yedişer kuyudan ve ütülen taşların konulduğu iki daha büyük kuyudan oluşuyor. Amen kayasının resimleri aşağıdadır. Bu resimler pek yeterli olmasa da yeterince fikir verdiğini ve Abdülvahap Kaya’nın ifadesiyle 4000 yıllık Türk oyunu Mangala’nın Kastamonu Budamış Köyü Kumara Mahallesindeki kalıntılarını net olarak ortaya koyduğunu düşünüyorum. Oyunun Arap kökenli olmaktan çok Türk kökenli olmasına Türkiye ve Türk Dünyasının farklı bölgelerinde (Kazakistan, Türkiye, Gaziantep, Kastamonu) kayaların üzerinde rastlanması kanaatimce en büyük delil olmalıdır. Biraz daha dikkatli birçok araştırmacı benzer şekilde kayaların üzerine oyulmuş Mangala, Amen, Emen veya farklı deyişlerle Mereköçtü, Melle vb. adlarla bilinen oyun zeminlerine (tahtalarına) kolaylıkla rastlayabileceklerini zannediyorum.

Resimde kayanın başına tüneyen, küçük bir araştırma sonucu bir hazine bulmanın keyfiyle birhoş olmuş halde oturan kişi, ben oluyorum efendim.(Resim 1) Kayadan detay resmi dikkatinize sunuyorum.

(Resim 2)

fotograf-0003.jpg

Resim1 : Arslan Küçükyıldız, Budamış Köyü Kumara Mahallesi Amen Kayasında

goruntu004.jpg

Resim 2 . Emen zemininin üstten görünüşü

Konuyla ilgili araştırma ve yorumlara ihtiyaç bulunduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Mangala oyunun ile ilgili bilgiler ve araştırmalar henüz çok yenidir ve sanıyorum Abdülvahap Kara Bey ve Abdülkadir Evişen Beyin yardımlarıyla Gonca Tokuz hanımefendi tarafından yayınlanan makaleler dışında yayınlanmış bir makale yoktur. Bir de bizim naçizen kaleme aldığımız notlarımız aşağıdaki sitede yer almış bulunmaktadır. Aşağıdaki tarafımdan hazırlanmış blog adresine bakarsanız orada Mangala oyunu ile ilgili diğer ayrıntıları ve tespitleri görebilirsiniz:

http://mangala.blogcu.com


« Önceki | Sonraki »

13/6/2008

TOKUZ KORGOL (DOKUZ KORGOL) OYUNUNU İNTERNET ORTAMINDA OYNAMAK VEYA AKTARMAK İÇİN

http://www.lauppert.ws/files/win32/tkd_e.zip

14/9/2007

KIRGIZ EDEBİYATÇILARININ ESERLERİNDE DOKUZ KORGOL

http://www.turizm.gov.tr/TR/dosyagoster.aspx?DIL=1&BELGEANAH=128890&DOSYAISIM=mukayelebayev.pdf

13/9/2007

Manas Destanı'nda Dokuz Korgol (Mangala) Oyunu

BU OYUNUN TÜRKLERİN EN ESKİ OYUNLARINDAN BİRİ OLDUĞUNU MANAS DESTANI BELGELEMEKTEDİR:
O zaman Manas şöyle dedi:

"Bahadırlar beş aydan beri yer altı yağı, karın yağı, sucuk yiyip, şarap ve kımız için eğlenip yattınız. Kılıcınız paslandı! Tazınızı yağ bastı. At semirip doldu, atlanacak zaman oldu. İyisi ava çıkalım! Tadını çıkaralım!".

Bugün Manas'ın yiğitleri yağma için hazır bulunan seçkin tulpar (at) larını esirgeyip, ziyafetlerde bindikleri toburçak koşu atlarına bindiler, bazıları kazan aşı özledik diye atlanıp düşman yerine av, gece yerine tan arayıp çıktılar.


Manas iki gün ara vererek doyasıya eğlendi, pek çok geyik avlattı. Bu yetmiyormuş gibi doğuya doğru yürüye yürüye on beş gün yol gittiler.

Bahadır Manas yüksek dağlarla çevrili, sarı deredeki ufak tepelere, ördek ve kazlara, at ayağı değmemiş otlara, akaduran pınarlara, hayvanları bol olan Talas'a merak salıp, buraları tam karargah kurulacak yer imiş diye çok beğendi. Ceylanı koyun sürüsü gibi fazla olan geniş havzaya karargah kurup satranç, toguz korgol (bir oyun), toptaş, aşık oynatıp altı gün eğlendi.

Yiğitlerin hepsi çılgınca eğlenirken Er Manas rahat uyuyamadı, gönlü eminlik bulmadı, bir gök çadıra giriyor, bir dağa çıkıyordu, kalbi çarpıp, yer bakmaya giden yiğitlerini gözetliyordu...
--------------------------------
Savaşta ölen yüz kadar kişinin çoğu Mançulardan ve Kalmuklardan idi.

Dögön reis:

"Bu ölenleri nasıl gömelim?" diye Akbalta'nın getirdiği yaşlılara sordu.

Kimseden ses çıkmayınca Manas aklı verdi.

"Eğer uygun görürseniz, dediklerimi yaparsanız, şöyle bilin kardeşlerim. Altaylı Kalmuklarla olan savaşta her halktan yiğitler öldüler. Onların hepsini, yeni âdetlere göre, birlikte gömelim."

"Akıl yaşta değil, baştatır, Manas doğru söyledi." dedi ihtiyarlar.

Alanda büyük bir çukur kazıp yiğitleri atı ve eyerleriyle birlikte gömdüler. Uzaktan büyük taşları öküze çektirerek getirdiler, bunları kaldırarak diktiler. Kara taşın yüzüne: "Altay'ın şahinleri, uçup gelip, bu ışıklı alana beraber kondular." Diye yazdırdılar.

Kırgız, Kazak, Noygut, Kıpçak,Türk, Argın, Mançu ve Kalmuk reisleri toplandılar. Cakıp'ın kambarbozlarından ak boz kısrağını getirip kurban kestiler, sonra yaşayacaksak bir tepede yaşayalım, öleceksek bir çukura gömülelim diyerek and içtiler.

Akbalta'nın rehberlik ettiği kabile reisleri, bilgiçler cenazenin çıktığı evlere girip taziyelerini bildirip çıktılar.

Cakıp Bay cömert davrandı. Para vererek kurtardığı atlarından dört yüzünü Mançulardan babası ölen yetimlere ve cenaze çıkan elere bölüştürüp verdi.

O yerde babası ölen Macik, Mançu Kalmuklarının beyi seçilerek babasının yerini aldı.

Düşmana karşı beraber savaşan, bayrağı beraber tutan halkları Cakıp, avuluna getirip ağırladı, bir gece misafir ettikten sonra ertesi gün, âdete göre at hediye etti, üzerlerine güzel elbise giydirdi, "Yeni akraba bulduk, yetmiş aile idik, yedi yüz aile olduk, gerisini Tanrıdan dileyeyim." Dedi.

Cakıp'ın avulu kısa sürede şehire dönüştü. Mançu Kalmukları toprakla uğraşırdı. Çadırlara alışamadılar, toprağı hamur gibi yoğurup ker*** yaptılar. Taş topladılar, otları kurutup duvar yaptılar ve oraya kara şehir diye ad verdiler. Dört bir yandan gelen kervanlar, bu şehirden eksilmiyordu. Yavaş yavaş halk ticarete alıştı.

Manas, henüz hayattayken kara toprağın altına girmeyeyim, babalarım gibi özgür yaşayayım diye kara şehirden bir parça uzakta dağa çıkarak Kırgızlarla çadırda yaşadı.

On bir yaşını doldurduğu zaman Manas, artık çocuklarla oynamayı bıraktı; bozkurt oyunu da oynamadı, önceki yaramazlığını bırakıp büyüklerle ordo atışarak dokuz korgol oyununa (bir çeşit oyundur) başladı. Ondan beri dokuz korgol oyunu Manas'tan kalmıştır denilmektedir.

Çinlilerin, Kalmukların, Tırgotların arasına gözcü gönderip onların sırrını öğrenmeyi, orduyu nasıl kurmak gerektiğini, saklanmayı, avul içine bekçi koyup düşmana karşı silah yapmayı, silahları gizleyip saklamayı, Manas'a akıllı Akbalta öğretti.

Bir defasında Manas, canı sıkıldığı için yatıyordu; atların doğum zamanı gelmişti. Manas atlara bir bakayım diye Aymanboz atına binerek dağ yolunu tuttu. Dev gibi muhteşem Aymanboz, daha sekizinci yaşında olmasına rağmen Manas bindiğinde dimdik duruyordu. Dağda, taşkınlık etmekte olan çobanlara gidip doğurmamış kısrağı kesdi. Azemil suyunun kenarına, dokuz yolun kavşağına karargâh kurup can sıkıntılarını gidermek istedi.

Manas, karargahta aşık oynuyordu; o sırada kalabalık bir kervan geldi. Kervanın mahiyetinde Çinli, Kalmuk, Tırgot ve Sart vardı. Kervanbaşı olan Çinli ile Kalmuk, Sart ile Tırgot Manas'ı hiç umursamadan karargaha girdiler.

"Hey, çek deveni" dediler kenarda duranlar, bağırarak. Eğlenmekte olanlar da bağırdılar.

Altı Çin muhafızı, boynuna ipek sarılı, altın takılı devesini yedeğe almışlardı. Hanın devesini sadece Kalmuk ve Çinliler değil herkes biliyordu. Onun olduğu yerde kimse ona çıt diyemezdi. Han'ın adamı ile Han'ın devesine karşı gelenler ölümle cezalandırılırdı.

Arada Hanın adamları yoktu, onlar develerinin dizginini tutup, söz dinlemeden Çince birşeyler söyleyerek kararg'hı geçtiler.

Bu esnada arslan Manas elindeki aşıkla bir kenardaki aşığa vurdu. Aşık sıçrayıp uçarak, önündeki devenin ayağına ok gibi isabet etti, deve olduğu yerde düştü. İkinci aşık öndeki eşeğin ayağına saplandı ve o da yıkıldı.

"Hanın devesini yıktı. Bu Kırgızı yakalayın." Diye bağırdı kervanbaşı. Altı kişi Manas'a yapıştı.

Onlara Manas'ın yiğitleri engel oldular. İki taraf dövüşmeye başladı.

Er Manas, Çinlilerin küstah kervanbaşını altın kemerinden tutarak kaldırıp yere attı; göğsüne basarak başını kopardı. Efendisinin öldüğünü gören Çinli, Kalmuk ve Sartlar uslu bakıp durdular.

"Bize dokunan bu muhafızların cezası ölüm olsun, öldürün!" dedi Manas. Bunu duyan otuz çocuk, Çinli Kalmukları öldürdüler. Kervandan on Sart sağ kaldı.

"Bize kıymayın!" Biz Türk soyundan, üçümüz Uygurdan. Malımızı alın! Bizde kabahat yok. Canımızı bağışlayın..." dediler. Sartlar yalvararak ağızlarından bal akıttılar.

"Eğer Türk soyundan iseniz, sırrınızı söyleyin. Yoksa Çinli ve Kalmuklar gibi başınızı koparırım." Dedi manas kılıcını kınından çıkarıp.

Deveciye hizmet eden Sartlar ellerini kavuşturarak sırlarını söylediler. Çinliler ticaret yapmak için Türk illerinin dilini bilen pekçok Uyguru Kaşg'r'dan Terez'e mahsus getirmişlerdi. Onlara yıllardır Türk, Kırgız, Kazak ve Nogoy ülkesine giden kervanların develerini güttürmüşler, tercümana ihtiyaçları olduğu zaman tercüman olarak kullanmışlardı.

Altı ay önce Kalmuk Hanı Alevke "Altay'daki Kırgızlardan Manas adında bir bel' çıktı. Altı ayda dört yüz Kalmuk askerinin başını yedi. İhmal edersek, Çin Hakanlığına saldırıp bizi ejder gibi yutabilir. Asker toplayıp onu küçükken yok edelim. Asker ver." Diyerek Çin Hanından talepte bulundu.

Esen Han, Alevke'ye: "Bu kurnaz Kalmuk'un, komşusu olan bir avuç Kırgız'a gücü yetmiyor, yahut bize durumu tam olarak anlatmıyor, Kırgızların malına, altınına kondu herhalde. Alevke'ye güven olmaz." diyerek kızdı.

"Pis Kırgızlardan manas diye başka bir oğlanı getirdiniz. Beni kandırdınız." Diyen Esen Han titreyerek, Çong Eşen'in Car Manas denen oğlunu yakalayıp getiren açık gözleri, sihirbazları ve komutanları öldürdü. Bağırmasından gök inledi. Alevke, mahsus bir kervan kurup dünyayı gezen tüccarlar gibi giyinen muhafızlarını Kırgızların durumunu, gücünü öğrenmeye gönderdi. Onlara eğer gücünüz yeterse Manas'ı öldürün diye emretti. Kervan, yol bilen Sartların kılavuzluğunda hiç durmadan beş ay yürüyüp Altay'a varınca, tam da Manas'ın kendisine rastladı.

Manas, ölen Çinli ve Kalmukların silahlarını ganimet alıp yiğitlerine verdi. "Kırk beş deveye yüklenen malı babam Cakıp, bilgiç Akbalta gelip hemen kırgızlara katılan Mançu Kalmuklarına eşit derecede paylaştırıp versin." Diye her tarafa sekiz haberci gönderdi. Ertesi sabah halk gelmeye başladı. Öğlenden hemen sonra Cakıp ve Akbalta geldi.
Böyle zor anda halkı kurtarıp, ihtiyacı karşılayan akıllı ve yenilmez Acabay oldu. "Bahadır işlerin düzelecekmiş, hayırlı rüya görmüşsün. Tanrı sana eşdeğerini verecek, Çin'e şerefini lekeletmeyen Er Almambet sana gelecekmiş. İşittim ki, Sooronduk'un oğlu Kazaklara gelip, birkaç yıl kalmış, ama pehlivanlarıyla anlaşamamış. Kökçö'ye darılmış. Çelik tığlı, arslanların arslanı, bahadırların bahadırı olan Almambet sana gelip katılacakmış. Sana destek olacakmış. Rüyadaki işaret Tanrının sevdiği kişilere verilir."

"Kimse seninle boy ölçüşemez, talihine kimse konamaz Acıbay ağa! Beylik kaftanı sizindir!" Bahadır Manas düşündüklerini iyiye yoran Acıbay'a memnuniyetini ifade ederek altı bin aileye bey olduğunun işareti olan kıymette pahalı kaftanı giydirdi.

"Rüyan gerçek olsun!" dedi oturanlar Tanrıya sığınarak.

Halk memnun olup ziyafetin keyfini çıkardıktan sonra evlerine döndü.

Ondan sonra yaz geçti, güz geçti.

Manas'ın karargahında altı yıldan beri kötülükten haber veren davul çalınmamıştı. Bugün davul çalındı.

"Altı yıldan beri Manas tırmanacak dağ, savaşacak düşman bulamadığı için canı sıkıldı galiba, toplanalım, ziyafet yapmak için Manas'tan izin istiyelim" diye durdu halk.

"Bahadır Manas, bizim yapacak işimiz nedir?" dedi kırk çoranın başı kırgıl gelerek.

O zaman Manas şöyle dedi:

"Bahadırlar beş aydan beri yer altı yağı, karın yağı, sucuk yiyip, şarap ve kımız için eğlenip yattınız. Kılıcınız paslandı! Tazınızı yağ bastı. At semirip doldu, atlanacak zaman oldu. İyisi ava çıkalım! Tadını çıkaralım!".

Bugün Manas'ın yiğitleri yağma için hazır bulunan seçkin tulpar (at) larını esirgeyip, ziyafetlerde bindikleri toburçak koşu atlarına bindiler, bazıları kazan aşı özledik diye atlanıp düşman yerine av, gece yerine tan arayıp çıktılar.

Manas iki gün ara vererek doyasıya eğlendi, pek çok geyik avlattı. Bu yetmiyormuş gibi doğuya doğru yürüye yürüye on beş gün yol gittiler.

Bahadır Manas yüksek dağlarla çevrili, sarı deredeki ufak tepelere, ördek ve kazlara, at ayağı değmemiş otlara, akaduran pınarlara, hayvanları bol olan Talas'a merak salıp, buraları tam karargah kurulacak yer imiş diye çok beğendi. Ceylanı koyun sürüsü gibi fazla olan geniş havzaya karargah kurup satranç, toguz korgol (bir oyun), toptaş, aşık oynatıp altı gün eğlendi.

Yiğitlerin hepsi çılgınca eğlenirken Er Manas rahat uyuyamadı, gönlü eminlik bulmadı, bir gök çadıra giriyor, bir dağa çıkıyordu, kalbi çarpıp, yer bakmaya giden yiğitlerini gözetliyordu.

Dağ eteğine çıkan kurt gibi yolda bir karaltı gözüktü. Bindiği at, boynu bir kulaç olan değişik bir tulpar idi, kendisi geniş göğüslü, geniş omuzlu, yay kuşanan, sadağı öküz beli gibi dağa benzer bir alp idi. Yaklaştığında gördü ki, o endamıl, başına hanlarınki gibi altın işlemeli kalpak giyen, başında kıymetli taş bulunan, insandan farklı heybeti olan, tuttuğunu koparan ölümden çekinmeyen, bahadırlık boynuzuna sahip bir yiğit idi.

Manas onu gördüğünde rüyamda görünen "Sevgili Er Almambet işte odur" diye tahmin etti. Dosta susamış gibi aceleyle yanına gitmekten çekindi. Onun gerçek yiğitliğini deneyeyim, kurallara göre iş göreyim, halkın adetini göstereyim diye Almambet'e gözükmeden dereye girdi.

Manas gök yayvandaki eğlencenin keyfini çıkaran arkadaşlarını yerinde bırakıp su kıyısındaki altın sadaklı beş bahadırına Almambet'i gördüğünü söyledi.

"Belindeki bağ gibi beş bahadır, sözümü dinleyin. Aşağıdan gelmekte olan kimse Almambet'e benziyor. Onu kuşatıp farkettirmeden yaygara edip ona saldırın, gerçek bahadırlığı o zaman bilinir. Yiğidin yüreğini deneyelim" dedi Manas.

"Hey, onu öyle şımartmayalım, Kazaktan kaçan Çinli'yi beşimiz bağlayıp gelemezmiyiz" dedi Sırgak.

"Bırak şimdi, kendini dev mi sanıyorsun Sırgakcığım. Akıllı iş yapalım. Benim gördüğüm Almambet, eğer gerçekten o ise tabiatı, heybeti arslan gibidir. Ona kötü muamele edip utandırmayalım? O çocukluğundan beri Çin'in köklü âdetlerine alışmış başı dertte olan, barınacak, yeri, sığınacak halkı, dayanacak dağı olmayan yalnız arslan gibi dolaşan garip, şaşkın bir bahadır. Ona ele konan kuş gibi iyi davranıp cana dost, direk edinelim. Ona adetlerimizi, liyakatımızı gösterelim. Değerini bilelim. Askerlerin birliğini, davranışını, yiğitliğni cesaretini görsün! Görüp memnun olsun! Alaya almıyalım! Disiplinsizlik etmeyin, sır vermeyin, askerlerimizin birliğini, çevikliğini, bahadırlığnı gösterin. Emrimi yerine getirmeyenin kanını dökeceğim."

Beş bahadır dağ deresini takibederek yola koyuldular.

Bu sırada beş bahadır birden bire tüfek atıp, davul çalarak, dereden çıkıp Almambet'e saldırdı. Almambet bunlar haykırışına çil yavrusu kadar bile değer vermedi, gerçekten kurşun yürekli, fil bilekli bahadır idi; kımıldanıp arkasına bakmadı bile. Yöneldiği taraftan sapmadan aç arslan gibi ulayıp, mızrağı belinde sallanıp, sağa sola bakmadan bastırıp gelmesin mi! Az önce bağırıp çağıran, hep birlikte saldıran, yiğitlik taslayan beş delikanlı Almambet'in heybetinden çekindiler, dilleri tutulup, kurda rastlayan köpek gibi sustular. Silahlarını yavaşça indirdiler, alaya kaldılar, sadece selam verdikten sonra sıraya girip durdular.

Bahadırlık taslayan Sırgak şimdi Almambet'e yol başlıyordu.

Almambet dört tepeli gök çadıra yaklaşırken karşısına birçok dil bilen akıllı Acıbay çıkıp atının dizginini tutarak konuşmaya başladı.

"Büyük olsan da alçak gönüllü ol bahadır, sözüme kulak ver. Tanrının emriyle Kırgızların mukaddes topraklarına, hanın kapısına rastladın. Böyle gaddarlık etme, halkımızın adetlerine göre davran. Hanımız nehirde kan akıtan sert tabiatlı bahadır, bizi cezalandırmasın, canımız sağ kalsın. Attan inde hürmetle hana selam er..."

Hakan Çin'de hanın huzurundaki âdetleri öğrenmiş, ayrıca Türk hanlarının köşkünde bulunmuş Almambet atından inip, han çadırana gelip, hürmetle selam verdi Manas'ın amcası Bakay'la el sıkıştı.

Kırgızlar, âdetlerine göre sarı altın ruhlu kaseyle kımız alıp geldiler. Almambet fincanı veren yiğide "evvel amcama, büyüklere sun" diye Bakay'ı gösterdi. Bizim adetlerimizi biliyormuş diye oturanlar şaşırdılar.

Bakay kaseye dudağını bandırıp büyüklük işaretini yaptı. Ondan sonra Almambet fincanı eline aldı. Nice günler aç kalıp dudakları kuruyan Almambet açlığını bildirmemek için, azıcık içmişti, kımız midesini yakmış olmalıdır ki, kamburlaşıp ter içinde kaldı, sonra başını kaldırdı.

O zaman Manas konuşmaya başladı:

"Bahadır, Ala-Dağ denen yere geldin. Kırgız denen halka geldin. Hoş geldin Bahadır! Keyfine bakıyoruz da, yolcu gibi bir halin var, bahadırlık heybetin var. Hangi ilden, ne zaman geldiğini anlat, Bahadır" dedi Er Manas kulağını verip.





Er Almambet kederlenerek şöyle dedi:

Adını sanımı sorma bahadır,


Halkından vazgeçen bir yalnızım.
Gözüme alıp ölümü,
Cevap verecek halim yok?
Şaşkın dolaşan insan gibi,
Yol sorsam ne fayda eder?
Böbürlenecek halim yok?
Budala dolaşır her yerde,
Yalnız gezen bir kimseye
Halkını sormak ne fayda eder?
Gideceğim bir yer yok,
Şöyle dolaşan biriyim.
Sığınacak halkım yok,
Şaşkın gezen biriyim.
Hayalde yok iş arayıp,
Şaşalayan biriyim.
At ulaşmaz yol arayıp,
Yol şaşıran biriyim.




Bahadır Manas halkına şöyle duyurdu:



"Göğlere yükselen Ala-Dağ'ı ve onun geniş kırlarını, uzun yollarını kim aşmamış ki halkım! Davet edip getiremiyeceğim Çin hanını Tanrı göndermiştir. Evime kut inmiştir! Belalı kırk bahadır, buraya gelin! Hana selam verin! Binmesine yürük, giymesine kürk elbise verin, esirgemeyin! Ak kulayımı çekin!"

Manas'ın ordusundaki yiğitler oraya buraya koşuşup, hakim beyler telaştan ne yapacaklarını şaşırdılar. Manas sözünü bitirir bitirmez, yiğitler Ak-kula'yı yedeğe alarak, dokuz ünlü koşu atını getirdiler. Atların hepsi eyerlenmişti. Ak-Kula'daki altın eyerin başına sırlı mızrak, yanına Akkelte kılıç, terkisine balta bağlanmıştı.

Kırgızlar Almambet hanın şerefine sarı oğlağı kurban kestiler. Manas hazineci kurnaz yiğide büyük heybeyi açtırdı. Almambet'in başına kızıl altın sikke (para) serpti. Yuvarlak başlı insanların talihi için kırk bin altın sikkeyi yiğitlerine talan ettirdi, kova kova yağları Almambet'in başından çevirip dört ayaklıların talihi için köpeklere yalattı. Üç canlının etini Almambet'in başında çevirip, bu kantlıların talihi için diye kuşlara yedirdi. Almambet'in eski giysilerini zavallı, gariplere pay etti.

Kırk çoranın içinde zor anlardı faydası değen, sıkıştığı yerde çare bulan, temiz sözlü Serek adında bilgiç biri vardı. O Manas'a şöyle dedi:

"Bahadır, Kırgızların adetine göre han geldiğinde şerefine at kesilirdi..." dedi Serek.

Manas bacaklarına vurup kahkaha atıp güldü.

"Evet Serekciğim doğru söylüyor. At kesmeden han karşılamak bizim adetimizde yoktur. Millet han geldikten sonra at kurban keselim, hazırlayın!"

Manas, bahadır Almambet'e cebe giydirdi. Ak-kulasının başladığı iki tulparı yedeğe alıp gelerek onlara hediye verdi ve şöyle dedi:

"Almambet hanım karargahıma gelmişsin, yola koyulacaksan Akkula atıma binip bu atları sürüp git. Mızrağım, tüfeğim sana emanet. Sana verecek hediyem bunlar, kabul et, kalacağım dersen işte halk, gideceğim dersen işte yolun."

Almambet ses çıkarmadı.

Atların sırasında Ak-kula da vardı. "At benimki" diye Almambet Ak-kula'yı aldı, onun yerine Sarala'yı bıraktı.

Mükafatı haketmeden at kesildi. Bunu halkın çoğu bildi, bilse de kimse Manas'a bunu sormadı.

Bu esnada söz ustası Serek işe yaradı.

"Bahadır, at kesilirken onun bir bedeli olmalıydı".

Manas etrafına bakındı. Bunu anlayan kırk çoro bir akıl buldu.

"Bahadır, at yarışının mükafatı için insan konulurmuş diye düşünsün Almambet. Biz çoralar mükafat olarak duralım" dedi kırk çoradan yedisi önüne çıkıp.

O zaman hiç gülmeyen Er Manas kahkahayla dişlerini göstererek gülmeye başladı.
Ayrıca Türk Mitolojisi için bakmak isterseniz:

13/9/2007

Çelik çomak müsabakaları

Aybars Fırat



Gazetemizin geçtiğimiz sayısında yayınlanan "Bir Kavramlaştırma Denemesi" başlıklı yazımda, bugün için, değerlendirmediğimiz bir değerimizi işlemeye çalışacağımı haber vermiştim. Hatta, zenginlerimize bir çağrıda bulunmuş ve bu yazımı okumalarını salık vermiştim. Gündemin süratle değişmesine, terör olaylarına bakmayarak verdiğim sözü tutacağım.

Hem ne de olsa sel gider, kum kalır. Terörü yüzlerce kişi konuşur, yazar. Biz, yok olup giden, işlemezsek uçup gidecek değerlerimize bakalım: "Küçük şeyler yapalım!" Milletimizin evlatları teröre kurban gitse de, elimizden giden kültürümüze, arada sırada bakmakta sonsuz faydalar vardır diye düşünüyorum.
Kullanamadığımız, kıymetini bilmediğimiz, değerlendiremediğimiz değerimizi, zenginliğimizi birazdan okuyunca, şöyle bıyık altından hafif bir tebessüm sarkıtacağınızı görür gibiyim. Dünya çapındaki bu değerimizi merak etmişsinizdir: Evet, bu müthiş zenginliğimiz, hepimizin yakından bildiği Çelik Çomak Oyunu'dur. Güldünüz değil mi? İşin tuhaflığı da burada yatmaktadır.
Hepimizin çok iyi bildiği, ama kullanmadığımız, dönüp bakmadığımız bir zenginlik! Kutadgu Bilig'den şöyle bir mısra hatırlıyorum: "Bilgi denizin dibinde bir inci gibi durur. Kişioğlu inciyi denizden çıkarmazsa ha inci olmuş ha çakıl taşı!" Bildiğimiz bir çocuk oyunu çelik çomak. Ama onda ne büyük bir cevher olduğunu görmüyoruz. Ben fakir, bunu size göstermeye çalışacağım. İngilizler, bizim Anadolu'da, mesela Bolu'da Hülü olarak bildiğimiz, oynadığımız Golf oyununu Hindistan'da görüp ülkelerine taşıdılar. Yine Atlı Polo Oyunu'nu ülkelerine taşıdılar. Bu oyunlar için takımlar kurdular. Kurallarını belirlediler, oyunun özelliğine uygun kıyafetler buldular. Turnuvalar düzenlediler. Spor tarihçileri, bu arada Özbay Güven Hoca ne der bilemem ama bizim değerlerimizi işleyip geliştirdiler. Elmasın topraktan çıkarılıp işlenmesi gibi bir şeydi bu.
Bizim bir değer atfetmediğimiz, çoluk çocuk oyunu olarak gördüğümüz Çelik Çomak da bu türden bir elmastır. Ele alıp geliştirilmesi son derece kolay, milli durumunu halkaralık duruma getirmesi mümkün bir oyundur. Çelik Çomak Oyunu'nun, Türkiye çapındaki ve Türk Dünyası'ndaki çok az farklı oynanışlarını ele alıp bir güzel inceledikten sonra kısa bir zamanda kurallarını belirleme imkanı vardır. Kuralları belirledikten sonra oyun mekanları bulmak, sahayı belirlemek gerekmektedir. Bu oyun için başlangıçta çok büyük ve çok şatafatlı sahalar gerekmiyor. İleride şüphesiz adına turnuvalar düzenlenen, ligler kurulan bir spor haline geldikten sonra elbette özel sahalar yapılabilir. Bunu mimarlarımız düşüneceklerdir. Bizim şimdi düşüneceğimiz şey, oyuncu sayısı, temel kuralları, oyun için gerekli malzemelerin (Çelik ve Çomak'ın) şekli şemali olacaktır.
Bir de bu oyunu adam gibi oynayacak iki gösteri takımına ihtiyaç vardır. Köylerimizde kahvelerde pinekleyen gençlerimiz, bu oyun için mükemmel takımlar kuracak yetenektedirler. Gelecekte usta yarışmaları yapılırken bu kardeşlerimiz, olağanüstü takım değiştirme paraları alacağı için, bu heyecana kapıldıktan sonra talihleri değişecektir. Kendisine yabancı birçok sporu saatlerce görmek zorunda kalan halkımızın, milli sporlara gösterdiği ilgiyi görenler bilir ki, Çelik Çomak sporuna yatırım yapacak olan zenginlerimiz asla zarar etmiyeceklerdir. Oyun için gerekli giyim kuşam, malzemeler, ayakkabılar (Kaşkai Çarığı), saha ve televizyon reklamları, programlar, konuyla ilgili basın organları (Mesela at yarışlarından bahseden güazeteler gibi Çelik Çomak'tan bahseden gazeteler çıkarmış!) zenginlerin iştahını kabartmaya yetecek boyuttadır. Kendisine ait dernekleri, basını, ligleri olan, önce Türkiye çapında yerleşen, sonra dünya çapında bir oyun olan Çelik Çomak, kasalarına su gibi para akıtacaktır. Yeter ki bu konunun boyutlarını gözlerinde canlandırabilsinler. İngilizlerin iki yüz yıl önce yaptıklarını biz niye yapamıyalım; Milli bir oyunumuzu, tüm insanlığa mal etmeyelim? Çelik Çomak Oyunu öncelikle bir savaş oyunudur. İnsan dikkatini en üst noktaya çıkartan, fevkalade güzel bir oyundur.
Çeviklik, cesaret, sürat.. spor olarak ne isterseniz içindedir. Çocukluğumda 25-30 yaşlarındaki gençlerin bu oyunu zevkle oynadıklarını, hem de iddialı bir şekilde oynadıklarını biliyorum. Kaybedenlere verilen cezaları hatırladıkça katıla katıla gülerim. Bir defasında yenilenler, öteki takımı sırtında taşımış, bir yandan da merkep sesi çıkarmakla cezalandırılmışlardı. Bu oyunun çok az da olsa tanınmasıyla müthiş bir cazibe merkezi olacak bir spor koluna dönüşeceğinden hiç kuşkum yok. Herkesin yapabileceği, her yaşa uygun bir bir spor olduğu kesindir. İlgi gösterilmesi halinde çok kısa bir zamanda kalkınacağı da şüphesizdir. Ben, bu yazımı okuyan öğrenci, öğretmen, işçi, köylü kardeşlerimin, sahi neden biz bir takım kurup bu oyunu oynamıyoruz diye düşüneceklerini ve harekete geçeceklerini görür gibiyim. Hiç olmazsa oyunun nasıl oynandığını, kurallarını, oyunla ilgili bilgilerini (adresime veya turkcocukoyunları@yahoogroups.com adresine ) göndereceklerini, oynayacakları teşvik edeceklerini, bir müsabaka duyduklarında da koşa koşa gideceklerini düşünüyorum. Arayıp, "Kardeşim ben bu konuyla ilgileniyorum, gel görüşelim!" diyen babayiğit bir devlet adamı veya iş adamı çıkar mı? orasını bilemem! Aynı şekilde, batılıların gördükleri zaman akıllarının şaştığı Gökbörü, Kökbar, Oğlak veya Buzkaşi Oyunu'nun da dünya çapında müsabakaları yapılabilir. En azından Türk Devletleri arasında bu ve benzer milli sporlarımızın karşılaşmaları yapılabilir diye düşünüyorum. Bu çalışma, dünyada bir spor turizmi varsa, ona yeni bir boyut getirecek bir çalışma olacaktır. Sonuçta devletimiz ve milletimiz için çok kârlı bir iştir.
Türkiye'de olmasa bile Tataristan'da, daha başka coğrafyalardaki kardeşlerimiz arasında bu fikri icra safhasına sokmaya çalışan birçok aydın olduğunu biliyorum. Yine, dünyada milyonların seyrettiği satranç müsabakalarını solda sıfır bırakacak bir oyunumuz var ki adı Dokuz Korgol'dur, Kasparov bile bu oyunun ustasına yenilmiştir. Bizde ne zenginlikler var da haberimiz yok! Söyleyiniz; Milletimizin onca zenginliğine, gelişmiş yönlerine rağmen, hiç ilgilenmediğimiz yönlerinden söz etmek sizce gereksizlik mi? "Elimizdeki varlıkları, zenginlikleri değerlendirmek için, mevcut insan, malzeme ve bilgileri elden geçirerek kurumlaştırmaya, yeni biçim vermeye, geliştirmeye çalışmıyoruz." fikrimde ısrarlıyım. Aksi olsa, herkes işin bir tarafından tutsa ne güzel olurdu! Ne dersiniz; Bir gün televizyonlarımız, Futbol'un yanında Çelik Çomak Yarışmalarından, Oyuncularından bahsedecekler mi?

13/9/2007

Bir Kavramlaştırma Denemesi

Göğe Merdiven

Aybars Fırat



"Geliştirmek, biçim vermek"


Bugün, milletimizin onca zenginliğine, gelişmiş yönlerine rağmen, hiç ilgilenmediğimiz bir yönünden söz etmek istiyorum. Elimizdeki varlıkları, zenginlikleri değerlendirmek için, mevcut insan, malzeme ve bilgileri elden geçirerek kurumlaştırmaya, yeni biçim vermeye, geliştirmeye çalışmıyoruz. Konuyu kavramlaştırmamız gerekirse; anlatmak istediğimizi tam olarak karşılamasa da, şu kelimeler üzerinde duracağım: Geliştirmek, biçimlendirmek, bir araya getirmek, başını bağlamak, düzenlemek, kurumlaştırmak, kavramlaştırmak, olgunlaştırmak, resmileştirmek.

"Ne demek istiyorsun?" diyeceksiniz. Yaşadığımız coğrafyanın genişliği ve derinliği, geçirdiğimiz tecrübelerle sahip olduğumuz kaynaklar milletimize sonsuz imkanlar sunduğu halde, bunların yeterince değerlendirilemediğini düşünüyorum. Benzetmek yerindeyse her şey var; Yağ, un, şeker, ateş, tencere. Ama helva yapamıyoruz. Bir şeyleri, birtakım insanları bir araya getirerek, onları geliştirerek,imkan oluşturarak, her alanda kurumlaşarak, top yekün kalkınmayı ateşlemek mümkün iken bunu gerçekleştiremiyoruz. Bunun sebepleri üzerinde ne kadar durulsa yeridir: "Neden birlikte, sırt sırta verilerek yapılabilecek işleri başarmakta güçlük çekiyoruz? Güçlerimizi birleştirmek yerine, tek başımıza meselelerimizle güreşiyoruz? Sivil toplum kuruluşlarımız neden zayıf ve etkisiz? Ticarette neden sıçrama yapamıyoruz? Siyasette kısır döngü içindeyiz? Dış politikada neden bir asır geriden gidiyoruz?" gibi soruların mutlaka cevapları olmalıdır. Ben, biçimlendirememek, kurallaştıramamak, kurumlaşamamak, dağınık olanı bir araya getirememek, mevcutla yetinmek. olarak özetleyebileceğim bu büyük eksiklik üzerinde duracağım. Yaşı kırklarda dolaşanlar hatırlayacaktır; Çocukluğumuzda zevkle oynadığımız, ipi çekilerek fırlatıldığında uzun süre kendi etrafında dönen, bir oyuncağımız vardı: "Topaç" Kendi aramızda kimin topacı daha uzun süre ayakta kalarak dönmeye devam edecek diye yarışırdık. Geçenlerde televizyon haberlerinde seyrettim: Japonların, bizim topacı elden geçirip geliştirerek, yeni bir biçim verdikleri ve ticari bir mal olarak bütün dünyaya pazarladıkları yeni oyuncağa sahip olan Türk Çocukları, internet üzerinden haberleşerek bir araya gelmişler ve oyuncaklarıyla yarışmışlar. Televizyonun karşısında irkildim. Sonra, esefle Türkiye gibi bir geleneksel oyuncak cennetinde Japon oyuncağından çok daha güzel oyuncaklar geliştirilebilirdi, geliştirilebilir diye düşündüm. Anamur'da, Türk Çocuk Oyuncaklarını derleyip toplayan ismini hatırlayamadığım bir beyefendi tanımıştım. İkiyüz ellinin üzerinde oyuncak biriktirmişti.
Batılıların kendisini arayıp bulduklarını, bu oyuncakları araştırdığını, sonra da onları geliştirerek yeni bir ürün gibi piyasaya sürdüklerini anlatmıştı. Gerçekten de son yıllarda piyasaya çıkan oyuncaklar bana çok tanıdık gelmiştir. Kırk yıl önce köyümüzde, tekerlerini çam kütüklerinden, üstünü tahtalardan ellerimizle yaptığımız, ayakta veya oturarak binilebilen, malzemesi sadece birkaç çivi ve tahta olan arabalara binerdik. Gavurca "Skoter" denilen, benim "Sıkı dur!" dediğim oyuncaklara çok benzerdi, hatta ondan daha sağlıklı, tehlikesiz bir oyuncaktı. Bunları bozulmuş rulmanları takarak azıcık geliştirdiğimiz olmuştur ama hepsi bu kadar. Fazlasını düşünmedik. Ne hikmetse daha da geliştirerek, bir biçime sokamadık, seri halde satılan ürünler haline getirmeyi düşünmedik bile! Halâ köyde aynı ilkel arabalara binen çocuklara rastlıyorum. Yine Karadeniz bölgesinde kullanılan oyuncaklarımızdan birinin dikkatle incelenmesi ve araştırılmasıyla, Irak savaşının en gelişmiş savaş araçlarından biri olan Apaçi helikopterlerinin geliştirildiğini duymuştum. Bükülmüş bir tel'e takılı pervanenin, bir halkayla çekilmesiyle, pervanenin hızla dönerek havada uzun süre uçması, bilim zihniyeti ve araştırma kafası olan insanlarda yepyeni buluşlar, geliştirilecek aletler, düzene sokulacak işler, yola sokulacak kişilerle ilgili fikirler oluşturmaktadır. Yeter ki dikkatini lüzumsuz bir sürü konuya değil de böyle olumlu konulara versin. Sadece yeni buluşlar medeniyetin gelişmesine katkıda bulunmaz! Mevcut bir yapıyı, aleti, insanları geliştirmek, düzene sokmak, yeni bir biçim vermek, kurumlaştırmak da medeniyeti ve insanlığı geliştirir. Hangi millet bu konuda fazla çalışırsa insanlığın lokomotifi de o olur. Kim daha fazla araştırır ve dikkatini toplayarak çalışırsa o önde gider. Moskova Devlet Kütüphanesinde otuz sekiz milyon cilt kitap olduğunu, günde beş bin ziyaretçisi bulunduğunu, buna karşılık bizim Milli Kütüphanemizi günde ancak bin beşyüz kişinin ziyaret ettiğini biliyor muydunuz? İlim denilince eskiler Allah'ın ilmini anlar, "İlim Allah'ındır, isteyene istediği kadar verir." derlerdi. Demek ki, milletimiz son yüzyıllarda daha az ilimle meşgul oluyor. Dikkati gittikçe dağılıyor, zihni bulanıklaşıyor. Olayların temelindeki gerçekleri bütün dünya bilir, konuşurken, biz olup bitenleri başkalarının basınından öğreniyoruz. Çünkü merak etmiyoruz. Okumuyoruz. Üstüne üstlük, beynimiz ihanet içindeki basın ve televizyonlarla gittikçe uyuşturuluyor, man kurtlaştırılıyoruz. Bazen düşünüyorum da, beynimizi dumura mı uğratıyorlar, yoksa biz mi kendi kendimize çürütüyoruz?
Bin yıl önce kullandığımız sabanın demiri ile bugünkü saban demirimizin aynı olmaması gerekirdi. Eğer kullandığımız aletleri geliştirmiş, eşyaya, insanlara, olaylara daha fazla dikkat etmiş olsaydık, hayatımızı kolaylaştırmak için yenilikler yapmayı isteseydik, bunu bir tarafa bırakınız, sadece daha fazla para kazanma peşinde koşsaydık, bugün çok daha farklı bir konumda olurduk. Neredeyse dünyanın en genç nüfusu, en zengin tabii kaynaklarına sahibiz ve derlenecek, toplanacak, geliştirilecek, şekillendirilecek, biçimlendirilecek, düzenlenecek, kurumlaştırılacak, kurallaştırılacak, düşünecek çok fazla malzememiz olduğunu düşünüyorum. Mesela ilk ve orta öğretimde çalışan öğretmenlerimiz kendi alanlarındaki bilgileri derleyip toparlayabilir, sonra da bunu bastırabilirler. Söz gelişi bir emekli edebiyat öğretmeni yirmi beş yıllık meslek hayatının her gününde bir atasözü veya kelime derlese idi, Türk Dili ve kültürüne ne kadar büyük bir hizmette bulunmuş olurdu! Milletimizin değerlendirilmeyen kıymetlerinden birine, laf aramızda işlendiğinde kütlesiyle para getirecek
bir konuya gelecek yazımda değineceğim. İş adamlarımıza şimdiden duyurulur




9

« Önceki | Sonraki »

20/10/2008

Dokuz Kumalak Avrupa Zeka Oyunları Olimpiyat'ında

http://www.tdtkb.org/index.php?option=com_content&task=blogcategory&id=22&Itemid=42

Eki 06 2008
Dokuz Kumalak Avrupa Zeka Oyunları Olimpiyat'ındaPDFYazdırE-posta
Yazar TDTKB
Pazartesi, 06 Ekim 2008

Cekya'nin baskenti Prag sehrinde yapilan 8. Orta Avrupa Zeka Oyunlari Olimpiyadinda Dokuz Kumalak (Dokuz Tas) oyunu dalinda da yarismalar yapildi. Turklerde dort bin yillik gecmise sahip Dokuz Kumalak oyunu, 30 dalda yarismalarin yapildigi Zeka Oyunlari Olimpiyadinda iki yildir yer almaktadir.


Bu sene Zeka Oyunlari Olimpiyadinda Dokuz Kumalak oyunlarinda 8 ulkeden, adlarini vermek gerekirse Cekya, Ispanya, Amerika Birlesik Devletleri, Hollanda, Antigua, Kazakistan, Kirgizistan ve Slovakya'dan 20 yarismaci katildi. 28 Eylulde gerceklesen finalde 8 sporcu yaristi.


Neticede Pavlodar Universitesi Ekonomi bolumu ogrencisi Serik Aktayev birinci, Maksat Shotayev ikinci ve Kirgizistan' dan Qamshibek Kasimov ucuncu oldu. Takim siralamasinda ise Kazakistan birinci, Kirgizistan ikinci ve Cekya ucuncu oldu.

Kazakistan Dokuz Kumalak Federasyonu Baskan Yardimcisi Maksat Shotayev en buyuk hayalinin Turk Dunyasinin goz bebegi Turkiye'nin Ankara ve Istanbul sehirlerinde dokuz kumalak dalinda yarismalar yapilmasi oldugunu soyledi. Ankara'da Aslan Kucukyildiz ile birlikte bir Dokuz Kumalak Yarismasinin ilkinin yapilmasini planladiklarini belirtti. Boyle bir yarismanin hazirligi icin Dokuz Kumalak malzemeleri tedarik edebileceklerini ve oyunun da ogretilecegini ifade etti.


Shotayev Prag donusu Istanbul'a ugrayarak bize yaptigi bayram ziyareti sirasinda evde bulunanlara dokuz kumalak dersi verdi.

Shotayev ayrica dokuz kumalak ogrenenlerin seneye Prag'taki zeka oyunlarina katilabileceklerini, bunun icin olimpiyadin www.deskohrani.cz sitesindeki basvuru formunu doldurmalarinin yeterli oldugunu belirtti. Bu arada Shotayev'den ogrendigimize gore, gecen sene bazi dallarda katilim olmasina ragmen, bu sene maalesef Turkiye'den hic bir dalda katilim olmamis. Oysa, zekasiyla gurur duyan bir milletin boyle bir olimpiyadda bir kac degil, tum dallarda temsilcilerinin olmasi ne guzel olurdu.


Federasyon Baskan Yardimcisi Shotayev ve Dokuz Kumalak Sampiyonu Serik Aktayev'e Prag donusu Istanbul'a ugrayarak bizi ziyaret etmelerinden dolayi tesekkurlerimizi sunuyor, basarilarinin devamini diliyoruz.

Saygilarimizla,
Istanbul,
Abdulvahap Kara

20/10/2008

Toğız Qumalaq oyını / Dokuz Kumalak oyunu

Toğız Qumalaq oyını / Dokuz Kumalak oyunu

http://www.turan.info/forum/archive/index.php?t-4565.html


AlperenKirim
27-11-2007, 16:16
4000 yıllık Türk strateji oyunu "Dokuz Kumalak" ın Türkiye'de derneği kuruluyor. Arslan Küçükyıldız'ın konu ile ilgili yazısı: "Bugünlerde çok büyük bir meseleyi çözmeye çalışıyorum. Hepinizin yardımına ihtiyacım var. Konumuz, Türk Zekâ oyunlarının hakanı sayılabilecek bir oyun olan Mangala veya Mankala oyunu. Bu oyun, Türkiye ve Türkistan'da çok değişik adlarla bilindiği gibi, Dünyanın da yakından bildiği bir oyun. Maalesef, Türkiye'de, hızlı şehirleşmenin sonucu olsa gerek, neredeyse unutulmuş durumda. Zekâ geliştirmeye o kadar müsait bir oyun ki Avrupa'da ilköğretimde ders olarak okutulması bile düşünülmüş. Oyunu bizden başka herkes biliyor. Daha düne kadar babalarımızın oynadığı bu oyunu, biz birçok zenginliğimizde olduğu gibi bir kenara bırakmışız. Ortaya çıkarılıp yeniden yaygınlaştırılması gerekli olan harika bir oyunumuz. Biz unutulmaya bırakmışken, Avrupa ve Amerikalılar bu oyun üzerinde o kadar çalışmışlar ki, akıllara durgunluk verir. İnternette Mankala veya Mancala, yahut Bantumi olarak bir arama yaparsanız, karşınıza yüzlerce site, makale veya kitap çıkıyor. Oyunu İnternet üzerinde oynayabildiğiniz gibi, bilgisayarınıza indirip öyle de oynayabiliyorsunuz. Cep telefonlarınızda bile bu oyuna rastlamak mümkün. Ne yazık ki, bütün yazılı kaynaklarda oyun, Arap kökenli bir oyun olarak tanıtılıyor. Oyunla ilgili bir haritada Asya, Ortadoğu, Türkiye, Afrika'nın tamamı ve Güney Amerika'nın bir bölümü oyunun oynandığı alan olarak gösteriliyor.

http://www.turkgundem.net/icerik/images/stories/cesitli/dokuz_kumalak.jpg
Bütün dünyada oynanan Dokuz Kumalak'ın Fransız versiyonu

Bir oyun, aynı zaman diliminde dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkıp, aynı anda oynanamaz mı? Evet oynanabilir. Ortaya çıkışları birbirinden habersiz de olabilir. Ama isimleri ve kuralları birbirine bu kadar yakın olamaz. Batılılar, "benzer sistemdeki diğer oyunları bu oyunun familyasına dahil edip, oyunun kökenini Araplara mal ederek" Garp kurnazlığı yapmış desek abartmış olmayız. Neden derseniz, Mancala , Mangala, Mankala, Kaleh, Kale gibi adlarla dünyada tanınan bu oyunun adının Türkçe bir kelime olan "Kale"den türediğini düşünüyorum. Görebildiğim kadarıyla Türkistan'a, Türkiye'ye gezgin, bilim adam ve benzeri kılıklarla gelen şarkiyatçılar, hadi adını koyalım, ajanlar, Türk çocuk oyunlarını tespit edenler bu oyunu da görmüş ve tanıtmışlar. Prof. Thomas Hyde, 1694 tarihinde yazdığı De Ludis Orientalibus adlı eserinin Türk oyunlarını tanıttığı bölümde Mangala oyununa da yer vermiştir.

Türklerin, Asya'ya Anadolu ve Mezopotamya' dan gittiğini biliyorsunuz. Sümerler Hititler, Etrüsklerin dil ve kültürlerinin incelenmesi vs. bu konuyla ilgili olarak oldukça geniş malumat veriyor. Mangala'nın gelişme ve dağılma alanları ile bu bilgiler de uyuşuyor. Muhtemelen Türklerin Mezopotamya' dan Asya'ya gitmeden önce öğrendikleri, Asya'ya giderken unutamadıkları nı, Asya'dan Anadolu'ya yeniden gelirken de canlı bir şekilde yaşattıkları bir oyun Mangala. Oyun Türklerin oyunu, çünkü başka milletler daha az taşla ve çukurla bu oyunu oynarken, biz dokuzar çukur ve taşla oynayabilmişiz. Yani oyunun en zengin hali bizde. Kanaatince zenginliğin en yüksek noktası, zirvesini kim başarmışsa o zenginlik ona aittir.

Bu oyunla ilgili ilk bilgilerimi 1992'de Kırgızistan'da, Bişkek'te Flarmoni binasındaki konser arasında tanıştığım gençlere sorduğum soruları, Manas, destanlar, oyunlar ve benzeri konulara merakımı gören bir delikanlının bana tanıştırdığı Prof.. Dr. Marat SARALAYEV' den aldım. Marat Hoca, bana atalarımızdan gelen ve çocukların, gençlerin zevkle oynadıkları Aşık, Küreş (Anadolu'daki aba güneşi), Ordo (büyük aşık kemikleriyle oynanan bir oyun) gibi oyunları büyük bir heyecanla, bizzat uygulanmalı olarak gösterdi. Bu arada Tokuz Korgool adındaki bu oyuna da dikkatimi çekti. Vakitsizlikten kurallarını öğrenmeye fırsat bulamadım. Oyunun tahtasını da göstermiş ve bir kitapçık vermişti. Kitapta iki oyuncu bu oyunu oynarken görülen bir resim vardı. Oyunculardan biri Dünya Satranç Şampiyon Kasparov, diğeri de bir Kırgız dokuz Korgol ustası imiş. Satrançtan daha çok zekâ gerektiren bir oyun olduğunu, dünya satranç şampiyonu Kasparov 'un Tokuz Korgool ustasına yenildiğini söyleyince çok heyecanlanmış ve Türkiye'ye döndüğümde bu oyundan bahsetmiş, Anadolu'da oynanıp oynanmadığını araştırmaya başlamıştım.

Marat Hoca'nın kulakları çınlasın.. Korgool 'un küçük bilyeye benzeyen kurumuş keçi dışkısı olduğunu, bu oyunun daha çok çobanlarca oynandığını anlatmıştı. Oyunun kurallarını öğrenecek kadar zamanım olmadığına halen yanarım.

Sözü uzatmayacağım Anadolu'da oyunun izini birkaç yerde tespit ettim. Görevim gereği Bolu Dörtdivan, Mersin Erdemli, Kastamonu ve Afyon Emirdağ'a gittiğimde bu oyunu bilenleri aradım. Bazı yerlerde oyunun çekimlerini de yaptım. Kuralları falan neredeyse unutulmuştu. Oynayan kişilerle bizzat oynayarak kuralları öğrenmeye de vaktim olmamıştı. Fakat belli bir konu üzerinde yoğunlaşamama gibi bir sıkıntımız olduğu için bu tespitler öylece kaldı. Sonrasında çocuk oyunlarını, mesela Çelik Çomak'ı yeniden canlandırma, turnuvalarını yapma gibi tekliflerim de oldu.. Gazi üniversitesinden Özbay GÜVEN'e de bu düşüncelerimi anlatmıştım. Hatta Türk Çocuk Oyunlarının derlenmesi amacıyla, internet üzerinde bir yazışma topluluğu bile kurdum ama dediğim gibi konuyla falan ilgilenmedim. Ta ki TRT'nin Yaz Sabahı programlarından birinin yayınını görene kadar. Gaziantep'te bir kahveden canlı yayın yapılıyordu ve ihtiyarlar ilginç bir oyundan bahsediyorlardı . Oyunu canlandırmaya çalışıyorlarmış. Baktım bizim Dokuz Korgol oyunu. Programın yapımcısı Şeref Ulucan vasıtasıyla kahvehane sahibini buldum ve oyunun kurallarını ve tahtasını bilenleri sordum. Oyuncuların telefonunu bilmediğini söyledi ve geldiğinde mutlaka bildireceğine söz verdi. Aradan bir, bir buçuk ay geçti. Tam ümidimi kesmiş, konuyu unutmuşken cep telefonumdan bir Osmanlı Beyefendisi beni aradı. Kendisini çok mütevazı bir şekilde tanıttı. Tanışma faslından sonra Abdülkadir EVİŞEN Bey'e oyunla ilgili bildiklerimi aktardım. Meğer o benden daha meraklıymış. Neredeyse telefonun öbür ucundan kalbini sesini duyuyorum. Çok heyecanlandı. Gaziantep'teki adıyla Mangala oyununun bir tahtasını ve oyununun kurallarını, oyunla ilgili kendisindeki bilgileri en kısa zamanda göndereceğine söz verdi. Bu arada oyunun cep telefonlarında, İnternette Mangala, Bantumi vb. adlarla oynanabildiğini söyledi. Ben de bu konuda İnternet'te bir bilgi var mı diye şöyle bir arama yapayım dedim. Aman Allah'ım! Mangala veya Mancala adıyla oynanan oyun hakkında karşıma yüzlerce site çıktı. En derli toplu bilgileri İngilizce Vikipedya'da buldum. Türkçesinde de biraz bilgi var. Bir yandan mevcut bilgileri topluyor, bir yandan da Türkçe kaynak arıyorum. Prof. Metin AND ve Doç. Dr. Abdülvahap KARA'nın makalelerine rastladım. Kara, makalesine "4000 yıllık Türk Zeka oyunu Dokuz Kumalak" başlığını koymuş. Böylece oyunun Kazakistan'da bu adla oynandığını, hatta oyunun federasyonunun olduğunu öğrenmiş oldum. Kemal ÇAPRAZ dostumdan Abdülvahap Beyin telefonunu aldım. Ve heyecanımı, bildiklerimi, Gaziantep'li Mangalacıların çabalarını kendisiyle paylaştım. "Bende" dedi. "Kazakistan' dan gelmiş fazladan bir oyun tahtası var. Ankara'ya size göndereyim." Tabii ben çok sevindim. Heyecanla postayı bekliyorum. Ertesi günü Abdülvahap Kara Bey'den bir telefon: "Ben Ankara'ya bir toplantıya geldim. Oyun tahtasını da beraberimde getirdim. Ziyaretinize geliyorum" Uzatmayayım, Hoca geldi, tanışma kısa sürdü, sohbeti oyunla sürdürdük. Dokuz Kumalak Oyunu'nun kurallarını, yanıma çağırdığım diğer meraklılarla birlikte öğrenmiş olduk. Burada kendisine minnetlerimi sunuyorum.

Aynı gün hemen bu Mangala bloğunu (sitesini) kurdum ve bulabildiğim bütün bilgileri buraya koymaya başladım. İnternet'ten fazla araştırma yapmanıza da gerek kalmadı. Buradan her türlü mevcut bilgiye ulaşabilirsiniz.

Şimdi ey uzmanlar, ey dilciler! Oyunun dünyadaki bazı adları Mankala, Mancala , Kalah, Kale. Türkiye'deki bazı adlar Kale, Mangala, Mella Gayası, (oyunun diğer adlarını buraya uzun uzun yazmayacağım, http://mangala. blogcu.com adresimden bakabilirsiniz) Mere köçtü, Emen, Dokuztaş.. Siz olsanız bu kelimelerin izini sürmez misiniz? "Kale" sözü Türkçe değil mi? Kalah Arapça'ya geçmiş olmalı. Mankala veya Mangala, bin kale'den veya men kale'den gelmiş olmasın? Her uzman, konuyu kendi açısından bir makale ile yorumlarsa müteşekkir olacağım. Böylece İngiliz, Fransız, Alman ..kültür ajanlarının, bizim ilgisizliğimiz sonucu elimizden alıp Araplara mal ettikleri bu öz be öz Türk oyunumuza sahip çıkmak için delil bulmuş olmaz mıyız!

Şimdi Türkiye'de bu oyunun oynandığı yerleri ve kurallarını tespit etmeye çalışıyor, bir yandan da boş durmuyorum: Sanal Mangala Derneğini kuruyorum. Oyunu (Mangala'nın Kazakistan'daki şekli olan Dokuz Kumalak oyununu) oynadığım her kişiyi ben üye yapıyorum. Abdülkadir Evişen Bey Gaziantep'ten, Abdülkadir Kara Bey de İstanbul'dan oyunu öğrettiklerini üye yaparlarsa Mangala oyunumuz yaygınlaşacak. Postacı (Kevin Kosther'in ) filminde olduğu gibi, oyunu öğrenen herkes ismini ve duygularını, düşüncelerini, bildiklerini bu sitedeki yazıların yorumlar kısmına bırakırsa bizim Mangala Derneğinin nasıl çığ gibi büyüdüğünü hep birlikte göreceğiz. Bu arada Dernek üyeleri ileride Mangala sektörünün öncüleri olacaklarını unutmasınlar. Sadece uzmanlar değil, grafikerler, tasarımcılar, programcılar, web programcıları, en önemlisi de bu alanda yatırım yapabilecek tüccarlar aranıyor. Saygıyla duyurulur.

http://www.turkgundem.net/icerik/index.php?option=com_content&task=view&id=3349&Itemid=1

zaherbebars
29-11-2007, 14:04
cok gozel yazi olmus tesekkurler

qamxan
16-12-2007, 03:42
Maraqlıdır,sağ ol bilgi üçün.Oyunu endirə biləcəyimiz bir qaynaq da tapan olsa lap yaxşı olardı.

Интересна.
Миллет,Улус,Народ,кто нибудь знает такую игру в Кыргызыстане-Токуз Коргоол?

BAWIR$AQ
16-12-2007, 07:47
http://img212.imageshack.us/img212/5572/togizqumalaqbs9.jpg

Среди игр интеллектуальных любимой был тогыз кумалак – настольная игра. Для нее использовали четырехугольную деревянную доску, имеющую 18 продолговатых лунок (отау). В промежутке между рядами вырезаны еще две большие лунки круглой формы (казан). Каждый игрок (их два) имеет по 81 шарику, а в лунки кладут по 9. Ходы делаются поочередно. Выигравшим считается тот, кто забирал из лунок противника больше шаров. Игра была настолько популярной, что могли обходиться без доски. Для этого участники выкапывали необходимые лунки прямо на земле и проводили партии. Игра называется тогыз кумалак (девяткою) потому, что в основу 81 (9х9) и 162 (2х9х9) положено число 9, считавшееся у древних монголов и тюрков священным числом.

http://www.unesco.kz/heritagenet/kz/content/duhov_culture/holidays/nar_holiday.htm

28/12/2007

Dokuz Kumalak/Taş Oyununun Temel Kuralları


Yazdır E-posta
Yazan Doç. Dr. Abdulvahap KARA

Daha önce http://www.turkfolkloru.com sitesinde yayınlanmış olan Sn. Doç. Dr. Abdulvahap KARA'nın "Dört Bin Yıllık Türk Zekâ ve Strateji Oyunu: Dokuz Kumalak (Dokuz Taş)" makalesinde bahsedilen oyunun kurallarını bu makale sizlerle paylaşıyoruz.

Dokuz kumalak/taş oyunu özel olarak hazırlanmış oyun tahtasında iki kişi arasında oynanır. Oyun tahtası 18 çukur veya göz(1), 162 taş(2) ve yutulan taşları koymak için iki hazineden(3) ibarettir. Yani, her iki oyuncu 9 çukur, 81 taş, bir hazine olmak üzere oyun tahtasını paylaşır. Oyun tahtasının genel yapısı aşağıda verilmiştir:

I. oyuncunun tarafı

9

9

9

9

9

9

9

9

9

Hazine 1 (II. Oyuncunun aldığı taşları koyması için)

Hazine 2 (I. Oyuncunun aldığı taşları koyması için)

9

9

9

9

9

9

9

9

9

II. oyuncunun tarafı

Oyunun Amacı ve Özellikleri

1. Dokuz taş oyunun amacı, zihin gücüyle türlü yöntemler kullanarak ve düşünme kabiliyetinden yararlanılarak 8 taş kazanmaktır.

2. Eğer her iki taraf 81 taş toplarsa, oyun berabere olur.

Oyuna Başlama ve Hamle Yapma Özellikleri

1. Hamle, oyuncular tarafından sırayla gerçekleştirilir. Oyuna kimin önce başlamasını belirlemek için kura çekilir veya oyuncular kendi aralarında anlaşırlar.

2. Hamle yapmak için herhangi bir çukurdaki taşları alarak, bir taşı yerinde bırakarak, soldan sağa doğru teker teker her çukura bir taş bırakarak bitiririz. Eğer son taşın konduğu çukurda tek sayılı taş varsa, bu taşla çift sayı olur (yani 4, 6, 8, 12), o zaman bu çukurdaki taşların hepsi kazanılır ve kendi hazinemize yerleştirilir. Eğer son taş karşı tarafın çift sayılı çukuruna denk gelip, tek sayı yaparsa ( yani 5, 7, 9 ...) veya kendi tarafımızdaki çukurlardan birine denk gelirse, o zaman taş kazanılmaz.

Örneğin:

9

8

7

6

5

4

3

2

1

9

9

9

6

10

10

10

10

10

Oyuna başlayanın hazinesine 10 taş konur.

9

9

9

9

9

9

1

10

10

1

2

3

4

5

6

7

8

9

Yukarıda gösterilen oyun tahtasında, ilk oyuna başlayan 7 nolu çukurdaki 9 taşını birini yerinde bırakıp kalan 8 taşını dağıtırsa, son bilyesi karşı tarafın 6 nolu çukuruna düşer ve bu çukurda 10 adade uluşan çift sayılı taşları kazanır ve hazinesine koyar. Kazanılan bilyelerin kolayca yerleştirilebilmesi için oyuncuların hazineleri rakiplerinin tarafındadır.

3. Eğer çukurda tek taş varsa, kendi çukuruna taş bırakmadan, komşu çukura konur, böylece kendi çukuru boş kalır.

4. Taşlar yürütülürken hiçbir zaman çukur atlanmaz, sırayla her çukura bir taş bırakmak zorunludur. Ayrıca, bir çukurdaki taşların sadece bir kısmını alarak oyun oynanmaz. Tüm taşlar alınmalıdır.

Kale(4) Alma Kuralları

Dokuz taş oyununda “kale” alma kuralı vardır.

Kale almak için hamle yapıldığında son taş, karşı tarafın iki bilyesi bulunan çukuruna düşerek onu üç yapmalıdır. Böylece hem bu üç taş kazanılır ve oyuncunun hazinesine konur, hem bu çukur oyuncunun kalesi olmuş sayılır.

Örneğin:

9

8

7

6

5

4

3

2

1

-

10

10

1

11

11

11

11

11

Birinci oyuncunun hazinesi-12

İkinci oyuncunun hazinesi-0

10

10

10

10

10

10

2

11

1

1

2

3

4

5

6

7

8

9

Yukarıdaki tabloda ikinci oyuncu 7 nolu çukurdaki 10 taşını dağıtarak, son taşını rakibinin 7 nolu çukurundaki 2 taşının üzerine düşürerek, çukurdaki taş sayısını 3 yapar ve kazanır. Aynı zamanda bu çukuru “kale” olarak ilân eder. Tablonun yeni hali şu şekildedir:

9

8

7

6

5

4

3

2

1

1

11

1

1

11

11

11

11

11

Birinci oyuncunun hazinesi-12

İkinci oyuncunun hazinesi-3

11

11

11

11

11

11

X

11

1

1

2

3

4

5

6

7

8

9

1. Bu çukuru diğer çukurlardan ayırt etmek için ona özel bir taş konur (Yukarıdaki tabloda “X” işaretli yer kale oluyor). Kalenin özelliği içine düşen taşı sahibine kazandırmasıdır. İster kale sahibi olsun, isterse rakip oyuncu olsun taşları teker dağıtarak ilerlediğinde doğal olarak kale üzerinden geçerken bir taş bırakır. İşte bu taş otomatik olarak kale sahibinin kazandığı taş olur ve hazinesine konur.

Kategori: Dokuz Kumalak | Yorum (0) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı

14/9/2007

AHMET YESEVİ ÜNİVERSİTESİ'NDE DOKUZ KUMALAK KLÜBÜ VAR!

Ulu Türkistan'ın, yeni adıyla Türkistan (eski adı Yesi) şehrinde faaliyet gösteren Ahmet Yesevi Üniversitesinde;

Tarih, Edebiyat, Halk DanslarI, Türkoloji, Müzik, Spor, Bilgisayar, Dil Öðrenme, Seyahat, Bayterek, Yesevi Tanıma ve Tanıtma, Satranç kulüplerinin yanında Dokuz Kumalak kulübü de faaliyet göstermektedir.

Darısı diğer Türk Üniversitelerinin, okullarının, kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının başına. En kısa zamanda Mangala kuluplerinin ve federasyonunun kurulmasını bekliyoruz. Her il derneği kendi bölgesindeki Mangala oyununun oynandığı şekliyle ve adıyla canlandıılmasına yardımcı olursa bu mesele kıs zamanda hallolur diye düşünüyorum.

Ancak bu oyun, Üniversitenin veb sitesinde diğer Türk Boylarında ve Türkiyede farklı adlarla bilinip oynandığı dikkate alınmadan sadece Kazak Milli Oyunu olarak gösterilmiştir. Bunun çok eski bir Tük oyunu olarak bütün Türk bolarında yaşatıldığını her vesileyle duyurmak lazımdır.

www.yesevi.edu.tr/ayhaber/old_issues/006_mart1998/13biryilgecti.htm


Önceki metin Ana sayfa Sonraki metin

14/9/2007

NEVRUZ VE KUMALAK OYUNU (KIRK KUMALAK)

    NEVRUZ

    Hemen hemen bütün milletlerin kültüründe görülen yeni yıl törenleri, kimi zaman hayvancı toplumun hayat şartlarına, kimi zaman tarım toplumunun hayat şartlarına uygun zamanlarda çeşitli pratiklerle kutlanmış. Toplumların yaşadığı coğrafi şartlar, onların ekonomik yapılarını belirlemiş, kutsanan ve kutsal sayılan ekonomik yapı, toplumun inanç yapısı ile birleşmek suretiyle bazı pratiklerin yapılmasını sağlamış. Doğrudan doğruya inanca bağlanan gün bilgisi, Asya ve Ön-Asya toplumlarında, benzer veya aynı iklim ve coğrafi şartlara sahip olduğu için zaman birlikteliğine, ad benzerliği ve uygulanan pratik benzerliğine ayniliğine vesile olmuştur. Nevruzun kaynağı ile ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu kaynaklar, Türkistan merkezli olmanın yanında Türklerin komşu kültürler ile olan ilişkileri sonucunda, bu kültürlere de bağlanmaktadır. Türkler arasında en yaygın inanma, Ergenekon’a bağlanan anlatmadır. Türk-Kalmuk mücadelesinde İl Han’ın küçük oğlu Kıyan ile İl Han’ın kardeş oğlu Nüküz tutsak oldukları yerden kadınlarını da alarak kaçarlar. Savaşta ordu kurdukları yere gelirler. Burada düşmandan kaçan hayvanlar bulurlar. Yeniden düşmanın gelmesinden ve esir olmaktan endişe ederek buradan ayrılıp kimsenin bilmediği dağlara tırmanır, kimsenin gidemediği patikaları aşarak bir vadiye ulaşırlar. Burada hayvanlarını yetiştirir, çocuklarını büyütürler ve zamanla çoğalırlar. Bu vadinin adına da Ergene Kon adını verirler. Ergene, dağ kemeri, Kon ise dik anlamına gelmektedir. Sığındıkları yer de dağın doruğunda bir vadidir. Boy boy, oymak oymak çoğalırlar, aradan dört yüz yıl geçer ve artık Ergene Kon’a sığmazlar. Atalarının düşmanlarıyla olan mücadelesi ve soy kırıma uğradıkları bilgisi nesilden nesile aktarılarak yayılır. Ortak şuur haline gelir. Sonunda, bir demircinin yol göstermesi ile dağı eritip yol açarlar. O gün oradan dünyaya çıkarlar. Bu çıkış, kurtuluş günü olarak bilinir. Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın yazdığına göre, kurtuluş gününün anısına bayram yaparlar. Bundan sonra o gün geldiğinde bir demir parçası kızdırılıp örse konur ve Han bunu döver. Handan sonra bütün boy beyleri aynı şekilde demir döverler. İnanılır ki, o gün tutsaklıktan kurtulup hürriyete kavuşma günüdür. Buna benzer bir anlatma da Uygur Türkleri ile ilgili türeyiş efsanesidir. Buku Kağan çevresinde oluşan efsaneye göre; Tola ve Selenga ırmakları arasında ulu bir ağaç bulunmaktadır. Kuru olan bu ağacın üzerinde hamileliğe benzeyen büyük bir şişkinlik, bir ur bulunmaktadır. Gökten sık sık bir ışık inmektedir. Dokuz ay dokuz gün sonra ağaçtaki şişlik yarılır ve içinden beş çocuk belirir. Bu beş çocuk Uygur Türklerinin doğuşunu, aynı zamanda Uygurların yeni nesillerle tıpkı tabiat gibi yeniden türeyişini temsil etmektedir. Azerbaycan Türkleri arasında ise; Güney Azerbaycan’da, dünya, güneş ve insanın yaratıldığı gün, İran hükümdarı Cemşid’in padişah olduğu ve Azerbaycan’a geldiği gün olarak kabul edilip İran mitine bağlanmaktadır. Kuzey Azerbaycan’da, Bozkurt bayramı veya Ergenekon olarak da adlandırılıp, Ergenekon destanına bağlanmaktadır. Kazak Türkleri arasında Ulustın ulu küni, Nooruz, İslamiyet’in intişarı, Hz. Muhammed’e peygamberliğin tebliğ edilmesi, Hz. Muhammed’in doğum günü olarak kabul edilip, dini bir bayram olarak kutlanır. 1926 yılına kadar kutlanan Nevruz, dini bayram sayılmasından dolayı 1980 yılına kadar yasaklanmıştır. Nevruz kutlamalarında görülen pratikler, uygulama ve törenler, doğrudan İslamiyet’ten önceki dönem Türk inanç sistemine dayanmaktadır. Ancak, bütün kutlama ve kutlamalardaki pratikler, kutlamaya katılanlar tarafından dini bir görev olarak kabul edilmektedir. Nogaylar arasında, Mart ayına Nevruz ya da Amel ayı adı verilmektedir. Bu yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul edilir. Kırgız Türkleri Nevruz’u Nooruz şeklinde telaffuz etmektedirler. Rivayete göre, İshak Baba’nın oğlu Türk Baba, büyüyüp Calalayın adlı bir kızla evlenir. Çiftin düğünü Cin Kuran/Calgan Kuran (Mart) ayının 21. günü olur. Bugün yeryüzü yeşillenmeye başlar. Bundan dolayı kutsal gün nevruz, Türk Baba ile Nevruz ananın büyük bayramı olarak kutlanır. Özbek Türkleri arasındaki inanmada Nevruz’un kaynağını İslamiyet ile ilişkilendirmektedir. Biruni, Cemşid’in Mecusiliği yeniden hayata geçirdiğini söylediğini ifade ederken, Biruni’den naklen Peygamberler ve meleklerin nevruzda yaratıldıklarına inanılmaktadır. Dini bir gün olarak ise, yine Biruni’nin Abus’sa-med’der naklen; “Bu uyuyan dünyaya Tanrı’nın can verdiği gün” olarak kabul edip, Nevruz’un İslamiyet’teki yerini sağlamlaştırdığı görülmektedir. Bir rivayete göre; Hz. Muhammed’e Nevruz günü gümüş bir tepsi içinde helva ikram edilir. Hz. Muhammed “Bu nedir?” diye sorduğunda, “Nevruz dolayısıyla” cevabı verilir. Hz. Muhammed, “Nevruz nedir?” diye sorduklarında, “Bugün büyük bayram Nevruz” diye cevap alır. Hz. Muhammed; “Evet, bu uyuyan dünyaya Tanrı’nın can verdiği gün” demiş. Helva sahabeler arasında bölüşülüp yenildikten sonra Hz. Muhammed; “Keşke her gün Nevruz olsa” der. Özbek Türkleri arasında kabul gören bir başka efsaneye göre; Hz. Süleyman yüzüğünü kaybettikten sonra hükümdarlığı da kaybeder. Kırk gün sonra yüzüğü bulup getirirler ve Hz. Süleyman’ın hükümdarlığı yeniden sağlanır. Hz. Süleyman bunun üzerine; “Yeni gün geldi” der. Bundan böyle Nevruz kutlanır olmuş. Altay Türkleri arasında Cılgayak bayramı diye adlandırılan yeni gün kutlamaları, on iki hayvanlı Türk takvimine göre Tuulan Ay adı verilen üçüncü ayın başlangıcında kutlanmaktadır. Bu 18-25 Mart tarihlerine rastlamaktadır. Ay gök yüzünde hilal şeklini almıştır ve kötü ruhların istilasından kurtulmuştur. Türkmenler arasında Nevruz’un kaynağı, Süleyman Peygamber’in kaybolan yüzüğünün bulunması ve Cemşid’in padişah olmasına bağlanmaktadır. Türk dünyasında 21 Mart günü bayram olarak bilinir ve bayramlarda yapılan uygulamalar bu bayramda da yapılır. Bayram sabahlarında erken kalkmak, pınarlardan su almanın zemzem suyu ile aynı olacağı inancı, Kazak Türkleri arasında güneşi karşılama olarak görülür. Hayat ve bereketin sembolü olan güneş, ateşin ve sıcağın sahibidir. Güneş Ana’nın karşılanması, kurban kesilmesi, ateş yakılması mutlak yapılması gerekli pratiklerdir. Bundan başka, 21 Mart gecesi gökyüzünde gezen Hızır’ın yeryüzüne indiğine ve insanlığa uğur ve bereket getireceğine inanılır. Nevruzda Hızır’ın geleceğine inanılır ve bu geceye Hızır Tüni denilir. Hızır’ın evlere gelmesi için de evler aydınlatılır. Bu Hızır kültü Türk dünyasının ortak motif-lerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu günde Nevruza özel yemekler yapılır. Semeni, Nevruz Köje, Fadimeana Pekmezi, Nevruz Macunu gibi adlarla anılan Nevruz yemeği, bir yandan sosyal yardımlaşmanın bir gereği olarak görülürken, bir yandan da bereketin sembolü olarak telakki edilir. Nevruz günü, çeşitli sportif yarışmalar ve oyunlar oynanır. Atlı sporlar (Kökpar, at yarışları, cirit, jambı kapmak, at üstünde tartıs, vb.) ile zekaya dayalı yarışmalar (satranç, dama, kırk kumalak, vb.) eğlencelik oyunlar (salıncak, beş taş, aşık, vb.) yaş ve cinsiyet gruplarına göre ayrı ayrı oynanan oyunlar ve sportif faaliyetlerdir.

    http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ANADOLUNUNSESI/212/AND20.htm


KUYU OYUNU

Yazar Raci Durcan
10-04-2007
PARA NEREDE?

Raci Durcan

ImageSelamlaşma faslı, muhatabınızın sağlık durumunu öğrenmekle başlar, işlerinin iyi gidip gitmediğiyle devam eder. İnsan için en önemli şey sağlığı ve işidir çünkü. Bu ikisi yerinde olduğunda diğer zorlukların üstesinden gelebilirsiniz. Karşınızdaki yaşlı ve emekli biri değilse sağlıkla ilgili şikayet duymanız normal değildir. Fakat sıra ikinciye geldiğinde sızlanmaların gün geçtikçe dozunun arttığını farkediyor musunuz? Kazançlar azalmış, rekabet artmıştır. Fakat şimdilerde bir üçüncü faktör daha dahil oldu konuya: paranın yokluğu. Az-çok iş yapılmaktadır fakat işin karşılığı olan para ortadan çekilmiştir. Buna bağlı olarak alacak tahsili iyice zorlaşmış, vadeler hiç olmadığı kadar uzamıştır.

Bu şikayetlerin niçin artmış ve piyasanın niçin kötüye yol almakta olduğunu düşünürken aklıma iki şey geldi. Birincisi, bir bölgenin çöl olmasının nedeninin yağış yağmaması değil; o bölgede yüzeye yakın yeraltı suyunun olmaması olduğuyla ilgili bir coğrafya bilgisi. Bir arazinin çöl olmaması için yağmur yağması yetmiyordu. Yağan yağmurun derinlere inerek kaybolmaması yani yüzeye yakın yerde durup üsteki toprağı ve onun içindeki tohumları beslemesi gerekiyordu. Bu coğrafi kural piyasalar için de geçerlidir.

Aklıma gelen ikinci şey; çocukluğumuzda oynamayı pek sevdiğimiz kuyu oyunuydu. Bu oyunu hatırlayanınız var mı? Ben kuralları gözden geçirmek üzere araştırma yaparken, ‘google.com.tr’ sordum, cevap vermekte zorlandı. (merak edenler; http://www.meb.gov.tr/indir/benimleoynarmisin/index.asp?AD=21 ).
İki kişiyle, karşılıklı yere kazılan beşer kuyuyla oynanıyor. Her iki tarafın sıralı ve birbirinin karşısında beş kuyu; içinde dört adet çakıl taşı oluyor. Kurayla belirlenen oyuncu kendi seçtiği kuyudan aldığı taşları birer birer atarak dolaştırıyor. Taşı son attığı kuyudakileri alıp yeniden dağıtıyor. Beşinci kuyu ambardır ve ne kadar çok dolaştırırsanız ambarınızda o kadar taş birikmektedir (sıra sizdeyken tabii ki karşı tarafın ambarına atmak yok). Rakibin oynayacak taşı kalmadığında oyun bitiyor. Eğer dağıtımda sizin kuyunuzda tek taş varsa ve son taşı oraya bırakmışsanız bu kuyunun karşısına denk gelen rakibinizin kuyusundaki taşları karşılık alarak ambarınıza atıyorsunuz ve sıra da karşı tarafa geçmiş oluyor. Elinizdeki son taşı ambarınıza atmşsanız yahut bıraktığınız kuyuda hiç taş yoksa da oyun sırası karşıdakine geçiyor.
Bu oyunu piyasaların işleyiş tarzına benzettiğimden hatırladım, maksadım unutulmaya yüz tutmuş bir oyunu yeniden canlandırmak değil. Piyasalar aynı mantıkla işliyor. Elinize geçen bir miktar parayı (taş) dağıtmaya başlıyorsunuz (ödemeler). Oyundaki kuyular piyasadaki diğer oyunculardır. Siz kuyulara dağıtıyorsunuz fakat her seferinde ambara da (vergi dairesi ve bankalar) bırakıyorsunuz. Oynama sırası gelen her oyuncu aynı şeyi yapar. Oyun bir süre devam ettiğinde ambarlar şişer, elinizde oynayacak taş kalmaz. Bu durumda oyun sona erer. Oyunun sürebilmesi için ya ambarı başaltmanız yahut hariçten taş (para) bulmanız gerekiyor.

Bu konuyu ATO başkanı Sinan Aygün, geçmiş yıllarda yaptığı bir basın açıklmasıyla gündeme getirmişti. Piyasaya yeni giren bir oyuncunun, kurallara uygun oynaması durumunda 5 yılın sonunda kazanmak bir yana, sermayenin de sıfıra çıkacağını teknik rakamlarla izah etmişti. Aradan geçen zaman zarfında bu sözününü unutmuşa benzer beyanatlarını okuyoruz. Geçen hafta yapmış olduğu basın açıklamasında ülkedeki vergilendirilmemiş kazancın rakamsal boyutuyla ilgili demeci gözünüze çarpmış olmalı. Bir esnaf kuruluşu başkanının vergi dairesi başkanıymış gibi; üstelik daha önceki kanaatinin tersini açıklayarak gündeme gelmesi ilginçtir. Böylesine rahat açıklamalar ancak bir işyeri işleterek vergi vermenin zorluğunu görmeyenler tarafından yapılabilir. İşgal ettiği makamı; aidatlarını topladığı esnafın tercihine değil, böylesi açıklamalara bağlı olduğunu düşündüğündendir belki...

2003 seçimlerinden sonra piyasalarda hergeçen gün daha çok hissedilen bir canlanma olduğu doğrudur. Fakat bu canlılığın halka zenginlik olarak yansımadığı ortadadır. Yaşam standartında gözle görülür bir farklılık izlenmediği bir yana, borçlu sayısı, borç miktarı, ödenmeyen çek-senet ve kredi tutarındaki artış dikkat çekicidir. İyiye giden bir ekonomide halkın gittikçe zenginleşmesi gerekmez mi? Göze gelir farkları da kredi borçlarına bağlamak gerekiyor sanırım. Ev, araba şeyleri alanlar borçlanarak başarabilmekteler bunu. Yani fark olarak gördüğümüzü gerçek zenginlik diye tarif etmek yanlış olacaktır.

Halkın tüketim alışkanlıkları ve yaşam şekli hızlı bir değişim içindedir. Eskiden insanlar borçlanmayı, borçlu kalmayı ve borç alarak bir işe atılmayı, gurur meselesi yaparak uzak dururlardı. Günümüz toplumunda borcu olmayan reşit insan kalmadı. Bu haliyle Amerikan yaşan tarzının tam olarak bünyemizie girdiğini söyleyebiliriz. Birtek mortage’ımız eksikti, o da geldi, tamama erdik.

2003 seçimleriyle işbaşına gelen iktidarın ilk yaptığı icraatlardan biri, toplumun en yoksul kesimine önemsenecek bir miktar yardım yapmasıydı. Bunu bir sembol olarak algılayıp gelecekten umutlanmıştım. Yeni gelenlerden toplumun en dibindekilere bir yakınlık mesajıydı. Aradan geçen zaman bu düşüncemi haklı çıkarmadı. Yanıldığımı düşünmemin birkaç nedeni var. Bunlardan birincisi, halkın büyük bir çoğunluğunu rahatsız eden kooperatifler kanunun olduğu gibi durması, halkın kooperatif zulmüne halen açık olmasıdır. Bir diğeriyse bankaların karlarını katlayarak devam etmeleridir. Bir ekonomide en yüksek karı, hiçbir ticari faaliyeti olmayan kurumlar elde ediyorlarsa, o ekonominin sonu çöküştür. Elimde rakamsal veriler yok ve yazımı bu rakamlara boğup okunmaz hale getirmek niyetinde değilim. Fakat herhangi bir banka şubesinin yıllık kazancının bir tirilyon eski lira civarında olduğunu biliyorum. Ülkemizdeki banka şube sayısını düşününüz. Ticaret yapmayan, halka para satarak kazanan bu kuruluşların bu kadar büyük karlar elde etmesi normal midir? Kazandıkları paranın büyük kısmını (kurumlar vergisi olarak) devlete öderler. Geri kalan kısmını ise hiçbir yatırıma yöneltmeden sermaye artırımı olarak kasalarına atarlar. Kazanç olan kısım şimdi karlarına kar eklemnin bir aracı olarak sermayelerine ilave edilmiştir. Bankaların birbiriyle karlılık ve işlem hacmi rekabeti içinde olduklarını biliyoruz. Bankaların kazandıkları her kuruş piyasadan çekilerek atıl kalmış para demektir. Bir esnafın elinde olsa yatırıma dönüşecek olan para, bankanın kasasına sermaye artışı olarak kilitleniyor. Bankaların yeni yatrımlar için sermaye imkanı sağladığını söyleyenler olacaktır ancak bu sadece büyük holdingler için söz konusudur. Küçük yatırımcının bankaya borçlanarak işlerini geliştirmesi neredeyse imkansızdır. Böylece para sadece zenginler arasında dolaşan bir imkan olarak kalmaktadır. Halbuki bizim gibi küçük müteşebbislerin çoğunlukta olduğu ülkelerde daha farklı bir politika izlenmesi gerekirdi. Bankaların işlevi 2003’de başlayan yeni dönemde de değişmemiş oldu. Devleti besleyen büyük arterlerden biri olarak kalmaya devam ediyorlar. Banka kredileri bu şekliyle, zor durumda olanları ferahlatmak için değil, bu zorluktan yararlanıp daha büyük karlar elde etmek içindir. Yapısı itibariyle böyledir. Devlet bu duruma seyirci kalır, düzeltmeyi düşünmez. Çünkü hazineyi beslemektedirler banka şubeleri.

Turgut Özal öncesi dönemde insanlar ticaret yapacakları zaman birbirinden borçlanırlar, bankalara asla başvurmazlardı. Bankayla faiz ilişkisi içinde olmak, toplumda en kötü bilinen işlerle birlikte anılırdı. Özal sayesinde(!) önce borsamız oldu. Banka kapılarından içeri girmeyen halk bir anda borsa oyuncusu olup çıktı. Birkaç kademede yapılan büyük vurgunlarla halkın yastık altı birikimlerini götürdüler. Eskiden çok bilmiş ekonomistler sık sık yastık altında duran paranın ekonomiye kazandırılmasından bahsederdi. Kimsenin beceremediği fakat hayalini kurduğu şeyi ilk cuma namazı kılan cumhurbaşkanımız becerdi. Şimdi yastık altından bahsedilmiyor, çünkü boşaldı. Kimseden borç alınamıyor çünkü yok. Bankalar ise sadece ödeyebilecek olanlara borç veriyorlar. Böylece büyük işletmelerin önü temizlenmiş oluyor.

Ülkemiz insanları ömür boyu çalıştıkları halde başlarını sokacak bir ev sahibi olamamaktadır. Modern zamanları kutsayanlar, tarihin her döneminden daha çok temel haklarımızdan uzaklaştırıldığımızı görmezden geliyorlar. Tarihin hiçbir döneminde bir barınak ve gıda maddesine sahip olmak bu kadar zor olmadı. Yaşamsal önemdeki şeyler hergeçen gün daha çok zorlukla halkın eline geçiyor. Bunun sebebi artan nüfus vs. değildir. Kapitalist ekonomik anlayış, insanın en temel maddelere sahip olmasını zorlaştırarak kar hanesini artımaya bakmaktadır. Sözü mortage yasasına getirmek istiyorum. Batılı zengin ülkelerde uygulanan ve ev sahibi olmayı kolaylalaştırdığı iddiasıyla ülkemize getirildi bu düzenleme. Fakat şu haliyle bankaların karlarına kar eklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Eline para geçen her insan zaten önce kredi kartı borcu ve diğer taksitlendirilmiş borçları için bankalara cebini boşaltmaktadır. Şimdi bir de katlanarak şişirilmiş ev fiyatlarını ödemek için gidecektir. Kira olarak ev sahibine; oradan da bakkala, markete gidip orta halli kesim içinde dolanan para da bankaya gidecek ve piyasalar kavrulacaktır. Sonuçta ev sahibi olacağı umuduna kapılan halk, bir kat daha fakirleşecektir. Ev sahibine minnet etmek istemeyenler her ay bankanın zaten şişkin kasalarını doldurmaya devam edecekler. Bu konunun çok daha basit çözümünün düşünülmemesi, bankaların zenginleştirilmesini tercih etmekten kaynaklanmaktadır. Halbuki şehirlerin etrafındaki geniş araziler imarlandırırılıp, alt yapı götürülse; insanımız buralara çok kolay kendi evini yapabilir. Banka kredileri bunlar için verilse halkın refah seviyesini artırcağından ekonomiyi gerçekten canlandırır. Bu kadar kolay bir çözüm yolunu böylesine dolanbaçlı hale getirip insanımızı daha fazla borç batağına saplamak ancak uluslaraarsı büyük sermayenin düşüncesi olabilir. Halkın yanında görmeyi umud ettiği sistem, dolaylı olarak kendini de güçlendirecek bu yolu tercih etmiş; yanlış yapmıştır.

Bu şekilde hareket etme mecburiyetleri mi var? Globalleşme denilen şey bu mudur? Bütün dünya birbirine entegre olurken aksi yönde karar almak mümkün değilmi? Büyük sermaye tüm haşmetiyle yaşam damarlarımıza çökerken çaresiz boyun mu eğeceğiz? Hangi nitelik ve inançla gelirseniz gelin karar alıcı mekanizmaya direnilemeyecek mi? Öyleyse mücadele ne içindir? Uluslararası sermayeye tam bir teslimiyetle boyun eğecek, fakir halkın son kuruşunu da onlara yedireceksek varlığımızın anlamı nedir?

Ülkemize motor sektör inşaattır. Büyük inşaat işleri devletindir. Devlet, inşaat işlerini ihale yöntemiyle dağıtır. İhale yasalarının değiştirilerek daha şeffaf hale gelmesiyle piyasaların rahatlayacağını umuyorduk; tam tersi oldu. Haksız yoldan elde edilen yüksek kazancın engellenmesiyle millet adına yapılacak yatırımların müreffeh bir toplum ortaya çıkartacağını bekliyorduk. Şimdi devletten işi alanlar yüksek kırımlardan dolayı çok zor para kazanmaktalar. Zor kazanan müteahhid, taşeron firmalara da çok düşük fiyatlarla iş vermekte. Onlar da zarar etmemek için bunu işçi ücretlerinden yahut piyasaya olan borçlarını ödemeyerek çıkartıyorlar. Devlet kasasında kalan paradan halka bir fayda yok. Memur, işçi maaşında artış olarak geri dönmemektedir. Böylece piyasaya can veren sıcak para iyice derine inmekte, ticari hayatı öldürmektedir. Kara para denilen kanunsuz paralar şimdi daha zor giriyor piyasaya. Böylece ambar şişmekte fakat oyuncuların elinde taş kalmamaktadır. ‘Kuyu oyunu’nu devlet kazanacağa benzer. Fakat kazandığını dağıtacak bir yöntem bulamazsa oyunun yeniden başlama ihtimali yok.

Aslında yüksek miktarlarla ambarı şişirmek ve sonra dağıtmak yanlış bir yöntemdir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde müteşebbis yaratmak için bu yapıldığında zararlı olduğu görüldü. Çünkü birileri bunun tadını alıp ambara dadanarak normal oyun oynamayı tercih etmemktedir. Vergi oranları düşürmek en etkili ve adil yöntemdir. Böylece zavalı insanların kazancını zenginlere meze etmemiş olursunuz.

27/3/2008

MANGALA OYUNU NEDİR?

Adnan GÜLLÜ

Elbistan Kaynarca Gazetesi

Tarih : 29.11.2007

“Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, kültürel değerlerimize sahip çıkmayı bilmediğimiz sürece o değerlerimiz milletimiz tarafından unutulurken, gün gelir başka bir milletin kültürel değeriymiş gibi karşımıza çıkarlar.

Unutmamalıyız ki; Tarihini ve kültürel değerlerini unutan milletlerin coğrafyasını başkaları çizer.”Bir kaç hafta önce bana bir telefon geldi. Arayan kişi isminin Aslan Küçükyıldız olduğunu ve kendinin TRT INT televizyonundan aradığın söyledi. Benim bu tanıtıma inanmayan bir davranış içine girdiğimi sezinledi ki konuşmacı, kendisini bana uzun uzun anlatma ihtiyacı duydu. Asıl amacının Mangala oyunu hakkında bilgi istediğini söyledi. Ben şahsen bu oyunu hiç duymadığımı söylediğim zaman, bana Elbistan’la ilgili bilgileri sundu. O bilgileri Internet kanalıyla aldım, siz okuyuculara ilk önce bu bilgiyi Aslan Küçükyıldızın Bey’in kendi kaleminden sunuyorum.
“ Aldığım bilgiye göre Elbistan Ulu Camii’nin bir köşesinde bir taş varmış. Tahmin ettiğiniz gibi bu taşın üzerinde bizim peşinde olduğumuz mangala oyununun oynandığı kuyular varmış. Anlatanlar bu oyunu (adı mangala mı idi yoksa başka bir isimle mi oynanıyordu bilmiyoruz) oynarlarmış. Caminin şimdi emekliye ayrılmış olan eski imamı Sefer Burak hoca, ne yazık ki on beş yıl görev yaptığı bu camii de böyle bir taşa rastladığını hatırlamıyor. Çünkü camide büyük ölçüde restorasyon(yenileme) yapılmış, hala da yapılıyormuş. Bu arada eski kitabeler bile kapanmış, kazınmış. Bu konu, ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu ama, bizi ilgilendiren kısmı bu oyunun oynandığı yer alan, üzerinde 14 veya 16 kuyunun kazılmış olduğu bir taşın şu anda nerede bulunduğunu bilen ya da bilen varsa acilen bizlere bildirmelerini rica ediyorum. Arslan Küçükyıldız “
TRT INT müdürü Sayın Arslan Küçükyıldız’ın amacı Milletimizin kaybolan kültür hazinelerinden biri olan bu “Mangala” isimli oyunu yeni kuşaklarla tanıştırmak istiyor. Arslan Bey’i bu çalışmalarında yalnız bırakmamamızın gerektiğine inandığım için, bende bu çalışmalara karınca kaderince katılmaya karar verdim.
Şöyle oyunlarla ilgili çevremizin tarihsel sürecine baktığımız zaman şunu gözledik. Oyun, insan ve hayvanların var olmasıyla başlamıştır. Hayvanların oyun oynadıklarını düşünmek ilk başta garip gelebilir. Ama gerçekten etrafımızdaki hayvanları dikkatlice izlediğimizde onların oynadıkları oyunları görebiliriz. İki köpeğin birbiriyle kovalaşması, birinin diğerini yakalayınca yere yatırması, ısırıyormuş gibi yapması, sonra diğerinin onu alt etmesi, tekrar kaçması ve bütün bunları yaparken de değişik sesler çıkarmaları yaptıkları eylemin oyun olduğunu ve iki köpeğin de bu işten zevk aldıklarını gösterir. Kedileri, kuşları izlediğimizde de benzer oyunlar oynadıklarını görürüz. Kedi yavrusunun önündeki topu sağa sola yuvarlaması, üzerine atlayıp yakalamaya çalışması, yeni emekleyen çocuğun topu tutmak için yaptığı hareketlerle benzerlik göstermektedir. Doğal olarak insanların çocukluklarının ilk dönemlerinden sonraki oyunları zihinsel gelişimleriyle paralel olarak biçim değiştirmekte zekânın ürünü olmaktadır.
İnsanoğlunun ataları, çevrelerinde gördükleri şeyleri taklit ederek, yaptıkları eylemleri hareketlerle birbirine anlatarak farkında olmadan oyunu yaratmışlardır. Avını avlayan insan avını nasıl avladığını hem kendisinin hem de avının yaptığı hareketleri taklitlerle diğer insanlara anlatmıştır. Daha sonraki dönemlerde sırrını çözemedikleri doğal olaylar karşısında çeşitli eylemlerde bulunmuşlardır. Gündüzlerin ardından gelen gece, şiddetli yağmur, gök gürültüsü, kasırga onları korkutmuş, gündüzün çabucak gelmesi, yağmurun, gök gürültüsünün ve kasırganın bir an önce son bulması için bilinçsiz hareketler yapmışlardır. Bu hareketler zamanla bilinçli yapılan büyüsel törenlere dönüşmüş ve oyun bu aşamada kültürel bir özellik kazanmıştır. Büyüklerin avlarını nasıl avladıklarını anlatırken onları izleyen çocuklar, onun, elindeki sopasını, taşını, avına nasıl attığını günlük yaşamlarında taklit etmişler ve büyüklerine özenerek benzer hareketleri yapmaya başlamışlardır. Bu tür oyunlar çocuklar tarafından nesilden nesile geliştirilerek aktarılmış ve bugünkü oyunları oluşturmuştur. Kaydırak oyunundaki gibi değneklerle ve taşlarla yere konan bir hedefi vurmak, çeliğe vurup uzağa götürmek, bir grubun çeliği çelerken diğer grubun onu yakalamaya çalışması, saklambaç oyunlarında saklanan oyuncuyu arayan ebenin, sakladığı yerden, ebeden önce kaleye gelmeye çalışan oyuncunun tavır ve hareketleri ilkel insanın avcılık sırasında yaptığı hareketlerin benzeri gibidir.
Çocuk oyunları içerisinde taşla, aşıkla(kemikle) oynanan oyunları genelde en eski oyunlar olarak kabul edilmektedir. Arkeologlar yaptıkları çeşitli araştırmalarda bu oyunları anlatan kabartmalar ve mağara resimleri bulmuşlardır.
Gelelim Mangala oyununun tarihine: Türk Milletinin binlerce yıllık oyunu olan Mangala, dünyada Mankala veya Mancala olarak tanınan, Türkiye ‘de ve Türk Dünyasında Mangala, Mankala (Bin Kale), Kale,Mele,Meneli Taş, Kuyu, Kuytu, Kuytak,Küş, veya Güç Oyunu, Emen, Evcik, Altıev, Pıç, Yalak Göçme, Mere Köçtü, Mele Gayası, Beş Taş, Dokuz Taş, Dokuz Kumalak, Tokuz Korgol, Eson Korgol vb. birbirine yakın adlarla bilinen ve daha düne kadar oynanan oyun, çok eski ve önemli bir zeka oyunudur. Avrupa’da ilköğretim çağında ki öğrencilere ders olarak okutulması düşünülmüştür. Ayrıca Satrancın Batı ülkelerindeki rolünü Asya ve Afrika ülkelerinde satrançla birlikte mankala oyunu görmüştür.
Doç Dr. Abdülvahap Kara, bu oyunun 4000 yıllık Türk oyunu olduğunu yazmaktadır. Bu oyunun esası çobanlarca yere kazılan belli sayıdaki kuyulara belli sayıda taşların dağıtılmasına dayanıyor. Ayrıca eski sözlüklerde genellikle çobanların oynadığı çok eski bir Türk zekâ oyunu diye geçmekte ve taşlarını da keçi gübresinden temin ettiklerinden Korgool adı verilmekte. Çünkü Kırgıztan dilinde korgool keçi gübresi demektir.
Batılı bilginler bizden aldıkları bu oyunu dünyaya Arap oyunu diye takdim etmişler, oyunun sanayisini kurmuşlar, internette, bilgisayarda oynanabilir hale getirmişlerdir. Mademki bu oyun bizimdir, onu yeniden keşfetmeli, yaygınlaştırmalıyız yoksa bu ayıpta bize yeter.
Türk Milletinin binlerce yıllık bir oyunu olan Mangala oyunu ne yazık ki unutmuş bulunuyoruz. Oyunu bizden başka bütün milletler bildiği, oynadığı halde biz, oynamadığımız için unuttuk. Oyunu hatırlayan orta kuşak kuralları yeterince bilmiyor, kuralları da bilen yaşlı kuşak ise gün geçtikçe aramızdan ayrılıyor. Bu gidişle, öz ve öz bizim oyunumuz olan Mangala oyununu kurallarıyla bilenleri bırakın, hatırlayan da kalmayacak. O halde ne yapmalı? Öncelikle bu oyunun çok farklı adlarla ve farklı biçimlerde Türkiye’nin ve Türk Dünyasının her yerinde oynandığını bilmemiz, oyunu hatırlamamız ve hatırlatmamız lazım. Bu oyunu hatırlattıktan sonra, oyunun o yörede ki adını, kurallarını, malzemelerini ve oyun varsa oyun tahtasını ortaya çıkarmamız gerekiyor.
Bu arada karşımıza büyük bir güçlük çıkıyor; Bu oyunun her yörede farklı adlarla bilinmesinin yanı sıra, farklı güçlük seviyelerinde oynanmasıdır. Oyun, bazı yörelerde dört çukurla, bazı yörelerde altı, yedi, dokuz çukurla ve çukur sayısına göre değişen taş sayısı ile oynanıyor. Bugün orta yaşta olanların bir kısmı oyunu bilmesine rağmen kurallarını net olarak hatırlayamıyorlar.
Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, kültürel değerlerimize sahip çıkmayı bilmediğimiz sürece, o değerlerimiz bizim millet tarafından unutulurken, gün gelir başka bir milletin kültürel değeriymiş gibi karşımıza çıkarlar. Örneklerini yazmaya kalksak sayfalar yetmez. Unutmamalıyız ki; Tarihini ve kültürel değerlerini unutan milletlerin coğrafyasını başkaları çizer.
Gaziantep yöresinden Araştırmacı Yazar Mimar – Mühendis Abdülkadir Evişen Bey, bu oyunun kendi bölgesinde oynanan mangala oyununun kurallarını yazmış. Bu kuralları siz okuyuculara sunuyorum. Yalnız şunu unutmamak lazım bu oyunun kuralları bölgelere göre küçükte olsa farklılık göstermektedir.
1-) Yedişerli iki sıralı gözleri olan bir oyun tahtası seçilir.
2-) 98 adet it boncuğu (bunlar her türlü taş olabilir) on dört göze rastgele ve hiçbir göz boş kalmayacak şekilde dağıtılır.
3-) Rakip iki oyuncudan birisi avucuna bir miktar taş(it boncuğu) saklayıp “Tek mi, Çift mi?”diye sorar. Karşı taraf ne olduğunu bilirse başlama sırası onda, aksi olunca taşı saklayandadır.
4-) Oyuna başlayarak oyuncu kendi tarafındaki yedi gözden en soldakilere avucuna alıp saat yönünün tersi olmak üzere her göze birer boncuk bırakır. Boncuğun sonunu hangi göze atmış ise aynı işleme o gözdeki (bir sonraki gözden değil) boncuklarını alarak devam eder.
5-) Eğer avucundaki son boncuk, içinde boncuk olmayan göze denk gelir ise oyun oynama sırası karşı taraftadır.
6-) Her zaman oyuna başlayan başta ve arada olmak üzere daima soldaki boncuk olan gözdeki ileri alarak devam eder.
7-) Oyunculardan birisi boncukları dağıttığında son boncuk, gözündeki sayıyı iki veya dört ederse (boncuk miktarı ) o göz ve karşısındaki gözdeki boncukları kazanç hanesine kor. Keza son boncuk, gözdeki boncuğu ikiye tamamladığında eğer o gözün solundaki iki veya dört ise aynı şekilde o göz ve karşısındaki gözdeki boncukları da kazancına ekler.
8-) Oyunculardan birisi (7.madde) şartına uyarak boncuk alırsa oyun sırası karsıya geçer.
9-) Boncuklar bittiğinde sayılır, çok olan kazanmış olur.

Bu öz be öz Türk kültürünün eski bir zeka oyunu olmasından dolayı bunun yaygınlaşması gerekmektedir. Öncelikle değişik bölgelerde ve değişik adlarda oynanan bu oyunu müşterek kurallar etrafında bütünleştirerek, ana kuralın oluşmasını sağlamalıyız. Bu işler başta İlköğretim ve liselerde, görev yapan Beden Eğitimi, Edebiyat, Halkbilim öğretmenlerimiz, Halk Eğitim ve Kültür Müdürlükleri, Üniversitelerimiz, Kültür Bakanlığı Halk Kültürünü Araştırma ve geliştirme Genel Müdürlüğü önemli roller ifa edebilirler.
TRT İNT Müdürü Sayın Arslan Küçükyıldız, şimdilik bu konuya öncülük yapmaktadır. Bizlere düşen görev ise, elden geldiğince yardımcı olmamızdır. Çünkü unutulan kültürel değerlerimizin gün ışığına çıkması ile dünümüzle olan tarihsel bağlarımız güçlenerek geleceğe taşınacaktır.
Aşağıda çukurlarına üçtaş yerleştirilmiş bir mangala oyunun şeması

(Şema, yazının alındığı http://www.elbistankaynarca.net/haberdetay.asp?bolum=122&uyeid=3 sitesinde bulunamadığından aktarılamamıştır. A.K.'ın notu)


HAZIRA DAĞ DAYANMAZ!

Kendi kültürünü işlemeyenin elinden alıp işler ve kendine mal ederler!

Bundan para da kazanırlar!

İşte size oyunun formlaştırılıp internet oyunu haline getirilmiş şekli, güle güle oynayın!

http://www.aflcio.org/unionshop/games/game_mancala.cfm

Ondan sonra biz neden bunu daha önce düşünmedik diye saçımızı başımızı yoluyoruz.

Geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye!

Hazıra dağ dayanmaz!

Ne zamana kadar ata mirasını böyle har vurup harman savuracağız?

Soru bu!

13/9/2007

İNTERNETTE DOKUZ KUMALAK / TAŞ OYUNU

Togiz Kumalak, Toguz Korgool, Dokuz Tas diye adlandirilan Turk zeka ve strateji oyunu konusunda bilgilerini bizlerle paylasan arkadaslara tesekkurler. Hepsi aydinlatici ve yon verici oldu.
Buna benzer oyunlarin baska halklarda, ozellikle Afrika ve Ortadogu halklarinda oldugundan daha once bahsetmistik ve bunlara genel olarak "Mankala Oyunlari" adinin verildigini soylemistik.
Ne yazik ki, bu oyunumuzu Turkler olarak belirli yastan sonrakilerin cocuklukta oynadigini hayal meyal hatirlamalarinin disinda, genelde unutmus gorunuyoruz.
Fakat diger halklar unutmamislar, hatta gunumuz imkanlari cercevesinde, ozellikle internet ve bilgisiyari kullanarak daha da gelistirmislerdir. Bilgisiyar yazilimcilarimizi Turk versiyonunu da gelistirmeleri temennisiyle, sizlere asagida bir mankala oyununun hos bir internet versiyonunun adresini veriyorum.
Kurallarina alisinca zeka gelistirici ve eglenceli oyun oldugunu goreceksiniz. Burada oynayacaginiz oyun, Kazakistan'da federasyonu kurulan Dokuz Kumalak oyununun basit bir versiyonu oldugu unutulmamalidir.
Hic oynamamis olanlar icin oyunun kurallari:
Mankala her iki yanda altisar oyun ve birer de kale adi verilen sayi cukuruyla oynanir. Oyunun basinda 12 oyun cukuruna ucer tane tas (ya da tohum ya da top vb.) birakilir. Ilk oyuncu kendi tarafindaki 6 cukurdan birini secer ve icindeki taslari, saatin tersi yununde, siradaki cukurlara birer birer birakarak ilerler. Rakip kaleye tas birakilmaz ve kendi kalenize biraktiginiz her tasi kazanirsiniz. Son tasinizi kendi kalenize birakirsaniz bir kere daha oynarsiniz. Eger son tas kendi tarafinizdaki bos oyun cukurlarindan birine gelirse bu bos cukurun karsisindaki rakip cukurdaki tum taslari kazanirsiniz ve son biraktiginiz tasla birlikte kendi kalenize gecirirsiniz. Bir taraftaki tum cukurlar bosaldiginda oyun biter ve rakip taraf kalan tum taslarini kazanmis sayilir. En cok tasi toplayan oyunu kazanir.
Mankala oyunlari konusunda genis bilgi icin bkz.
Iyi eglenceler dilegiyle,
Abdulvahap Kara

turkdunyasicografyasi@yahoogroups.com wrote:



Re: Toguz Korgool (Dokuz Tas)
Posted by: "Kastamonulu1 Kastamonulu1" kastamonulu1@... kastamonulu1
Date: Mon Aug 6, 2007 2:28 am ((PDT))

Memleketim olan Kastamonu/Devrekani'de "kuyu" veya "amen" denilen benzer bir
oyun vardır. Bu oyunda karşılıklı iki sıra olarak beşer kuyudan (çukur)
toplam on çukur açılır. İçerisine dokuzar taş konulur. Sıraya göre ve
tercihe göre kişi kendi tarafındaki beş kuyudan birinden başlar ve saat yönü
veya tersi başlayana göre belirlenerek dağıtılmaya başlanır. Taşları alınan
kuyuya bırakılmadan başlanarak eldeki taşlar bitene kadar dağıtılır. Sonuncu
taş konan kuyuda başka taş varsa tamamı alınarak dağıtılır. Eldeki son taş
boş bir kuyuya denk geldiğinde karşısındaki kuyuda kaç taş varsa tamamı
kazanılmış sayılır. Hareket edilemeyecek seviyede az taş kalınca oyun biter.
En fazla taşı olan kazanmış sayılır.

Makalede anlatılan mankala oyunlarına göre yöremizde oynanan (küçükken ben
de oynamıştım ama şuan hatırlayamadığımdan anneme sorarak bu kadar
hatırlayabildik) bu oyunun da Ortadoğu kökenli olduğu kanaati uyandı.

Ayrıca bölgemizde oynan beştaş adlı bir oyun daha vardır. Bunda da taşlardan
biri yukarı atılarak taş düşene kadar diğerleri ya ele alınır veya çeşitli
şekillerde işler yapılarak bir sonraki aşamaya geçilir. Bu oyunu Amerikan
filmlerinde de görmüştüm. Tam ismini hatırlamıyorum.

Bir başka oyun olarak ise adına "cöge" (ö harfi o-ö arası bir şekilde
söylenir) dediğimiz bir oyun daha oynanmakta idi. Bu oyun harmanlarda veya
düz yerlerde oynanırdı. Köklü bir taşın toprak üstünde kalan küçük kısmına
(5-10 cm toprak üstünde bir tencere ters dönmüş kadar bir çıkıntı) küçük bir
taş konulur ve çeşitli yöntemlerle seçilen (genelde taşı en uzağa fırlatma
veya bir hedefi vurma) kişi ebe olur. Herkesin elinde birer taş vardır. Bu
taş hem atılması kolay şekilde hem de vurulmaması için büyük olmamalıdır.
Ebe cöge denilen yere konulan taşın etrafında elinde kendi taşı ile bekler.
Diğerleri belli uzaklığa attıkları taş ile bu yerdeki taşı vurmak için adım
adım yaklaşırlar. Ebe elindeki taş ile diğerlerinin taşını vurursa ebelikten
kurtulur. Diğerleri cöge taşını vurdukça sayısı artar ve belli bir sayıda
oyun dışı kalır. En son oyunda kalan galip olurdu. Aklımda kaldığı kadarı
ile böyle bir oyundu.

Böyle bir bilgiyi verdiğiniz ve hatırlattığınız için teşekkür ederim.

Saygılarımla.

Cihangir ER


2007/8/5, Barsbek Kagan :
>
> *Kırgız Türkleri'nde Dokuz Kumalak (Dokuz Tas) oyunu Toguz Korgool
> olarak adlandırılmıştır. *
> **
> *Toguz Korgool*
> * *
> Dokuztaş oyunudur. İki kişi oynar. Rakipler dokuzar taşı 18 oyuğa
> yerleştirmeye uğraşırlar. Toguz korgol'un kazan denilen iki büyük çukurudan
> oluşur. Tahtadan yapılmış ve üzerinde çukurlar(evler) bulunan oyun
> tahtasıdır. Toplam ev sayısı 9'ar 9'ar 18'dir. Bu oyunda hedef, evlerde
> bulunan taşları korumak ve en çok taşı utmaktır yani kazanmaktır.

Hiç yorum yok: