29 Kasım 2008 Cumartesi

sayfa 8

Çocuk Müzesi Projesi

Haziran 23, 2008
Gaziantep haber - Gaziantep

26 Mart 2005, Cumartesi

Amerika’da sanayi devrimi ile birlikte hayata geçirilen çocuk müzelerini araştıran, Yard. Doç. Dr. Eyüp Ay ile ülke gündeminden düşmeyen çocuk, sokakta çalışan ve madde bağımlısı olan çocukların rehabilitasyonu konusunda geliştirdiği Çocuk Müzesi Projesi hakkında konuştuk.

Klasik Müzecilik kavramı dışında bir nevi toplumsal dönüşüm projesi olarak algılanabilecek Çocuk Müzesi kavramı üzerinde duruyorsunuz. Bu konuda bir de projeniz var. Nedir bu Çocuk Müzesi kavramı?

1986 yılında “Müzecilik Dersi” kapsamında tematik müzecilik dışında farklı olarak “Çocuk Müzesi” kavramı üzerinde bir çalışma yaptım. Müzenin tarihsel gelişimine inceledim. Çocuk Müzesi’nin ortaya çıkış nedenleri üzerinde çalıştım ve şununla karşılaştım:

Sanayi devrimiyle beraber üç kuşağın (baba-oğul-torun) bir arada yaşadığı geleneksel ailenin çözülmeye başladığını görüyoruz. Karı-kocanın çalışmak zorunda kalmasıyla çocuğa bir bakıcı gerekiyor. Sorunun giderilmesindeki en basit yöntem “kreş” olarak karşımıza çıktı. Ayrıca geleneksel ailede yaşlı anne-babaya da çocuklar bakardı. Eşlerin çalışmasıyla anne-babaya da bakma zorunluluğu ortaya çıktı. Bu da “Düşkünler Yurdu”nu doğurdu. Bu palyatif çözümlerin aslında çözüm olmadıkları da ortada.

Tüm sorun geleneksel aile yapısının çözülmesinde mi saklı ?

Sorunlar salt bu değil. Geleneksel ailenin üreterek kuşaktan kuşağa aktardığı değerler kaybolmaya başlıyor. Buna paralel olarak çocukların eğitiminde, geleneksel ev-aile ortamında çocuk oyuncaklarına ve kültürlerine ilişkin boşluk doğmaya başlıyor ve bu boşluğun yerini sanayi üretimi oyuncaklar dolduruyor.

Birçok psikolojik ve pedagojik araştırma şunu ortaya koymuştur. Çocuğun kendi oyuncağını kendisi üretmesi ile hazır bir oyuncak arasında psikolojik ve duygusal gelişim açısından farklılaşma vardır. Yani çocuğun kendi oyuncaklarını, aile ortamında, arkadaş ortamında üretmesinin çok daha sağlıklı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda çocuğa ilişkin oyuncakların, oyunların ve çocuk kültürünün yeniden oluşturulması gerekiyor.

Çocuk Müzeciliğinin teması işte bu. Çocuk Müzeciliği belki soğuk bir kavram. Türkiye’de müzecilik ise resmi bir kavram. Adeta içinde teşhir edilen eserlerin topluma karşı korunması gibi algılanıyor. Oysa modern müzecilikteki müzeler, insanlığın ortak değerlerinin teşhir edildiği ve tanıtıldığı; insanların beğenisine, kültürüne, eğitimine katkıda bulunulacak bir çalışma alanına, laboratuarına dönüştürülmüştür, bizdeki anlayışın bunu dışındadır. Türkiye’de gelişen, modernleşen bir ülke. Modern toplumların geçirdikleri aşamaları biz de geçiriyoruz.

Bu durumda çocuk kültürünü koruma, yayma ve yeniden üretme çabası bağlamında 1996 yılında Çocuk Müzesi Projesi’ni hazırladım ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na sundum. Projemi görünce heyecanlanan dönemin bürokratları daha sonra sahiplenmeye başlayınca gidip notere onaylattıktan sonra geri çektim.

Çocuk Müzesi kavramından ne anlamamız gerekiyor?

Benim tasarladığım Çocuk Müzesi yapı itibariyle üç aşamadan oluşuyor:

Birincisi laboratuar-atölye kısmı, ikincisi sinema, tiyatro, konferans gibi görsel-kültürel etkinliklerin gerçekleştirildiği bir kat. Üçüncüsü ise atölyede üretilen çocuk oyunları ve oyuncaklarını teşhir edildiği sergi salon… Öte yandan müzenin bahçesinde kimsesiz erkek ve kız çocuklarının yatılı olarak ve bir evde ne bulunuyorsa o eşyaların bulunduğu aile ortamında kalacağı birer apartman olacak.

Laboratuarda geleneksel olarak aile ortamında üretilen oyuncakları yeniden üretilmesi ve yeniden hayata katılması sağlanacak. Bunu yanı sıra modernleşmeyle birlikte unutulmaya yüz tutan geleneksel-yerel sanatlar öğretilecek. Örneğin marangozluk, tezkip, kutnuculuk, sedefcilik gibi. Bunun dışında resim, heykel, müzik gibi çağdaş sanatların öğretilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bir çocuğun gelenekle moderniteyi eş zamanlı kavraması sağlıklı gelişmesini ve kültürel bir şokla karşılaşmamasını sağlar. Çağdaş ülkelerde bunun gibi üretim biçimleri vardır.

Çocuk Müzesi’nin diğer enstrümanları neler?

Çocuk Müzesi’nin içinde çocuk ve genç kulüpleri vardır. Burada yurttaşlık bilgisi verilir. Otobüse nasıl bineceğinden tutun, kamuya açık alanda nasıl konuşacağına, bir başkasına göstereceği saygının, ailenin olmadığı ortamda kazanılma şansı olmayan manevi değerlerin edindirilmesi amaçlanıyor.

Bunun için şöyle bir planımız var:

Geleneksel mesleklerin dışında, örnek veriyorum, yöneticilik gibi çağdaş meslekleri de tanıtacağız. Kentin valisine, askeri garnizonuna gidip, söyleşiler yapılarak bu konularda bilinçlenmelerini istiyoruz. Çocuklarla birlikte bir panel şeklinde herkesin kendi mesleğini inceliklerini aktarmasını amaçlıyoruz.

Bir turla askeri yaşamı, doktorluğu, çiftçiliği bunların iş biçimi, çalışmalarını öğrenecek. Projenin bir ayağı basınla ilgili. Klüp üyesi çocuklar, haberleştirmek istedikleri konuyu çocuk bakış açısı ile program haline getirip kendi yaştaşlarına yerel tv ve radyolarda sunacaklar.

Ülkenin tanınmış simalarını bir organizasyonla getirip söyleşiler düzenlemek de gelişimin bir parçası olarak ele alınacak. Sinema günleri, tiyatro, belgesel gösterimi gibi faaliyetler yapacaklar. Çocukların ilgi alanlarına giren konularla ilgili birçok klüp olacak. Son kısımda yani teşhir kısmında atölyede üretilen ürünlerin sergilenmesi, yurt içi ve yurtdışında çocukların ilgisini çeken sergilerin getirilmesi amaçlanıyor. AB ülkeleri buna çok açık, sergilerin getirilmesi mümkün. Çocuk kendi kültürü dışında diğer ulusların kültürlerini de öğrenecek. Bir diğer bölüm çocukların turistik tematik seyehatlari ile ilgili.

Bilindiği gibi ülkemizde bölgeler arası gelişmişlik farkı vardır. Bu sosyal yaşamda da kendini göstermektedir. Bu sosyal yaşam tarzları da yabancılaşmayı getirmektedir. Antepli bir çocukla Mardinli, Rizeli, arasında yabancılaşma vardır. Bunun ortadan kaldırılması, daha üniter ve homojen bir kültür yaratılması daha doğrusu herkesin ortak paylaşabileceği bir kültürün oluşturulabilmesi için çocukların karşılıklı olarak bölgeler arası seyahat etmesi gerekiyor. Bu seyahatler tarih çağlarına ilişkin olabilir, Anadolu medeniyetlerine yönelik olabilir, Türk İslam eserlerine yönelik olabilir. Geleneksel yaşamla modern yaşamı birlikte tanıtmak önemli. Birde yurt dışı ayağı var. AB’de de Erasmus ve Sokrat Programı çerçevesinde bu yapılıyor. İkinci kuşak Türk çocuklarının kültürel problemleri var. Çok sık duyduğumuz bir kültür şoku ve uyumsuzluk sözkonusu. Bu gayet doğal. Aile yapısı ile dışardaki yapı arasında çatışma yaşanıyor. Bunları aşacak araçlar yoksa istenmedik bir durum ortaya çıkıyor. Bunu gidermek için 2. Kuşak Türk çocuklarını periyodik olarak getirilip Anadolu kültürü, Türk-İslam tarihini öğretilmesi, yaşayan kültürleri tanıtılması için turlar düzenlenebilir.

Kültürel paylaşımı önemsiyorsunuz anlaşılan ?

Model olarak tasarlanmış ulus devletin kendi eğitim sistemi içinde öngördüğü ulusal sınırlar vardır. Bu ulusal sınırları aşmak ve diğer uluslarla bir diyalog kurmak içinde. Gerek soydaşlarımız, gerek dindaşlarımız gerekse Avrupa ülkelerindeki öğrencilerin, çocukların, gençlerin karşılık olarak seyahat ettirilmesi, farklı kültürlerle karşılaştırılması, insanlık ailesinin bir üyesi olarak evrensel bir kültürle tanışması , dünyaya biraz daha evrensel bir gözle bakmasının sağlanması açısından da önemli. Çocuk Müzesi Projesi’nin genel hatları bu şekilde.

Geleneksel aile yapısından modern aile yapısına geçişte bazı çözülmelerin olduğunu söylediniz. Bu kapsamda gözlemleriniz nedir? Örneğin çocuklar dün ne yapıyordu? bugün ne yapıyor?

İlginç bir şey söyleyeyim size, 2002 yılında Şanlıurfa’da arkeolojik bir kazı yapıyorduk. Üç beş çadır kurarak göçebe yaşayan bir aileye rastladık. Çocuklar “mangalan” diye bir oyun oynuyorlardı. Oyunu görür görmez aklıma geldi. Sümer döneminde yani M.Ö. 3 bin 500′lerde oynanan bir oyundu bu. Sümer Kral mezarlarında oyun tahtası olarak hatırlıyoruz bunu. 5 bin 500 yıl öncesine ait bu oyunun bir göçebe topluluk tarafından oynandığını gördüm. Araştırmalar sonucu mangalanın Konya ve çevresinde de hatta Afrika’da oynandığını öğrendim. Detaylarını hatırlamıyorum ama, 8-9 adet yuvarlak çukurlar var. Simetrik olarak 18 adet yuvarlak çukur bu. 99 taş kullanılıyor. Taşlar ikiye bölünüyor. Bir kısmı ortak çukurda bulunuyor. Tavladaki zara benzer bir aletle sayı atılıyor. Kapı açma, kapı kapatma gibi hamleler var. Yani anlayacağınız ciddi bir strateji gerektiren bir oyun mangalan. Kısaca şunu demek istiyorum :

Geleneksel toplumda oyunlar uzun sürelidir. Binlerce yıl aynı oyun oynanır. Farklı yada benzer araçlarla. Bu bir geleneğin devamı açısından son derece önemlidir.

Çocuğun kendi oyuncağını ve oyununu üretmesinin toplumsal yansımasını nasıl ölçüyorsunuz ?

Buradaki en önemli durum şu: Çocuk kendi zekasını kullanarak, ailesinden ve arkadaşlarından yardım alarak kendi oyuncağını üretiyor. Bu onun yaratıcılık gücünü kamçılıyor, yaratıcı gücü harekete geçiyor. Her şey birbirinin taklidi olsaydı farklı oyunlar olmazdı. Bu kadar çok oyunun olmasından oyunların çocuklar tarafından üretildiğini ve oynandığını anlıyoruz. Onların zihinsel gelişimlerinin pozitif anlamda gelişmesini geliştiriyor ve geleneksel olmasıyla da kendini bir uygarlığın, bir geçmişin parçası olarak gördüğü için kültürel şokla karşılaşmıyor açıkçası.

Şu anda bir kültürel şok durumu sözkonusu mu ?

Şimdi çocuklar oyuncaklarına yabancılaşmış durumda. Oyuncaklar çocukların düşünceleri, kültürleri, homojen bir ortamda üretilerek sunulmuş hatta dayatılmıştır. Çocukla oyuncağı arasında duygusal bir bağ oluşmamış. Daha çok tüketilecek bir nesne olarak algılanıyor. Halbuki birçoğumuz, şahsen ben de çocukken ürettiğim oyuncakları saklıyorum. Yani onlara ilişkin anılarla birlikte böyle bir gelenek, bir tarih içinden gelme duygusu insanı hayata karşı güçlü kılıyor.

Modern oyuncaklar hazır üretildiği, şiddet içerdiği ve çocuğun düşüncesi ile onları okuma, anlama durumu olmadığı için çocuk zamanla oynadığı oyuncağın oyuncağı haline geliyor.

Çocuk oyuncakla oynamıyor, kendisi bir tür oyuncağın oyuncağı durumuna dönüşüyor, insani yaratıcılığını yitiriyor, şiddete meyilli hale geliyor.

Gaziantep özeli için düşünürsek, sokak çocukları ve sokakta çalışan çocuk kavramı hızlı büyüyor. Bunu toplumsal dönüşüm projesi olarak uygulanmasının faydaları size göre ne olabilir? Bu kapsamda Çocuk Müzesi’nin işlevi hakkında bilgi verir misiniz?

Ben isimler üzerinde durmuyorum. Genel olarak “Çocuk Müzesi” kavramı üzerinde ısrar ediyorum. Ana merkezin bu olması gerekir.

Çocuk Müzesi’nin işlevine girmemiştik. Ben onu anlatmak istiyorum. Müzenin müştemilatında bahsettiğimiz kız ve erkek çocuk yurtları bir tür lojman-apartman tarzı olacak. İster çocukların ailesi yaşıyor olsun, ister onlarla görüşme arzusu taşısın, ister ailesi belli olmayan çocuklar olsun. Psikolog ve pedagogların yaptıkları araştırmalarda aile içinde büyüyen çocuklarla, aile dışında yaşayan çocukların; zihinsel ve ruhsal gelişim açısından son derece farklı olduğu görülüyor. Aile içinde yaşayan çocukların çok daha sağlıklı olduğu görülüyor. Dolayısı ile toplum için daha az tehlikeli bireyler ortaya çıkıyor. Bu anlamda “ne yapabiliriz? sorusunu sorup buna yanıt aradık.

Peki ne yapabiliriz?

Gerek ailesi ile zaman geçirmek isteyen, gerekse bulunabilecek gönüllü aileler ile, bahsettiğimiz kız ve erkek yurdundaki çocukların birlikte 24 saatlerini geçirmeleri için proje kapsamındaki apartmanı kullandıracağız. Çocuklar aile ortamını yaşarken, çocuk sahibi olmak isteyen ama bu konuda kararsız kalan eşler yada çocukları olmadığı için anne-babalık duygusudan yoksun ebeveynleri bir program dahilinde bir araya getireceğiz.

Yılın 365 günü iyi bir organizasyonla gerek sıfır yaş grubundan gerek lise çağındakilere kadar çocukları aile ortamı içinde yaşatacak bir ortam yaratılacak. Sözkonusu apartmanda bir evde bulunması gereken bütün eşyalar olacak. Oraya anne-baba adayı gidecek. Orada bir gün boyunca birlikte yaşayacak. Sabah kahvaltılarını yapabilirler, sinemaya gidebilirler, akşam yemeğini yapabilirler ve birlikte kalırlar, yatıp kalkarak normal bir aile yaşamını uygulayacaklar. Bu son derece önemli. Aileden yoksun çocuk ile çocuktan yoksun aileyi bir araya getireceğiz. Bu uygulamanın Çocuk Müzesi Projesi kapsamında hayata geçirilmesi, hem daha sağlıklı hem de daha kontrollüdür. Sokak çocuklarının rehabilitesi için de önemli bir proje olduğuna inanıyorum. Sokak çocukları bu yurtlara yerleştirilecek, gün içindeki eğitimlerinin yanı sıra bir ebeveynle yaşamayı öğrenecekler. Bir günlerini gönüllü aileler ile geçirecekler.

Öngörüşmemizde şeffaflık meselesi üzerinde durmuştuk. Bana da çok ilginç geldi. O konuyu biraz daha açabilir miyiz ?

Çocuk Müzesi’ni temel prensibi, çocuğa hizmet etmektir. Bir kere kapısı sürekli açık olacaktır. Çocuklar o mekanın efendileri olacak. Çocuk oraya gittiği zaman “şuraya dokunma, buraya karışma” sözünü duymayacak. Çocuk oraya gittiği zaman “ben çok önemli bir kimseyim. Bu mekan benim emrime amade” diyecek, psikolojik bir gerginlik hissetmeyecek.

Şeffalık burada çok önemli. Örneğin müzenin duvarındaki bir bölüm şeffaf olacak. Müzenin yapısı hakkında çocuk bilgi sahibi olacak. Burada kullanılacak eşyalar da şeffaf olacak. Bilgisayar, telefon, televizyon gibi araçların içi görünecek ve çocuklar aletlerin işleyişini kendi hayal güçleri ile algılayacak. Modernitenin getirdiği araçların üzerindeki büyülü gizemi kaldıracağız. Çünkü buradaki asıl öznemiz “insan”dır. Alet salt insanın kullanımı için vardır. Dolayısı ile onun içini görürse alet-insan arasındaki ilişki, alet lehine değil, insan lehine gelişecektir. Bu son derece önemlidir. Aletin, insan üzerindeki psikolojik egemenliğini ortadan kaldıracağız. Yani burada gelişimi çocuğun egemenliğine bağlayacağız. Bu geleneksel müzelerde olmayan bir şeydir.

Ben şuna inanıyorum, bu proje bir toplumsal tedavi projesidir. Sorun sadece çocukların değil, toplumun genel sorudur. Geleceğimize ilişkin bir projeksiyondur. Bütün toplumlar bunu yaşamıştır. Amerikayı yeniden keşfetmiyoruz. Sanayileşen, modernleşen toplumlarda ortaya çıkan problemler birbirine benziyor. Sorunlar, din ülke, kültür de tanımıyor. Üretim tarzı değiştikçe kültürel kodlar değişiyor kültürel kodlar değiştikçe yaşam biçimleri değişiyor. Yaşam biçimi kendini dayatıyor. Onun için bahsettiğimiz şeyler çok pahalı yada yapılamayacak işler değil. Projeyi hayata geçirecek yetkinlikte eğitimcilerin, gönüllerin, duyarlı yerel yönetimlerin olduğunu biliyorum. Kentimizde çocukları meslek öğrenmesi için sanayicilerile bir kontenjan üzerinden konuşması, iş imkanın sağlanması üzerinden konuşulabilinir. Anlattıklarımız hayata geçirilebilecek işlerdir. Önemli olan hiçbir yöneteci ve elamanın bu işten rant sağlamamasıdır. Uygulamaların gönüllük temelinde gitmesi gereklidir. Kültürel bir projedir. Burada çalışacak kişiler bunu iş olarak düşünmeyecektir. Çünkü bu ağır ve büyük bir fedekarlık gerektiren projedir. Dolayısı ile yapılacak işler detaylandırılmakta birlikte gönüllükle gidecektir.

Sanırım burada sivil inisiyatife ve yerel yönetimlere büyük iş düşüyor?

Evet, projenin gerçekleştirilmesinde yerel yönetimlere de büyük görevler düşmektedir. Açıkçası gerek yerel yönetimlerin gerekse sivil toplum örgütlerinin atıl durumda bekleyen tesisleri vardır. Örneğin bir organizasyon çerçevesinde tatil düşünülecekse, çok cüzi bir masrafla Milli Eğitim Bakanlığı’nın tesislerinden faydalanılabilinir. Bölgeler arası bir geziyi yerel yönetimler karşılayabilir.

İaşeler, konaklama sorunları giderilebilir. Sivil toplum örgütleri ve yerel yapılanlamalar bu işin içine katılabilir. Hatta bu proje için çok rahat fon bile almak mümkün. Bu sosyal bir projedir. GAP Bölgesi içindedir. Eğer bir yerel yönetim omuz verirse geri kalan kısmını kentle birlikte halledebiliriz. Sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve Avrupa Birliği kaynaklarının kullanımı son derece mümkündür. Bu faaliyetin nasıl ucuza getirilebileceğiyle ilgili tüm detaylar ve alternatifleri projede yazdım.

Gaziantep açısından faaliyete geçirebilirsek, kentin, bölgenin ve kültürel mirasın korunması açısından son derece önemli bir iş yapılır diye düşünüyorum. Henüz geç kalınmış değil. Gaziantep metropolleşmeden kaynaklı toplumsal farklılaşma nedeniyle değerlerin izi bulunamaz hale gelmeden derlenip toparlanabilir. Bu kapsamda zaten Gaziantep Üniversitesi olarak bir de Kent Müzasi projesi hazırlıyoruz. Kentin günlük yaşamı, ticareti, yaşamına yönelik bilgilerin belgeleri toparlanmasına ilişkin bir proje ve Çocuk Müzesi faaliyeti olarak değerlendirilebilinir. Yaşadığımız kent ve çevresindeki değerlerin koruma altına alınarak yeniden üretilmesi, kültürel mirasın sahiplenilmesi açısından faydacı bir projedir.

Tüm bu anlattıklarınıza son olarak eklemek istedikleriniz var mı ?

İstanbul’da yaşananları biliyoruz. Eğer biz toplumumuzu, kendi geleceğimizi idare edemez isek; bu sürece kendimizi teslim edersek, süreci yönetemez isek, süreç bizi yönetmeye başlar. Bunun acısını sokakta yatıp kalkan çocuklar çekmeyecek kuşkusuz; eğitimli, eğitimsiz herkes kendi payına düşen zararı görecektir. Bu benim değil, herkesin paylaşması gereken bir projedir.(MG/EÜ)

* Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Eyüp Ay, 1965 yılında Mardin’de doğdu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi’nde yaptı. Doktorasını yine Hacettepe Üniversitesi’nde “M.Ö. 5000′den Günümüze Seramik Sanatının Teknik ve Tipolojik Gelişimi” konulu çalışması ile tamamladı. Bir yıl ODTÜ’de Hazırlık sınıfı okudu. 1999-2003 yılları arası ODTÜ TAÇDAM Proje Başkanlığı yaptı. 2002′de BOTAŞ Arkeolojik Araştırma Koordinatör Yardımcılığı, Kültür Bakanlığı adına Yukarı Habur Bölgesi (Şanlıurfa-Mardin-Diyarbakır) Yüzey Araştırması Başkanlığı, Kültür Bakanlığı Ilısu Barajı Kurtarma Kazısı Programı çerçevesinde Müslümantepe Höyüğü Kazı Başkanlığı, 1986-1992 yılları arasında Mardin Girnevaz kazısı ekip üyeliği, 1992-1996 arası İzmir-Urla Limantepe kazısı, Menemen Panaztepe kazısı, Menderes ilçesi Tahtalı Barajı Kurtarma Kazısı ekip üyeliği yaptı.

www.bianet.org/bianet/kategori/cocuk/57518/cocuk-muzesi-projesi


Çocuk Oyunları

Haziran 23, 2008
  • Taş Oyunları : Üç daş, dört daş, Beş daş
  • Gırni,
  • Kiremit,
  • Gıçgıç gonduragıç,
  • Köroğlu,
  • Kortik
  • Yumruk Oyunu,
  • Kale Kapmaca,
  • Çelik Çomak
  • Güvercin Oyunu
  • Uzun Eşek,
  • Ayak Karış,
  • Sirim Çekme,
  • Köşe Kapmaca,
  • Büyük Ceviz
  • Tamzara
  • Norey
  • Delilo
  • Dut Ağacı
  • Çayda Çıra
  • Üç Ayak
  • Karaçor
  • Bahçeye İndimdiki
  • Halay
  • Kol Oyunu
  • Zurna Havaları

ÇOCUK OYUNLARI

a) ATLAMA ve SIÇRAMALAR:

Bu oyunlar da bu günkü sıhhive terbiyeviatlama ve sıçrama oyunlarının bir nevi sayılabilir. Atlamalarda, yere yine bir ağaç parçasıyla derin bir çizgi çizilir. Ebe, (Kaptan) oyuncuların, bu hattın ilerisine basmamaları için hattın hizasında durur, oyuncuları kontrol eder.

Oyuncular, bu çizgiden istedikleri kadar geriye gidip hız almak üzere oradan süratle koşar, sol ayaklarının parmak uçları yerdeki çizgi hizasına gelince bütün kuvvetleriyle bir., iki., üç., adım attıktan sonra sağ ayaklarının isabet ettiği yere hususi bir işaret konulur, veya çizgi ile tespit edilir. Arkada kalan oyuncular, ilk oyuncuyu sıra ile takip ederler. Bir de hız almadan çizgi üzerinden bir., iki., üç., diye atlanır. Bunlara kısa veya üç ayak atlama derler, içlerinden hangisi en ileriye adım atmış ise birinci, ikinci, üçüncülüğü kazanmış olurlar.

Bir de çift ayak atlama vardır ki, bu da yine yerde tespit edilen çizgi üzerinden hız almamak suretiyle bulunduğu yerden birbirine bitiştirilmiş olan bacakları kırmak ve kolları sallamakla hız alınır ve ileriye atlanır.

Çemişgezek’de gençler arasında bu oyunlara çok rağbet vardı. Yerde muvaffakiyet kazanan oyuncular, sonra havalarda uçan kuşlar gibi atlarlardı. Buna da Damdan dama atlama derlerdi. Çemişgezek’in, bütün damları toprak ve sokakları da dar olduğundan oyuncular şehrin en yüksek noktası bulunan Örneğin : Meteris mahallesinde oturan herhangi bir arkadaşın damında beş on ve bazen daha fazla olarak toplanırlar. Hareket noktası burasıdır. Oyuncular, önce aralarında bir ebe seçerler, ebe,, gidecekleri istikameti tayin ederek oyunculara, Ulu cami mahallesinde falan arkadaşın damında toplanacağız diye güzergahı tayin eder ve gösterir. Başta kendisi olmak üzere damın öteki başından hız alarak kuvvetli’ adımlarla sokak tarafındaki süyünge (saçak) gelir, haydi oradan karsı dama., ve böyle damdan dama sıçrayarak giderken bakarsınız ki, oyuncular ortadan kaybolmuşlardır.

Damdan dama diyorum, bu ne demektir?.. Sayın okuyucularını!.. biliyor musunuz?.. Bu demektir ki, bir damla öteki damın arasında en az üç, dört metre mesafe vardır, işte bu atlamalar, bu sokakların havasında ve boşluğunda olur. Bazı geniş sokakları atlayamayanlar, yarı yolda kalır ve müsabakayı kaybetmiş olurlar. öncece tayin edilen hedefe hangisi daha önce yetişirse birinciliği o alır, sonrakiler sırasıyla ikinci, üçüncü gelmiş olurlar.

Bu oyun, cidden tehlikeli bir oyundu, sokağı altında bırakarak havadan karşı tarafa sıçrayamayanların en az on - on beş, bazen yirmi metre derinliğindeki sokakların taş kaldırımları üzerine düşüp param parça olmaları her An beklenebilirdi ve zannedersem bu uğurda birkaç kurban da verilmiştir,

Bu dam atlama ve sıçramaları, yaz günlerinde de bağlarda, bahçelerde ki gölleri (Havuz) atlama ile devam edip giderdi. Ancak göllerin üzerinden atlamak, dam atlamaları kadar tehlikeli değildi. Atlayamayanlar, nihayet göle düşer, ıslanır ve etrafındakiler tarafından alaya alınır ve havuz başları kahkahalarla çınlar dururdu.

b) SALLAMA:

Sallama, bu günkü gülle savurma oyununa çok benzer. Sallama oyunu 10-20 yaş arasındaki delikanlılar arasında oynanır. Şöyle ki: öncece tespit edilen bir noktaya odun veya bir taş parçasıyla bir hat çizilir. Oyuncular bu hat üzerinde durur ve bu hattı ileri geçemezler. Oyuncu bu hattın üzerinde ayakta ve iki bacağı 60 - 70 santim açılmış olduğu halde durur, sağ elinde oldukça büyük ve ağır bir taş vardır. Bu taşı, açık olan bacakları arasında bir ileri, bir geri sallamak suretiyle koluna lazım gelen hızı verdikten sonra ileriye fırlatır. Oyunculardan birisi karşı tarafta sallama taşının düştüğü yeri bir ağaç parçası veya renkli bir taş dikmekle tespit eder. Sıra ile oyuncular aynı taşı, aynı şekilde sallayıp atarlar. Kimin taşı en ileriye varmışsa birinci, sonrakiler ikinci, üçüncü sayılır ve oyunu kazanmış olurlar.

Sonra sallamanın, ikinci bir oyun tarzı daha vardı ki, bu birincisinden daha zordu. Sallama taşından daha ağır sıklette büyücek bir taşı, oyuncular sağ ellerinin içerisine alır ve parmaklarıyla kavrayarak sağ omuzları üstüne kadar kaldırırlar, kolun bütün kuvvetiyle ileriye fırlatırlar. Bu taşları da en ileriye kimler atarsa o birinci, sonrakiler ikinci, üçüncü gelmiş olurlar. Bu, adeta kolların kuvvetini ölçmek gibi bir müsabakadır, kimlerin kolları kuvvetli ise müsabakayı onlar kazanır.

c) TOP OYUNLARI:

Sevgili okuyucularım! sakın bu top oyunlarını bu günkü gençliği tashir eden futbol topu zannetmeyiniz. Bu top oyunları, Çemişgezek’in toprak damlarına mahsus bir oyundu. O zaman bugünkü gibi Avrupa malı lastik toplar da yoktu. Toplarımız da yerli malıydı ve bu topları para ile pazardan da almazdık, biz kendimiz yapardık., bakınız nasıl? Har put, soğuk bir memleket ve kışları da o nispette şiddetli olduğundan bütün halk hep yün çorap giyerlerdi, çocuklara varıncaya kadar… işte bu çoraplar, ayağımızda eskidi mi bizlere top olurdu. Çoraplarımız her taraftan delinip kullanılmayacak bir hale geldi mi, bunları hemen çözerek elimize hayli yün ipliği geçerdi. Fakat annelerimizin rızasını aldıktan sonra., anne olmaz yama yaparım veya deliklerini örerim derse bizde sukut-ı hayal baslardı. Muvafakat ederse sevinerek hemen ameliyeye başlardık. Çoraplardan çözdüğümüz bu parça yün ipliklerini birbirine düğümleyerek uzun ip haline getirdikten sonra elimizde ufak bir pamuk parçası üzerine yuvarlak bir halde ve intizamla büyük bir elma veya bir portakal büyüklüğüne gelinceye kadar sararak ve sonra, yine önceden hazırladığımız renkli yün ipliklerini bir kıyığa (Yorgan iğnesi) saplayarak hazırladığımız yuvarlağın üstünü çeşit çeşit renkler ve nakışlar yaparak diker ve süslerdik, iste bu ameliye bizlere gayet güzel bir top kazandırmış olurdu. İşte bu top, yere vurulunca bu günkü lastik toplar kadar havaya fırlayabilirdi. Erkek olsun, kız olsun her çocuğun, bu suretle yapılmış bir topu vardı ve bu çok kıymetli bir meta gibi saklarlardı.

Oyuna, topu el ile yere vurmak ve sayı saymak suretiyle başlanılır, topu, elden kaçırmadan sayılarını yüze çıkaranlar (Dalya) diye bağırır, tekrar birden başlarlardı, topu ellerinden düşürenler topu arkadaşlarına vermeğe mecburdurlar. Falsosuz beş (dalya) yapanlar birinciliği kazanırdı.

Top oyunlarında, enteresan bir hüner daha vardı ki, oyuncular, sayı sayarak oyuna devam ettikleri sıra topa kuvvetli vurup topu bir adam boyu ve daha fazla yukarı havalandırırken bir dönme hareketi yaparlar ve hemen top yere düştükten ve tekrar havaya fırladıktan sonra onu tekrar yakalayıp oyuna devam etmeleridir. Buna (kale) derler. Sayılar arasında bu hareketlerin de miktarı sayılır ve oyuncunun mahareti o nispette yükselmiş olur. Bilhassa bahar mevsiminde damların azıcık kurulmasıyla bu oyunlar başlar, Çemişgezek’in bütün damlan allı, pullu kız çocukları ve kaplarına sığmayan erkek çocuklarıyla hıncahınç dolardı.

d) DANKILA - FİSTO :

Bu oyuna, İstanbul’da ve sair birçok bölgelerimizde (Tahterevalli) diyoruz. Çemişgezek’de (Dankıla - fisto) denilirdi. Bu kelimenin manasını bilen varsa ortaya çıksın, alnından öpeyim. Çocukların ele geçirdikleri dört - beş metre uzunluğunda, oldukça kalın bir ağaç, bir tas yığınının veya yıkık bir duvarın, veya mahallede her hangi bir inşaattan aşırılıp getirilen beş-on kerpiçden yapılan ,bir tümseğin üzerine konulur. Çocuklar, ikiye bölünür, bir kısmı direğin bir ucunda, bir kısmı beriki ucunda yer alırlar. Bunlardan ya birisi veya ikişi üçü birden bu direğin uç taraflarına adet itibariyle müsavi olarak ata veya eşeğe biner gibi binerler. Direğin, -bir ucunun aşağıya inmesi diğer ucunun yukarıya çıkması, birisinin yukarıya çıkmasıyla diğer ucunun aşağıya inmesiyle çocukların ayaklarının arada yerden kesilmesi suretiyle bir inip bir havalanmalarından ibarettir. Oyun, saatlerce bu şekilde neşe ve kahkahalarla devam edip gider.

e) HAKKUL - HUKKUL :

Bu oyun bildiğimiz (Körebe) oyununun aynıdır, buna saklanbaç da diyoruz. Fakat hususiyeti bambaşkadır. Oyuna şöyle başlanır : Oyuncular bir araya gelip de oyuna karar verdiler mi?., ikişer, ikişer karsı karşıya gelerek şu kelimeleri birisi söyler ve eliyle de bir kendini, bir karşısındakini işaret eder. Örneğin : Hakkul dediği zaman kendi göğsüne. Hukkul diye de karşısındakinin göğsüne eliyle dokunur ve sonra aynı minval üzere şu kelimelerle devam edilir.

Kendisine

Hakkul

Çalı Miski Dazı Hafta Kalkan Bendii

Karşısındakine:

Hukkui

Çenber

Anber

Duzu

Nuzu

Kılıç

Peru:

Penç, en son kime isabet ederse o çıkar. Yerine bir başkası ^geçer. yiıif-aynı sistem dahilinde (Penç) e kadar aynı kelimeler tekrar edilir, (Penç) ; alan çıkar ve yahut başka bir düzme ile :

Cin tükürdü Köye kaçtı Üç günden Büzüles,

Kim tükürdü

Nere kaçtı

Kaç günden

Ezüesi

Büzüğünden

As

Dımbılik-Elek

Pis Tıs.

Bu defa da en son (Tıs) alan çıkınca karşısındaki (Kör Ebe) olur. Kör Ebenin yüzü bir duvara çevrilerek gözleri kapattırılır ve arkasına hafif surette vurularak şu kelimeler tekrar edilir.

Mağara, mağara Gözün açarsan Pamuk gibi ağara Tuz gibi kabara.

O sıra bütün çocuklar etrafa dalarak kendilerine bir izbe, bir köşe bularak gizlenirler, içlerinden birisi saklanmcaya kadar : olmadı olmadı diye bağırır, sesi kesilince kör ebe, arkasına saklanıp da hemen o anda (Pu.. u., u) diye kör-ebeye bir ceza daha yüklemek isteyen olursa bunun önüne geçmek için gözleri kapalı olduğu halde : Ardım, önüm, yanım, yörem (Pu.. u., u) diye bağırır ve gözlerini açar. Etrafa bir göz gezdirip, adım adım gizlenenleri aramağa başlar… Bu dakikalar çok heyecanlıdır, Ebenin merkezden uzaklaşmak işine hiç gelmez; Çünkü aksi taraftan herhangi bir oyuncu gelip kör-ebenin gözlerini yumduğu duvara elini dokundurarak (Pu u.u) diyebilir, onun için gayet tetiktedir. Saklananlar da, kör-ebe beni görmesin diye bulundukları yere mıhlanırlar. Ebe, (oyunculardan herhangi birini görse isim vererek hemen merkeze koşar, (Pu..u..u) diye bağırınca o arkadaş, oyundan çıkmış o-lur. Diğerlerini de bu suretle arar ve hepsini bulursa bu defa da ilk bulunan oyuncu (Kör-Ebe) olur. Bu arama sırasında oyunculardan herhangi birisi kurnaz çıkar da merkeze kör-ebeden’ önce koşar ve (Pu..u..u) derse Kör-ebenin gözleri tekrar kapattırılır. Kör-Ebenin çok ihtiyatlı, ve daima tetikte olması lazımdır. Aramada fırsat kaçırırsa oyun boyunca Ebe olarak kalır ve bu hal, o çocuğun biraz da aptallığına verilir. Gözü açık çocuklar, bir oyunda oyuncuların hepsini sıra ile birer birer bulur ve bunları oyun harici ederek kör-ebelikten kurtulur. Oyun bu suretle saatlerce devam eder, hareketli ve neş’eli olduğu gibi çocukları dikkat ve teenniye de alıştırır,

f) ÇORTUN EŞEK:

Bu oyunun ismi de tuhaftır. Oyuncular, birbirlerinin sıtlarma atlayıp uzun boylu sayı saydıklarından altta kalanlara Eşek deniliyor, bu oyunda haşa! Eşek olmayan da kalmaz. Çörtün da, yağmur oluklarına denilir ki, Eşekle, oyunla, Çörtünün bir münasebetini doğrusu ben bulamadım; Fakat oyunun ismi sarihtir: Çörtün Eşek L

Oyuncular, iki posta olurlar, Ebeler, aralarında taş tutarlar, taşı bulamayanlar oyunu kaybeder, Eşek olur ve sıra ile şu şekilde yatarlar. Ebe sırtını bir duvara dayar, oyunculardan birisi karşısına- gelir, biraz eğilerek kollariyle Ebenin beline kuvvetlice sarılır ve başını muhafaza için de Ebenin koltuğunun altına saklar, ikincisi ise yine kollarıyla birincinin arkadan beline sörıİl-r ve başını öndeki arkadaşının koltuğunun altına saklar, üçüncü, dördüncü, ilh oyuncular, aynı biçimde diziye gırei- ve yatarlar. Oyun başlıyor :

Karşı taraf oyuncuları, başta ebeleri olduğu halde beş altı metre geriden hız alarak bunların hizasına geldikleri zaman iki ayağını kuvvetlice yere vurarak yatanların üzerine ve en ileriye sıçrar, marifet birinci sıçrayan Ebenin önünde yatanın üzerine kadar atlamaktır… Atlamalar* bu suretle tamamlandı mı? Ebe on sayı saydıktan sonra üzerlerinden inerler ve ikinci atlamaya geçerler. Şayet ileriye sıçrıyamazlarsa kuyrukta yer kısalır, arkadan gelen oyuncular tutunamaz, yere düşer veya ayakları yere değerse oyunu kaybederler., yatanlar kalkar, bu defa da kaybedenler Eşek olur, yine aynı sıra ve biçimde birbirlerine bağlanarak, o bir taraf sıçramaya başlar. Hakikaten bazan o kadar güzel atlayıcı oyunculara tesadüf edilir ki, sıra ile gelir, baştan sonuna kadar boş bir sırt bırakmadan hepsi atlamış ve sayılarımı da muvazeneyi bozmadan sayarlardı ve böylece oyunu saatlerce lehlerine devam ettirebilirlerdi. Oyun, mukavemet ve aynı zamanda iyi bir atlama oyunudur.

g) HIRİK EŞEK: (1)

Bu oyun, hemen hemen Çörtün Eşeğin bir başka şeklidir. Bu oyunda da Eşek olmayanlara ve sırtlarına birıilmeyenlere nadiren tesadüf edilir, isimde de münasebet bulmak mümkündür; Çünkü Hırik, Çemişgezek’de eski ayakkabıya denilir, bu oyunda bunların tamiri temsili olarak sırt üzerinde yapılır ve yumruklar birbirini takip ettiğine göre neş’e yerine oldukça mükemmel bir dayak faslıbaşlamış olur ki, bütün oyuncular, arzulariyle bu işkenceye Eyvallah der ve oyundan zevk alırlar. Şimdi gelelim oyunumuza :

Oyuncular, iki postaya ayrıldıktan ve aralarında birer Ebe seçtikten sonra, Ebeler karşı karşıya geçer, bunlardan birisi avcının içine ufak bir taş alark saklar ve karşı taraf Ebesine her iki eli kapalı olduğu halde : hangisinde? diye sorar, Taşı bulan Ebe, kendi tarafını kazandırmış olur. Diğer taraf, partiyi kaybettiği için hepsi birden Eşek olurlar ve birer metre aralıkla geniş bir daire halinde sıralanıp iki ellerini dizkapakları-na dayamak suretiyle öne doğru eğilirler, kazanan oyuncular, sıra ile bunların sırtlarına binerler. Ebenin elinde eski bir postal (Ayakkabı) vardır, bindiği oyuncunun sırtında, adeta ‘bir ayakkabı tamir eder gibi onu evirir çevirir, bu esnada güya elinde bir muşta varmış gibi yumruğuyla altındakinin sırtına bir .iki indirir, sonra elindeki Hıriği bazı tuhaf ve güldürücü sözler söyleyerek sağ , tarafındaki oyuncuya atar, Ebeden ge-

(’!) Zaman itibariyle ben, bu oyunun adını unutmuştum, bazı arkadaşlara sordum, onlar da hatırlıyamadüar, yeniler bu ismi verdiler, yazdım; Fakat ben yine bu ismin üzerinde mütereddidimlen Hıriji tutamıyan oyuncu hemen kendisi yatar, altındaki üste ç.kar tutarsa aynı şekilde oyuna devam ederek o da altındkine bir iki yumruk indirdikten sonra sağ yanmdakine atar, Hırik bu suretle bütün dairevi dolaşır, tekrar Ebeye gelir. Hıriği tutamayanlar veya Ebenin tamir sırasında söylediği sözleri zihninde tutupda tekrar edemiyenler hemen alta geçer, yani Eşek olurlar. Üsttekiler dikkatli olup da Hıriği düşürmezlerse ve Ebenin sözlerini aynen tekrar ederlerse saatlerce üstte*kalabilirler, velevki, altta kalanların canları çıksın, işte bu oyun da böyle neş’e ve kahkahalar arasında devam edip giderdi.

h) MAM:

Bu oyun, çocuklar arasında çok sevilen, neş’eli ve hareketli bir oyundur, dikkat ve açıkguzlülüğü sağlar. En az 3-4, en fazla 6-7 çocuk arasında oynanır. Qyun malzemesi: Her çocuğa yassı bir sal (Taş) paf-çasiyle bir de yumurta büyüklüğünde yuvarlak bir taş tedarikinden ibarettir. Bunlar elde edilince düz bir saha seçilir ve bu saha üzerinde 50-60 s. kutrunda bir daire çizilir ve bu dairenin tam merkezine yuvarlak taş konulur. Sonra dairenin dış çizgisinden itibaren 3 m. uzakta yere bir metre uzunluğunda düz bir hat çizilir ki, buraya Kale denilir. Şimdi oyuncular, sıra ile ellerinin içine ufak bir taş alarak saklarlar, taşı bulanlar kazanır, en sonunda taşı kim bulamazsa o Marn bekçisi olur, dairenin başına geçer, Mamı merkeze kor ve vaziyet alır. Oyun başlıyor : Şimdi Kalede bir hizaya sıralanmış olan oyuncular, sıra ile ellerindeki salları merkezdeki Mamı hedef tutarak atarlar. Mamcmın vazifesi Mamı yerinde sabit tutmaktır. Oyuncular da ellerindeki salları atmak suretiyle Mamı daireden çıkarıp merkezden uzaklaştırmak isterler. Mam, ne kadar fazla uzaklaştırıhrsa oyuncular merkeze koşup dairenin etrafına serpilmiş olan sallarını hemen alıp tekrar kaleye varmaya ve ikinci oyuna başlamaya fırsat bulur ve oyuna hak kazanırlar. Mamcı, bu sırada çok tetikte olarak bir taraftan yerinden oynayan Mamı, daima yerinde tutmak ve b,u arada Mam yerinden oynadıkça sallarını almak açin merkeze hücum etmek isteyenlerin arasından birisini avlamak için koşarak eliyle omuzuna veya ensesine vurmak suretiyle yaka-hyarak kendi ağır vazifesini ona yüklemek!.. Mam yerinden oynadıkça ve hele uzaklara kaydıkça hücum çoğalır, çoğaldıkça da oyun kızışır. Bazan oyunun başından sonuna kadar bazı Mamcılar, bu ağır yükten kendi kendilerini kurtaramazlar, serseme dunerler.

Ancak muhacim oyuncular arasından daire etrafındaki sallarının bulunduğu yere koşarak sallarına ayaklarını bastılar mı vurulmadan muaf tutulurlar, yalnız ayağının altındaki salı, ellerini karıştırmaksızın sol ayağının parmaklarıyla diğer ayağının üstüne aldıktan sonra yukarıya fırlatıp elleriyle tutabilirse kazanır, Kaleye koşar ve oyuna tekrar devam eder. Şayet salı tutamaz da yere lüşürürse Mamcı onu yakalar ve merkeze götürerek Mamı ona teslim eder ve kendisi oyuncuların arasına girer, işte oyun, bu minval üzere saatlerce ‘devam eder.

i) KIÇ KIÇ:

Bu oyun bir kaç oyuncu arasında oynandığı gibi çok defa usulen iki çocuk arasında da oynanır. Oyun malzemesi: Mam oyunundaki melezi menin aynıdır. Oynayış şekli ise, Marndaki gibi yere aynı genişlikte bir daire çizilir ve bu çizginin ortasına yuvarlak taş konulur. Daire çizgisinden itibaren 3 m. ötede yere yine bir çizgi çizilir ki, buraya Kale diyoruz. Oyuncular, ellerinde sallan bu hattın üzerinde yerlerini alırlar. Oyunculardan hangisinin oyuna ilk defa başlaması için elde taş saklanır, taşı bulan oyuna başlar,

Oyuncu, her şeyden önce Kalede ileriye doğru adını atmamak ve aynı zamanda 3 m. ileride daire içinde bulunan yuvarlak taşa, iyice nişan alarak elindeki sal parçasını savurur, burada asıl marifet, salı yuvarlak taşa isabet ettirerek onu daireden mür-.kün olduğu kadar uzaklara sürmektedir. Sürdü mü şimdi sayı başlar: Dairenin kenarına gidilir, oyuncu ayağım dairenin dış kenarına kıyar, K:c kıç… Kondura biç… On üç diye ayak saymağa başlar, on dört… on beş… illi. O sayısını tamamladıktan sonra yu ” h k taş yine merkeze bırakılır, bu defa diğer oyuncu, elindeki salı atar Tesadüf ettiremezse o bir tarafa koz vermiş olur, tesadüf ettirirse yine aynı ?ekilde : ayakla, Kıç kıç.:. Kon-dura biç,.. On üç diye sayıya başlanır. Du oyunculardan hangisi daha önce kırk sayıyı yaparsa oyunu o kazanmış olur. Ancak bu sırada oyunu kaybedene bir şans verilir ve bu oyunun ikinci kısmını teşkil eder. Mağlup oyuncu, elinde salı, dairenin üstüne gider ve yüzü Kaleye çevrili olduğu halde bacaklarını dairenin açısı kadar açar, salı iki eliyle 1 kuvvetli tutarak kollarını ileri ve geri sallamak suretiyle hız alarak yerdeki yuvarlak taşı aksi tarafa fırlatmaya çalışır. Bu defa kırkı yapan galip oyuncu, yine aynı Kaleden, merkezden uzaklaştırılmış olan yuvarlak taşı, hedef tutarak elindeki salı fırlatır, hedefe isabet ettirirse bir kız alır …aynı oyun tekrarlanır, isabet devam ettikçe üç kız… beş kız… On kız alır. Ta ki salı hedefe isabet ettiremesin. isabet etmeyince, oyun, aynı minval üzere yeniden başlar ve saatlerce bu şekilde devam edip gider.

j) KÖŞE KAPMACA:

Yurdumuzun uzak yakın her köşesinde oynandığı gibi Çemişgezek’de da aynı şekilde oynanır. Bundan sonra sıralıyacağım beş oyun, sokaklarda, kırlarda, bağ ve bahçelerde oynanan oyunlardır.

k) EBE BENiKURDA VI1ME:

Bu oyunda, ellerde taş tutulmak ve taşı bulanlar bir guruba, bulmayanlar diğer guruba ayrılmak suretiyle oyuna başlanır. Taş en son kimin elinde kalırsa o, kurt olur, diğerleri de içlerinden birisini ebe seçerler ve ebenin arkasına kuyruk halinde sıralanır, arkadan birbirinin eteklerini tutarlar. Kurdun gözlerine bir mendil bağlanır ve gözleri kapatılır. Ebenin karşısına geçer, başlar ebeyi sağından solundan sıkıştırmaya., ta ki, arka tarafa geçsin, oyunculardan ‘birisini yakalasın. Yakalananlar oyundan çıkarılır. Kurt ne kadar çevik harekette bulunursa yakalama o nis-bette çok olur, Ebe, hareketli ve açık göz olmassa az zamanda oyuncuları tamamen yakalanır ve oyunu kaybeder. Eski Ebenin ise gözleri bağlanarak kurt olur.

Ebenin, kurdun arka tarafa geçmesine mani olması için çok dikkatli ve tetikte bulunması lazımdır. Bunun için sağdan soldan koşarak oyuncuları müdafaa eder. Oyuncular ebenin arkasında uzun bir kuyruk halinde hep bir ağızdan — Ebe, beni kurda verme!., diye bağırarak sağa sola çalkanıp dururlar. Oyun bu suretle saatlerce devam eder. Neş’eli ve aynı zamanda çocuklara herhangi bir taarruza uğradıkları zaman, kendi kendilerini koruma ve müdafaa kabiliyetlerini artırır.

1) ÇINGÖR MINGIB TUT:

Bu oyun çok defa gece oynanır. Oyuncuların adedi ne kadar çok olursa oyunlar o nisbette heyecanlı olur.

Oyuncular, önce iki guruba ayrılırlar, her ıgurubun ‘bir Ebesi vardır. Ebeler yine ellerinde taş tutarlar, taşı bulan gurup yerinde kalır, diğer gurup ise Ebelerinin idaresi altında karanlık sokaklara dağılırlar. Ebe, bunlara lazımgelen direktifi verir… Gidenlerin sesleri kesilince berikiler hep bir ağızdan — Çıngır mıngır tut., orda burda yok!., diye yüksek sesle bağırarak harekete geçer ve ötekileri takibe başlarlar.

Hasını tarafı pusuda., berikiler bir keşif kolu gibi hassas ve tetikte., gecenin zifiri karanlıkları arasında bu iki hasım koldan herhangi birisi saklandığı yerde hissedilirse ariyan tarafın Ebesi: — Hış tut!., diye bağırır, bu kurnanda üzerine ortalık birbirine karışır, bunlardan her hangi birisi çevik davranarak karşı taraftan esir almağa çalışırlar, oyun bu suretle dakikalarca devam eder, sonunda esirler - syilır, hangi taraf daha fazla esir almış ise o taraf galip sayılır. Bu oyun, doğrudan doğruya bir harp oyunudur. Aynı zamanda çocukları geceye, karanlığa ve harekete alıştırmak bakımından çok faydalı bir oyundur.

m) HUCUR — MUCUR:

Bu oyuna Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Birdir bir deniliyor Çemişgezek’de da (Hucur — Mucur) derler.

Oyuna başlamadan önce oyuncuların içerisinden iki kişi karşı karşıya gelir, ellerinde taş saklarlar, bulan oyuncular Ebe olur, bulamıyanlar ise ellerim diz kapaklarına dayar ve münasip bir noktada yere eğilir. Oyuncular, on on beş metre geriden, Ebe önde olduğu halde sıra ile hız alarak gelirler ve ortada yatan arkadaşın üzerinden atlayıp karşı tarafa geçerler. Her atlayışta Ebe bir şey söylemeğe mecburdur. Örneğin ilk defa: — Hucur — Mucur… Bundan geç, diye yüksek sesle söylenerek geçer, arkadaki oyuncular da hem atlar, hem de Ebenin bu sözünü yüksek sesle tekrar etmeğe mecburdurlar. Şayet içlerinden birisi unutup da söylemeden atlarsa yandı gitti; Çünkü derhal o yatırılır. Karşı taraftan yine başta Ebe ve bütün oyuncular bir biri arkasından hız alarak koşar ve ikinci atlamayı yaparlar. Bu defa da Ebe : Minarede abam kaldı… üçüncüde: Bunu bilmeyen bir dedem kaldı, diye söyler geçerler, dördüncü, beşinci atlamalar da bu suretle devam eder. Artık Ebenin insafına… Her atlayışta güldürücü bir cümle yaratarak oyunu istediği kadar uzatabilir. Bazan üç dört atlamadan sonra Ebe eline bir fes (O zamanlar hep fes giyerdik) alır, atlarken yatanın sırtına hem fesi koyar, hem de atlar… Arkasından gelenler bu fesi yere düşürmeden atlıyacaklardır. Fesi düşüren, oyunu kaybeder ve hemen yere o yatırılır. Oyuncular, birinci fesi düşürmeden oyunu tamamlarlarsa bu defa Ebe atlamayı daha zorlaştırmak için birinci fesin üzerine herkes kendi fesini koyarak atlıyacaktır, diye emir verir, iyi oyuncular bunu da muvaffakiyetle başarabilirler. Bakarsınız yatanın sırtı bir yığın fesle dolu… veyahut ikinci ve üçüncü festen sonra hepsi birden yere düşmüştür, düşüren yatar, yatan ise kurtulur.

Bazan da her atlayıştan sonra Ebe tarafından, yatanın biraz daha dikleştirilmesi ile de oyuncular arasından bir çoğu bu yüksekliği atlıyamazlar, oyunu kaybederler. Hatta bazan öyle bir raddeye çıkarılır ki, yatan adeta ayakta durur gibidir. Ancak başını saklamak üzere biraz boynunu eğmiştir, ivi sıçrayanlaı, bunu da muvaffakiyetle atlarlardı. Bu o-yun da çok neş’eli, hareketli, güldürücü bir oyundur. Hele bilhassa Ebelerin bin bir güldürücü cümle yaratarak otlamalara devam etmeleri çok enteresan ve çok neş’eli olurdu. Bu. oyun, mektep sahralarında oynanan oyunların arasında önemli yer alan bir oyundu.

n) ATEŞ — TURA OYUNU:

Bu ovun çok eğlenceli ve aynı zamanda biraz da can yakıcı bir oyundur. Çak defa havuz başlarında ve kış geceleri ise geniş sofralarda oynanır. Mevcut arkadaşların hepsi birden düz bir yere veya bir çayır üzerine, kış ise halı ve kilimler üzerine diz çökerek bir halka çevirirler önce bir tura yapılır, bu tura : Bir kuşak veya büyük bir mendilin bir ucundan bir kişi, diğer ucundan bir başkası tutarak ellerinde aksi tarafa bükerler, kuvvetli bükülünce ve ortadan ikiye kıvrılınca kendi kendine birbirine sarılır ve sertleşir, uçları ise düğümlenir, işte buna Tura derler.

Sonra oyuncular, avuçlarında bir yüzük veya ufak bir taş saklıyarak kapalı ellerini birbirlerine uzatır ve sorarlar… - Yüzük hangisin-de?., yüzüğü .bulan kurtulur, buna Ebe seçme denilir. En sona kalan Ebe olur. Ebe, dairenin ortasına girer, bir elinde yüzük, bir elinde tura… sıra ile yüzüğü herkesin koynuna veya avuçlarının içerisine koyar gibi sokar çeker ve birisine gizlice vermiş olur. Bu ameliye tamam olunca, Ebe ayakta herhangi ‘bir .oyuncunun önünde durur ve sırtına bir tura indirerek: — Yüzük kimde?., diye sorar. Turayı yiyen oyuncu, yüzüğün kimde olduğunu tahmin yollu bütün oyuncuların yüzlerine bakarak birini söyler, hakikaten yüzük o oyuncuda çıkarsa Ebe bir tura daha sırtına vurur ve turayı kendisine verir,turayı yiyen ayağa kalkar, Ebe olur, eski Ebe ise onun yerini alır. Şayet gösterdiği oyuncuda çıkmaz ise bu defa gösterilen oyuncunun önüne gider bir tura da onun sırtına vurur :— Yüzük kimde?., diye sorar o da başkasını gösterir, ta ki, yüzük bulunsun ve ebe değişsin. HulAsa yüzüğü bularak Ebe olmak isteyen iki, bulamayıp da başkasını gösterenler bir tura yerler, oyun saatlarca böyle güle söyliye devam edip gider.

o) ÇELİK — ÇUBUK:

Bu oyun da önemli bir oyundur. Oyunculardan birer Ebenin (Kaptan) idaresinde ikiye ayrılırlar, sonra ya elde ufak bir taş saklamakla, yahut bütün oyunlarda kullanılan şu usul ile: yassı bir taş parçasının bir yüzü su ile veya (biraz tükürükle ıslatılır, diğer tarafı kuru bırakılır, bu taşı elinde tutan Ebelerden birisi, diğer Ebeye sorar — Yaş mı, kuru mu? karşısındaki ya yaş der veya kuru., bunun üzerine taş parçası havaya fırlatılır, yere düştükten sonra tetkik edilir, karşı tarafın Ebesi, yaş demiş ise ve yaş da üste gelirse o taraf kazanarak çelik çubuğa sahip olur, kuru gelirse kaybetmiş olur ki, çelik çubuğu hasım tarafına bırakmış olurlar. Ve yahut ellerde saklanan taş, sağ elde mi, yoksa sol elde mi? diye Ebelerden birinin vaki olan sorusuna karşı diğer Ebe, eldeki taşı bulursa oyuna başlama şansını kazanır, çelik çubuğu alırlar.

Çubuk : Düzgün ve kuvvetli ağaçtan, yapılmış bir metre uzunluğunda bir değnek. Çelik ise; yine bu değnek kalınlığında 30 santimlik bir parçadan ibarettir. Oyunculardan bir gurup, meydanın bir tarafında, diğerleri de takribi en az 20, en çok 30 metre uzakta karşı karşıya sıralanırlar. Çelik çubuğu ellerinde tutan taraf, bulundukları noktada toprak üzerinde ufak bir çukur açarlar, çeliğin bir ucu, bu çukura konulunca diğer ucu topraktan 10-15 santim yüksekte kalır. Şimdi oyuncu, elindeM değneği çeliğe vurur, çelik bir metre kadar yerinden yukarı fırlayınca yine değnekle ve olanca kuvvetiyle ikinci defa çeliğe vurup çeliği, karşı hasım tarafına gönderir. Eğer bu ikinci vuruşu, havalanmış olan çeliğe tesadüf ettiremez de boşa vurursa oyundan derhal çıkarılır. Çelik, hasım tarafına gitti ise oyuncu değneği yerdeki çukurun hizasında yere koyar, kurşun gibi sür’atli havadan giden bu çeliği, karşı tarafın oyuncularından herhangi birisi sıçrayıp da elleriyle havada tutacak olursa o takım kaleyi ve çelik çubuğu elde etmiş olurlar. Tutamazlar da çelik yere düşerse en iyi oyunculardan birisi çeliği alıp düştüğü noktadan değneğin bulunduğu noktaya nişan alarak savurur, çeliği çubuğa isabet ettirebilenler de o oyuncuyu, oyun harici yapmış olurlar, ikinci* si gelir., isabet ettiremezlerse oyuncu devamlı oynar, ta ki, bütün oyuncuları iskartaya çıkarsınlar, böyle olunca karşı taraf kaleye gelir, çelik çubuğu kendileri alarak oyuna başlarlar. Guruplardaki oyuncuların her birisi bir vuruştan sonra yerlerini diğer arkadaşlarına terk ederler, o-yun bu suretle saatlerce devam eder, meraklı ve heyecanlı bir oyundur.

p) GÜREŞ:

Çemişgezekde güreş, çocuklar, gençler arasında yapıldığı gibi orta yaşlılar, hatta ihtiyarlar arasında bile yapılırdı. Herkes bu oyuna meraklıydı ve güreşirlerdi. Bı meraklılar arasındaki güreşler, ne kırkpmar güreşleri gibi yağlı, ne de bu günkü modern güreşler gibi mayolu güreşler değildi. Güreşler çok defa bağlarda, bahçelerde, kırlarda ve havuz başlarında yapılan eğlenceler sırasında büyükler arasında.. Bahar mevsiminde yapılan sahra günlerinde ise çocuklar arasında yapılırdı. Bunlar paltolarını veya ceketlerini bir anda çıkarıp attıktan ve entarilerinin eteklerini de bellerindeki kuşaklarının arasına sıkıştırdıktan -sonra birbirine sarılır, mücadeleye başlarlar. Kuvvetli olanlar, hasmını gelişi güzel ve belinden sarma veya ayağiyle bir çelme vurmak suretiyle yere atıp üstüne abandı mı galip sayılır. Sırtın yere getirilmesi zarureti yoktur.

Bir çiftin güreşmesi bitince bir başka çift ortaya çıkar, kuvvetler denk geldiği zaman güreş dakikalarca devam eder, soluk soluğa ve terler içerisinde, nihayet bunlardan birisi mağlup olur. Galip gelenler; — Aferin tosunum!.. — Yaşa aslanım!., diye etraftan takdir ve alkışlar kazanırlar. Esasen Çemişgezekli iklim ve hava., temiz ve bol gıda ile sıhhat-H ve çalışkanlığıyla da idmanlı olduğundan güçlü -kuvvetlidir. Bunu is-bat için de her zaman ve her fırsatta güreşirdi.

r) DEVECİ’LIBUBACI:

Bu oyun, sekiz-on-on beş ve daha fazla miktarda çocuklar arasın-da oynanır. önce iki Ebe (Kaptan) seçilir, sonra bu ebelerden biri bir başa, diğeri de öteki başa geçer ve oyuncular sıkı bir surette el ele tutuşur, ve sıralanırlar. Bu ameliye bitince sıranın solundaki Ebe, yüksek perdeden sağdaki Ebeye:

— DfevedL diye seslenir. Ebe:

— Leblibacı. diye cevap verir. (Bu kelime her halde Arapça Lebbeyk’den alınmış olsa gerek) Şimdi soldaki Ebe:

— Deve nerde?..

— Handa..

— Ne yiyi?.. (Yemekten)

— Arpa..

— Ne S., ?..

— Hurma…

— Yedi davul, yedi zurna nerden gelip geçecek?.. Bu sual üzerine ebe sol eli ile yanındaki oyuncunun sağ elini tutmakta olduğundan kollarını her ikişi birden yukarı kaldırarak aralarını açarlar ve — işte buradan! diye cevap verir, bunun üzerine kuyruğun sonunda bulunup da ilk defa söze başlıyan soldaki Ebe, önde olmak üzere oyuncular elleriyle birbirlerine kenttli olarak yürüyüşe geçerler ve hep bir ağızdan (Cankıl - Cunkul) diyerek yavaş yavaş yürür ve Ebenin bulunduğu noktaya doğru gelir, havaya kalkmış olan kolların altından -bir köprünün altından geçer gibi- geçerler. tabiibu geçişin sonunda yüzler aksi istikamete çevrilmiş olduğu halde aynı şekilde sıra muhafaza edilir.

Bu gösteriden sonra bir işaret üzerine zencirin baş taraflarında bulunan Ebeler, bütün kuvvetleriyle diziyi çekmeğe başlarlar ki, bu aynı zamanda bir kol kuvveti denemesidir. Oyun zencir kırılıncaya kadar devam eder, cankıl - cunkul nakaratı ise yüksek sesle tekrarlanır durur. Zencir kırıldıktan sonra her iki tarafın mevcudu sayılır, sayı üstünlüğü hangi tarafta ise o taraf galip sayılır.

s) BEŞ TAŞ — DOKUZ TAŞ:

Yukarıda çeşitlerini yazdığım toplu oyunlardan başka Çemişgezek’de iki kişi arasında oynanan oyunlar da vardır. Örneğin : Beş taş — Dokuz taş denilen bir oyun vardır ki, bunlar Satranç oyununun bir nevi iptidai şeklinden başka bir şey değildir. Kafayı çalıştİran, dikkati artİran terbi-yevioyunlar sırasındadır.

t) CEVİZ ve AŞIK OYUNLARI:

Ceviz oyunu duvar dibinde açılan bir çukura bir, bir buçuk metre mesafede tesbit edilen yerden bir avuç ceviz atmakla oynanır.. Şöyle ki, oyun başlamadan karşı karşıya gelen iki çocuktan birisi tek, diğeri çift sayıyı alırlar, eğer cevizleri atan çifti almış ise ve çukura attığı cevizler de çift olarak çukura girerse karşı taraftan o kadar ceviz alır, tek düşerse kendisi o kadar ceviz vermek mecburiyetinde kalırdı. Bu suretle ceviz kaybedenler, ya evlerine gider analarından yeniden ceviz ister., alırsa ne AlA!., almazsa çalar ve yahut biriktirdiği beş on para ile bakkal-dan ceviz alır., oyuna tekrar iştirak eder, işte bu suretle oyuna devam edilir ve kazanan çocukların cepleri ve koyunları cevizlerle dolu olarak sevinçle evlerine dönerlerdi.

Bir de içerisi oyulmuş ve bu deliğe kurşun akıtılmış bir aşığın bir. bir buçuk metre mesafede ıbir başkası tarafından sıra ile dizilmiş cevizlere nişan alarak atılmasiyle başlanır. Aşığı, dizilmiş cevizlere isabet ettirip bir ikişini veya daha fazlasını cevizlerin bulunduğu yerin etrafına otuz veya elli santim kutrunda çizilmiş bir daireden dışarıya çıkaran cevizleri kazanır, tekrar atar., isabet ederse tekrar kazanır, şayet aşığı, cevizlere isabet ettiremez veyahut daireden harice çıkaramazsa kendisi ceviz dikecek ve aşığı karşıdaki oyuncuya verecektir. Kazanan veya kaybedenler yukarıki akıbetle yine karşı karşıyadırlar.

AŞIK OYUNUNA GELİNCE: Bu oyuna katılan çocukların ceplerinde avuçlar dolusu aşık vardır, malum ya, aşık et yemeklerinin içerisinden çıkar, çıkınca çocuklar bunları alır, yemekten sonra sabunla yıykar, temizler ve oyun için ceplerine dodururlar. Oyuncuların ellerinde yine içerisi oyulmuş ve kurşun akıtılmış bir aşık vardır ki, bu aşığın, dik tarafından çukur olan tarafına BEY., mukabil tarafa EŞEK., yan taraflardan çukur tarafa HIRSIZ., onun mukabiline de SOFU derler…

Bu aşığı, oyunculardan birisi, parmakları arasında tutup karşısındakine sorar: — Bey misin, sofu musun, eşek misin, hırsız mısın?.. Karşısnıdaki ise bunlardan birisini seçer., Örneğin, sofu der., atan ise başka tarafı seçer alır. Aşığı elinde tutan oyuncu olanca dikkatiyle aşığı yere atar, dediği çıkarsa bir aşık kazanır, çıkmazsa, ve karşısındakinin dediği çıkarsa ona bir aşık vermeğe mecburdur. Oyun böylece saatlerce devam ettirilir.

Bir de yine bu ana aşıkla oynanan bir mangır oyunu vardır.

Mangır : aşağı yukarı yarım asır önce ufak paraların en küçüğü., kırmızı bakırdan yapılmış on para büyüklüğünde; Fakat on paradan biraz daha kalınca 2,5 para kıymetindeydi, ve dört mangır bir arasa gelirse on para olurdu.

Düz ıbir yere otuz kırk santim kutrunda bir daire çizilir. Bu dairenin ortasına iki santim kalıncaya kadar demir bir çivi çakılır, bu çivinin başına bir mangır oturtulur, yine bir buçuk metre mesafede duran bir oyuncu bu mangıra nişan alarak elindeki aşığı atar, mangırı düşürüp daireden harice çıkarabildiyse o mangırı kazanır, aksi takdirde kendisi bir mangır verir. Oyun taraflar arasında böylece devam edüp gider.

Şu yukarıda saydığım oyunlar ise, çocukları kumara alıştırma bakımından makbul oyunlar değildi; Fakat bazı mahallelerde bir kısım çocuklar arasında iptila halinde oynanır ve baba analar tarafından men edildikleri halde yine önüne geçilemezdi.

u) BKBIK OYUNLARI:

Bu oyunlara Çemişgezek’de (Gelin) oyunları da denilir ve kız çocuklarına mahsustur. Konu komşu veya akraba çocuklarının bizzat kendi elleriyle yaptıkları çeşitli ‘bebeklerle ve bu bebekler için yine kendi elleriyle hazırladıklaıı yataklar, yorganlar, yastıklardan tutunuz da kilimler, halılar ve mutbak takımlarına kadar olan oyuncak eşyalariyle oynanılır. Bu kıs çocukları küme halinde her gün okullarından döndükten sonra veya Cuma günleri her gün sırasiyle bir evde toplanırlar, bebeklerini ve takımlarını da beraberce o eve taşırlar, her birisi bir köşeye evini kurar, bebekleri oturtur ve onları sırasiyle konuştururlar da… işte bu sıralanmış evler arasında misafirlikler, davetler, hatta düğünler bile yapılır. Bazan bu düğülere büyükleri de karıştırırlar. Ailelerin eğlenmeleri cin bunlar birer vesile olur ve bazan da hakikibir düğün mahir yetini alır. Tefciler ısmarlanır, mahalleden davetli bulunan komşu hanımlar giymiş, giyinmiş, takmış, takıştırmış oldukları halde bu çocuk düğünlerine istisnasız icabet ederler., şarkılar, Türküler oyunlar birbirini takip eder, misafirlere şerbetler, kahveler ve çok defa da yemişler.ve meyveler ikram edilir.

Hakikaten çok enteresan ve eğlenceli olan bu oyunlar yüzünden ben bil’akis ertesi günü babamdan yediğim dayakların tesiriyle mahv-ü perişan olurdum. Sebebi: Ablalarımın bu oyunlarına müdahale ve bunların kurdukları evleri bozup da kendi fikrimce tekrar yeniden kurduğum için çıkan gürültüden bizar olan annemin, akşamlan babama yaptığı şikayetler üzerine zavallı ben, dayak yemediğim hiç bir gün yoktu.

www.angelfire.com/country/cemisgezek/culture/games.html

Çocukluğumuz bu oyunlarla geçti

Haziran 23, 2008

http://www.memleket.com.tr/news_detail.php?id=1217

Geçmişte çocuklar, şimdiki gibi çeşitli oyuncaklar olmadığından bir takım çocuk oyunları ile toplu olarak eğlenirdi. Bu durum dayanışma ile birlikte yarışma ruhunun da kazanılmasına yardımcı oluyordu.
2005-06-22 18:37:35
Hiç oyuncakları da yok değildi hani. Örneğin erkek çocuklar soğukkuyu ayakkabılarının tabanlarını keserek iki tane teker yaparlar, bunları yirmilik çivinin iki tarafına takarlardı. Bir değneğin ucuna takarak yolda sürebilecek, gerektiğinde çeşmeden su getirebilecek çok amaçlı bir oyuncak yaparlardı. Bir de patlanguç ağacının içini oyarak yaptıkları, içine geveledikleri kağıt parçalarını ön ve arka tarafa koyarak arkasından deliğe sığabilen bir çubukla hızla iterek öndeki kağıdın ses çıkararak fırlamasını sağlayan oyuncakları da vardı. Yaş bir çubuğu yay şeklinde büküp ucuna ip bağlarlar, ucunu sivrilttikleri düzgün çubukları da yay olarak kullanırlardı.
Sapan: Altta tutulacak kadar yeri olan, üst tarafı çatal ayni “ Y “ harfi şeklindeki ağacın çatallarına lastik bağlanır, bunlar eşit uzunlukta tam ortaya gelecek şekilde bir küçük taş parçasını tutabilecek genişlikte deri ya da kumaş parçasına bağlanarak birleştirilirdi. Bu parçaya konan taş parçası lastikler geriye doğru gerilip nişan alındıktan sonra fırlatılırdı (Kuş Lastiği.)
Kızlar için ise en önemli oyuncak annelerinin yaptıkları bez bebeklerdi. Çocuklar iş görebilecek duruma geldiklerinde tarlada ya da evde büyüklerine yardım ederlerdi. Yazın olmasa da kışın kısa günlerinde oyunlarını oynayabilirlerdi, fırsat buldukça. Fırsat buldukça, çünkü,hangi büyüğe sorarsanız, çocukluğunuz nasıldı diye. Günümüzün kendilerine göre şanslı çocuklarına biraz da imrenerek: “Biz çocukluğumuzu hiç yaşamadık ki” derler. Doğrudur, oyunsuz ve oyuncaksız çocukluk yaşanmamış sayılır.
Çocuk her zaman çocuk olduğundan, yine de kendisini eğlendirecek oyunlar bulup oynar. Köyümüzde de oynanan oyunları kısa açıklamalarıyla vermek yerinde olacaktır. Bu oyunları erkek ve kız oyunları başlığı altında toplamak uygun olacaktır. Bu oyunlar daha çok kimler tarafından oynanıyorsa o bölüme alınmıştır. Karışık oynanan ya da hem kızlar hem de erkeklerce oynananlar belirtilmiştir.
GENEL OYUNLAR
Hem kız hem de erkeklerin oynadığı, karışık da oynanabilen oyunlardır.

1. Sobe

2. Körebe

3. Saklambaç

4. Mendil Kapmaca: Genellikle okulda öğretmenin gözetimi ve hakemliğinde oynanan bir oyundu. Çocuklar iki gruba ayrılır, arada belli bir mesafe bırakarak karşılıklı olarak yerlerini alırlar. Her oyuncunun rakibi karşısındaki oyuncudur. Bu iki grubun tam ortasına bir çocuk elinde mendille durur. Hakemin işaretiyle en baştan birinci sıradaki çocuklar mendili alıp kendi gruplarının bulunduğu yere rakibine yakalanmadan kaçırmaya çalışır. Eğer rakibine yakalanmadan mendili kaçırırsa rakip oyuncu kazanan grubun tarafına geçer. Mendili eline alan oyuncu rakibi tarafından yakalanırsa, bu durumda yakalayan kazanmış olur. Yakalanan oyuncu karşı takımın saflarına katılır. Tüm oyuncular birer kez yarıştıktan sonra takımların bulunduğu yerdeki oyuncular sayılır. En çok oyuncusu olan (kazanan rakibiyle kendi takımına geçtiğinden ) takım yarışmayı kazanmış sayılır.

5. Üç taş: İki kişilik bir oyun olup, yaşlılar tarafından da oynanan bir oyun olup, her oyuncu 3\’er taşla her yere basitçe çizilebilen şekil üzerinde oynanır. Oyuncular sırasıyla taşları istedikleri bir noktaya konarlar. Amaç kendi taşlarının üçünü bir araya - yatay ya da dikey – getirmektir. Bunu yaparken, rakibi kollamak da gerekiyor elbette. Taşların hepsi konduktan sonra, ilk taşı koyanın oynaması gerekir. Taşlar konulup elde kalmayınca şekil üzerindeki taşlar sadece boş olan yerlere hareket ettirilebilir, ama sadece bir basamak olmak şartıyla. Önünde kendi taşı varsa dahi hareket edemez. İlk kez üç taşı yan yana ya da alt alta getiren oyunu kazanır. Oyuncuların taşlarının karışmaması için değişik şekil ya da renkte taşlar seçilir.

6. Dokuztaş: Üçtaş oyununun dokuz taşla sürdürülen halidir. Temelde üçtaşın kurallarına aynı kurallara sahiptir. Oyun tahtası ona nazaran daha büyüktür. Bu oyun günümüzde de oynanmaktadır.

7. Onikitaş : Dokuztaşın tüm kuralları geçerli olup, oynanan şekilde farklılık vardır. Tek farkı yatay ve dikey çizgilerin yanısıra, çapraz çizgilerinin de bulunmasıdır.

ERKEK OYUNLARI:
Genellikle erkek çocukları tarafından oynanmaktadır.

1. Çelik Çomak: En çok oynanan oyunların başında gelmektedir. Bir değnek ile çelik denilen yaklaşık 20-25 cm. uzunluğundaki parmak kalınlığındaki, ağaç parçası oyunun malzemesidir. En az iki kişiyle oynanır, takım halinde de oynanabilir.
Oynanışı: Düzgün bir yere değneğin ucunun rahatça girebileceği genişlikte ve derinlikte bir yarık açılır. Bu yarığın üzerine çelik yerleştirilir. Oyuna başlayan oyuncu değneğinin ucunu, çeliğin altındaki yarığa sokarak, tüm gücüyle, rakibinin yakalayamayacağı kadar uzağa fırlatır ve değneğini çeliğin pozisyonundaki gibi çukurun üzerine koyar. Bu sırada diğer oyuncu yaklaşık 15-20 m. karşısında yerini alır, çeliği yakalamaya çalışır. Çeliğe elindeki değnekle vurursa ya da yakalarsa oyun sırası kendisine geçer. Vuramazsa çeliği düştüğü yerden alıp, çeliğin fırlatıldığı çukurun üstüne rakibinin koyduğu değneğe doğru atarak ona temas ettirmeye çalışır. Eğer değneğe vurursa, atış sırası yine kendine geçer. Vuramazsa atışı yapan oyuncu değneğini alarak yerdeki çeliği sadece değneğin yardımıyla havalandırarak, havadayken değnekle vurarak, uzağa atmaya çalışır, çünkü ne kadar uzağa atarsa o kadar çok sayi kazanacaktır. Aynı şekilde toplam üç kez vurur. Eğer rakip oyuncu çeliğin son ulaştığı yer ile fırlatıldığı çukur arasındaki mesafeye 3 kez atlayarak ulaşabilirse oyun sırası kendine geçer. Üç kez atlama sonucunda ulaşamayacaksa, diğer oyuncu çeliğin düştüğü yerden alarak adımlarını saymaya başlar, atış yapılan yere kadar ( 1, 2, 3,…). (Atış yapılan yere gelindiğinde kesin olarak hatırlamıyorum ama ya çeliği değneğin üzerinde ya da değneği çelik üzerinde zıplatarak düşürene kadar her vuruş için bir sayılmak üzere saymaya devam eder!) Oyuncular hangi sayı üzerinde anlaşmışlarsa o sayıya ilk ulaşan oyunu kazanır.

2. Kale: Bu oyun genellikle hayvan otlatan, yöresel deyişle mal güden çocuklar tarafından oynanır. Oyun iki kişiyle oynandığı gibi, takım halinde de oynanabilir. Oyunun malzemesi yine doğal şeylerdir. Her gruba üçer adet dik vaziyette durabilen ne çok küçük ne de büyük ve ağır olmayan taşlardır. Taşların dik olarak durması, atılan taşlarla yıkılabilecek nitelikte olması gerekir.
Oynanışı: Sözü edilen üç taş yaklaşık yarımşar metre arayla arka arkaya aynı doğrultuda dikilir. Diğer grup da bunun tam karşısına taşlarını yerleştirir. Aradaki mesafenin uzaklığı grubun anlaşmasına göre ayarlanır. Yaklaşık 15-20 metre olabilir. Bu tamamen oynayanların tercihine bağlıdır. Oyuna başlama sırası hemen hemen tüm oyunlardaki bir yöntemle saptanır. Karşılıklı geçen iki kişi sırasıyla ayaklarını atarlar. Kiş ayağını dik ya da yan olarak atabilir bu tercih kendisine aittir. Karşılıklı atılan ayakların sonunda kim kimin ayağına basmışsa oyuna o başlar. Amaç rakibin dikili duran kalelerini ( taşlarını ) devirmektir. Her oyuncu sırasıyla üçer taş atar. Daha sonra atış rakibe geçer. Devrilen kale olduğu yerde kalır. Atış sırasında atılan taş, devrilen kaleye isabet ederse o kale yeniden dikilir. Yani oyuncuların deyimiyle sağalır, onu yeniden devirmek zorundadır. Rakibin tüm kalelerini en önce deviren kazanır
3. Zımba: Eski evlerin dambaşı denilen düzlüğünde oynanırdı. Daha çok gençler bu oyunu oynardı. Bir kişi ebe olur, genellikle dambaşında bulunan büyük bacanın yanında durur ve oynayanlardan birinin adını söyler: “ Zımba Ali\’ye…” der. Bunun üzerine diğerleri adı söyleneni yakalayıp yumruklamaya çalışırken, o da bir an önce ebenin bulunduğu bacaya ulaşmaya çalışır. Oraya ulaştığında bu kez ebe o olur. Oyun bu şekilde devam ederdi.

4. Şıktı: Gene Zımba\’da olduğu gibi ebe dam başındaki büyük bacanın yanında dururdu. Ebe ellerini yana açarak oyuncuları yakalamaya çalışır. Oyuncular için oyun sahası sınırlıdır. Bu sınırın dışına çıkan oyuncu sekelemek ve bu şekilde kaçmak zorundadır, aksi takdirde yanmış, yani yakalanmış sayılır. Ebe oyuncuyu yakalarsa, diğerleri o oyuncuyu yumruklarlar o da ebenin bulunduğu yere kaçmaya çalışır. Bu kez ebe ile yakalanan oyuncu el ele tutuşarak birlikte diğerlerini yakalamaya çalışırlar. Eğer ellerini bırakırlarsa diğer oyuncular onları yumruklayabilirler.Bu nedenle kesinlikle ellerini bırakmamaları gerekmektedir. Yakalanan her oyuncu başlangıç noktasına vararak bu oyunculara katılır, el ele tutuşarak kalanları yakalamaya çalışır. Oyun bu şekilde devam eder.

5. Gömmeli çelik: Bu oyun 5-6 kiş (fazla da olabilir) ile bireysel olarak oynanır. Her bir kalesi (yani savunması gereken bir yeri ) vardır. Oyuncular fazla dağınık olmayan bir şekilde birbirinden uzak olmayacak şekilde dururlar işte bu durdukları yer kaleleridir. Her oyuncunun elinde bir değneği (çomak) vardır. Ebe olan kişi eline çeliği alır ve oyuncunun birine doğru onun çeliğe vurması için atar. Kendisine çelik atılan oyuncu, çeliği mümkün olduğunca uzağa atabilmek için elindeki değnekle vurur. Ebe çeliği gittiği yerden getirirken, diğer oyuncular onun kalesini ellerindeki değneklerle kazarlar. Ebe de getirdiği çeliği diğer oyunculardan birinin kalesinin içine atmaya çalışır. Eğer atabilirse, kalesine çelik atılan kişi ebe olur, atamazsa bir sonraki oyuncuya vurması için çeliği atar, oyun bu şekilde devam eder. Daha sonra kalesi en derin olarak kazılan oyuncu ceza olarak, o kalenin içine ayaklarıyla girer ve toprağın seviyesine kadar neresine kadar geliyorsa gömülür, çukur toprakla doldurulur. Onu bir süre öyle bırakırlar, yeteri kadar cezasını çektikten sonra çıkarırlar.

6. Güvercin Taklası (Kızlartaklası): 4\’er kişilik iki takımla oynanır. Ebe takımından 2 kişi birbirlerine arkaları dönük olarak dururken diğer ikisinden biri ön tarafa diğeri arka tarafa olmak üzere kafalarını ayakta duran arkadaşlarının bacaklarının arasına sokarlar. Diğer takımın oyuncuları önde yarı yatık duran oyuncunun sırtına ellerini koyarak, ayakta duran bellerini aralamış oyuncuların arasından takla atarak arkadaki oyuncunun üzerinden yere inerler. Yatan ve ayakta duran oyuncular, atlama yapan oyuncuları engelleyici harekette bulunamazlar. Bulunurlarsa, atlayış yinelenir. Oyunculardan biri taklayı atamazsa tüm takım olarak, diğer takımın yerine geçer. Oyun aynı şekilde devam eder.

7. Uzun Eşek: Genellikle bu da bir hakem ile 4\’er kişilik iki takım arasında oynanır. Hakem olan kişi bir duvara ya da dayanabilecek bir yere sırtını verir bacağını açar. Oyuncunun biri kafasını hakemin bacakları arasına koyar ve belini düz bir şekilde tutar. Takımın diğer oyuncuları da onun arkasına aynı biçimde dizilirler. Diğer takımın oyuncuları sırasıyla bunların sırtlarına atlarlar. Dört oyuncu da atladıktan sonra Takımın ebesi (kaptanı) eliyle bir sayı gösterir: “Eşeğim kaç yaşında?” ya da “Çıtı mıtı kaç?” diye sorar. Sayı 10\’dan fazla olamazdı. Altta yatan takımın ebesi bu sayıyı tahmin etmeye çalışır. Eğer doğru tahmin edemezse diğer takım yine atlayış yapar. Tahmini doğru yaparlarsa, yani sayıyı bilirlerse, atlama yapan oyunculardan biri yere düşerse ya da ayağı yere değerse, takımlar yer değiştirir. Atlayış yapma sırası diğer takıma geçer.

8. Misket (Bilye): Ankara boncuğu diye de adlandırılan misket, yere açılan küçük bir çukura belli bir mesafeden atılır. Çukurun içine konan oynama önceliğine sahip olur. Çukurun içine konulamamışsa en yakınına konan oyuna başlar. Misketi başparmağı ile işaret parmağının arasına kıstırarak rakibinin misketini vurmaya çalışır. Her vuruş sayı kazandırır. (Değişik oynama biçimleri de vardır.)

9. Eşgördüm: Sobe oyununun benzeri olup, tek farkı bireysel değil, iki takım arasında oynanmasıdır. 3\’er, 4\’er kişilik iki takım arasında oynanır. Takımın biri ebelik yapar-ken diğer takımın oyuncuları saklanır. Ebe takımın oyuncuları, saklananları görüp, takım olarak sobelemeye çalışır. Ebe takımın oyuncularından biri, karşı takımın oyuncularından herhangi birini saklandığı yerden görürse, hemen yüksek sesle diğer arkadaşlarının duyması için “Eşgördüm Ali\’yi ….” diye bağırır. Bunun üzerine arkadaşları bulundukları yerden hemen oyunun başlangıç noktasına, sobelenen oyuncudan önce gelip dokunmak zorundadır. Aksi takdirde oyuncu yakalanamamış sayılır ve yeniden saklanmaya hak kazanır. Oyun karşı takımın tüm oyuncuları yakalanıncaya kadar devam eder. Hepsi sobelenirse, yani yakalanırsa ceza olarak her oyuncu karşı takımın bir oyuncusunun sırtına biner, daha önce belirlenmiş olan mesafeye kadar onu sırtında taşır.

10. Elim ateş:

11. Sekeşaplak:

12. Postal Dikme: Daha çok Mal çobanları arasında oynanır. Adından anlaşıldığı gibi oyunun malzemesi postaldır (ayakkabı.) Oyunculardan biri değneğini belirlenen mesafeye diker (genellikle 15 m gibi bir uzaklığa.) Üzerine de postalının birini, ayağa sokulan uç kısmı değneğe girecek şekilde dikilir. Diğer oyuncular sırasıyla ellerindeki değnekle postalı düşürmeye çalışır. Değneğini fırlatıp, postalı düşürdükten sonra hemen değneğinin yanına gitmesi gerekir. Eğer postalı düşürememişse oyuncu ile yer değiştirir ve kendi postalını diker.

13. Makı : Bu oyun da çobanlar arasında oynanan bir oyundur. Oyuncunun birisi değneğini yatay olarak yere koyar. Diğer oyuncular da fazla uzak olmayan bir mesafeden bu değneğe vurup yerinden uzaklaştırmaya çalışırdı.

KIZ OYUNLARI

1. Beştaş: İki kişiyle oynanır. Oyunun malzemesi 5 adet misket büyüklüğünde yuvarlak taştır. Oyuna başlayan oyuncu beş taşı iki avucunun içine alıp salladıktan sonra yere bırakır. İçlerinden bir tanesini eline aldıktan sonra havaya fırlatır, aynı anda yerdeki taşları birini yerden avuçla alır ve aynı eliyle yukarıya fırlattığı taşı tutar. Önce tüm taşları birer birer; ikinci turda ikişer ikişer; daha sonra üçünü bir, diğerini tek olarak alır. Sonunda da yerdeki dört taşın hepsini bir defa da alır.Sonra bir elinin baş ve orta parmaklarını yere koyarak bir köprü yapar, diğer eliyle taşları yere fırlatır. İçlerinden birini eline alır ve onu yine havaya atarken yerdeki taşları anlamalarına göre (iki ya da üç ) hamlede eliyle kurduğu köprünün altından geçirir. Hepsini geçirdiğinde oyunu kazanır. Bunları yaparken havaya fırlattığı taşı düşürürse ya da yerdeki taşları alırken diğerlerine temas ederse oyun sırası diğer oyuncuya geçer.

2. Dalye: Oyun bildiğim kadarıyla iki grup arasında oynanıyor. Daha çok kızlar oynamakla birlikte karışık olarak da oynanırdı. Oyunun malzemesi bir top ve yassı taşlardır. Taşların sayısını oynayanlar belirlerdi. Ortalama olarak 7-8 yassı taşla oynanırdı.
Oynanışı : Yassı taşlar üst üste dizilir. Atışı yapacak takımın bir oyuncusu eline topu alarak yaklaşık 4-5 metre uzaklıktan taşlara doğru yuvarlar amaç taşları yıkmaktır ,elbette ne kadar az taş yıkarsa işleri de o kadar kolaylaşacaktır. Atış yapılıp, taşlar yıkılırsa oyun başlamıştır. Top karşı takımdadır, atışı yapanlar yıktıkları taşları üst üste tekrar dizmeye çalışırken, diğerleri ellerindeki top ile onları vurmak durumundadır. Ebe olan takımın oyuncuları bir diğer arkadaşına topu atabilir. Genellikle taşların yakınında beklerler. Topla vurulan oyun dışı kalır. Eğer atılan topu yakalayabilirse vurulmamış sayıldığı gibi, topu rakiplerinin alamayacağı bir yere fırlatarak arkadaşlarına zaman kazandırmış olur. Onlar taşları bu sırada üst üste dizmeye çalışırlar. Tüm taşları dizerlerse, oyunu kazanırlar, eğer gruptaki oyuncuların hepsi taşları dizemeden rakipleri tarafından vurulurlarsa kaybederler.
3. İp atlama :
Uzunca bir ipin uçlarından iki kişi tutarak düzenli bir biçimde ve yükseklikte sallarken diğerleri belli hareketlerle ipin yere indiği noktada üzerinden sıçrarlar. Ayağı ipe takılan ya da atlayamayan ipi sallayanlardan birinin yerine geçer. Oyun bu şekilde devam eder.

YEDİ TAŞ-ÇELİK-ÇUBUK

Haziran 23, 2008

Bu oyun önce 10 oyuncu seçilir. Bunlarda çeşitli yollarla iki guruba ayrılırlar. Daha sonra taş getirerek , adım atarak veya değişik şekilde oyunun kimde olduğu tesbit edilir. Oyunun tesbitinden sonra mümkün olduğu kadar yedi tane düzgün taş bulunur. Bunların üst üst üste konula bildiği yer seçildikten sonra da buraya 6-7 metre yerden çizgi çekilir. Oyunu alan taraf çizginin hemen gerisine gelerek üst üste dizilen taşlara elleriyle attıkları topu atarak düşürmeye çalışırlar. Diğer karşı taraf oyuncularıda taş düştükten sonra hemen ellerine geçirdikleri topla topu atan oyunculara vurmaya ve oyunu onlardan almaya yönelirler..Örneğin oyunu alan taraftan bir oyuncu topu attı, taşları düşüremedi. Bu defa diğer oyuncu atar. O da düşüremedi. Bu kez diğer geri kalan üç oyuncuda aynı topu atarak düşüremezlerse oyun taşları bekleyenlere geçer. Veya ilk oyuncu topu attığı zaman taşları düşürdü diyelim. Top taşlara değerek uzaklaşırken taşı düşüren tarafın oyuncuları çok hızlı bir şekilde gelrek yıkılan taşları yeniden üst üste dizmeye çalışırlar. Şayet taşları dizerken taşları bekleyenler oyuncular tarafından topla vurulurlarsa o oyuncu oyun dışı bırakılır. Bu oyuncunun oyun dışı edilmesinden sonra sıra diğer oyunculara gelir. Top ile o oyuncularıda birer birer vurmaya çalışırlar. Fakat topu attıkları zaman top onlara değmeden uzaklaşırsa , diğer oyuncular bu fırsattan faydalanarak düşürülen taşları yeniden dizmeye başlarlar. Şayet vurulmadan yıktıkları taşları tekar dizerlerse oyunu kazanmış olurlar. Oyun bu şekilde devam eder. Bilhassa kızlarında severek oynadığı bir oyundur.ÇALÇUBU

İki şekilde oynanan Çalçubuk oyunu iki kişi arasında oynanır. Bu oyuncular yazı tura ile veya taşgetirerek yerlerini alırlar. Bunlardan oyunu kazanan ; biri uzun biri de kısa ve yuvarlak olan iki çubuk hazırlar. Bu çubuklardan kısa ve yuvarlak olanı aöılan normal boydaki (30 X 10 cm)çukurun üstüne koyar. Yanlız bunu koyarken çukurun üstüne getirir. Elinde bulunan diğer uzun çubuğuda çukura, diğer kısa çubuğun altına gelecek şekilde koyarak karşı tarafa fırlatır. Diğer uzun çubuğu da kısa çubuğu karşısındaki oyuncuya taraf attıktan sonra çukurun üstüne gelecek şekilde düz olarak uzatır. Bu arada karşı tarafta bulunan diğer oyuncuda eline almış olduğu zun çubukla kendisine doğru atılan kısa çubuğa vurmaya çalışır. Eğer elindeki uzun çubukla gelen kısa çubuğu vurabilirse bu kez oyun ona geçer. Bu defa diğer oyuncu yerine o geçerek kısa çubuğu karşı tarafa o gönderir ve oyun devam eder.

Çukurun başındaki oyuncu kısa çubuğu attığı zaman karşı tarafta bulunan oyuncu elindeki çubuk ile buna vuramazsa bu defa gelen o kısa çubuğu, çukurun üzerine uzatılan o uzun çubuğa vurmaya çalışır. Eğer vurabilirse oyun bu defada ona geçer. Ve oyun yine onda olacak şekilde devam eder. Fakat attı vuramadı diyelim. Bu kez çukurun başında bulunan oyuncu elindeki uzun çubukla karşı taraftan atılan kısa çubuğun yanına gelerek elindeki uzun çubukla uc kısmına vurarak kaldırıp saymaya başlar. Diyelim 2 ve daha fazla vurabildi. O zaman kısa çubuğu uzun çobuğun üstüne koyarak kaç defa vurabilmişse o kadar saymaya başlar örneğin 2 kere vurdu. O zaman 2, 4, 6, 8 diye saymaya başlar. 5 kere vurmuşsa 5′er 5′er saymaya başlar. Çubuk yere düştüğü zaman saymayı bırakarak oyuna yine devam eder. Daha sonra yine kaldığı yerden sayar.

Oyuna iki oyuncu oyunun kaçta biteceğini kararlaştırır. Artık bu sayı kaç oyunda olursa olsun hangi oyuncu çabuk bitirirse bu oyunu kazanmış olur.

Başka yerlerde ÇELİK- ÇUBUK da denilin bu oyun oldukça yaygın ve zevkli bir oyun olarak kabul edilir.

www.ercis.net/modules.php

KÖYÜMÜZDE OYNANAN MAHALLİ OYUNLARIMIZ

Haziran 23, 2008

Arakesme Oyunu
10 yada daha fazla kişilerden oynanır. Eşleşilir ve oyuna başlamak için ortaya ilkönce bir taş konulur daha sonra oyuna başlanır kaçan taraf ebe olan tarafın arkasından dolanıp bir yere deydiğinde ebe olan taraftan bir kişi bir oyunluk çıkar kaçan taraf taşa değerse kazanırlar ama ebe olan taraf taşa deydirmese kaçan taraf kaybeder ve ele geçer oyun ama oyunun bazı kuralları Bunlar Oyunda Bir Bölge Belirtilir Ve O Alan Dan Dışarı Çıktığında Oyuncu Oyundan Bir Ellik Çıkar Daha Sonra Bazı Yerlere Veya Kötü Evler Varsa Girmek Yasak Olur Oyun Böyle Devam Eder

Saklambaç Nasıl Oynanır

Saklambaç 5 Veya Daha Fazla Kişiyle Oynanır İlk Başta Bir Yer Seçilir Ve Ebe Olacak Kişi Oraya Sayar Ebeyi Belirlemek İçin Sayışma Yapılır Ve Oyuna Başlanır Belli Bir Yere Saklanır Oyuncular Ebe Saydığı Yere Deymeden Önce Saklanan Kişilerde

Oyuncu Duvara Ebeden Önce Değerse O Kişi Ebe Olmaktan Kurtulur

Bu Oyuncu Başka Bir Kişiyi De Kurtarabilir Eyer Her Kez Ebelerse O Kişi Yine Ebe Olur. Eğer Herkes Ebelenirse Ebe Olan Kişi Birini

Seçerek Tekrar Oyuna Yeniden Devam Edilir.

Yakan Top Oyunu

En az üç kişiyle oynanıyor.Çizgi çizilerek ki kale kuruluyor.Her kalede bir oyuncu oluyor.Ortada bir oyuncu veya grup oluyor.Kalede ki oyuncular ellerindeki topu ortadaki oyuncuyu veya grubu vurmaya çalıyor.Kaleden kaleye atılan top orta oyuncu tarafından düşürmeden yakalanırsa diğer oyunculardan yedek can alıyor.taki bütün herkesi vurduktan sonra o kişi veya grup ebe oluyor.

Birdir Bir Oyunu

birdir bir yerin dibine gir
ikidir iki tarladaki boz tilki
üçtür üç çifte git

dördüm dört döt vurmalı (atlarken ebenin üstüne hafifçe oturuyoruz)
beşim fes kelleyi kes
(bir elimizi kılıç yapıp ebenin ensesine vururuz.

altıyım atladım.

yediyim yel gibi

sekizim seksek (sekerek gidiyorduk atlamaya)
dokuzum durak
(atlayan atladigi yerde duruyo ve digerleri ona değmeyecek şekilde atliyo)
onum oturak
(atlayan altadigi yere oturuyor)
onbirim çifte minare
(ebe boynu eğik şekilde ayağa kalkıyo, öyle atlıyoruz)
onikiyim fındık kırmaalı,
onüçüm sevgiliye mektup

Met Oyunu -Çelik Çomak Oyunu

Daha çok açık alanlarda oynanan bir oyundur. Oyuna bazen büyüklerin de katıldığı olur. Bu oyunda iki ucu yontulmuş kısa bir tahta yani çelik ile 50 – 60 cm uzunluğunda bir sopa yani çomak kullanılır. Oyun oynayacak olanlar iki gruba ayrılırlar. Bir tarafın oyuncusu eksik olursa bir kişi iki kişi yerine oynar ve bu kişiye Her iki taraftan birer kişi seçilir ve bu seçilen kişiler çeliklerini uzağa fırlatırlar. Hangi oyuncu çeliği daha fazla uzağa atabilmişe o taraf oyuna başlar (Dereçatı takımı diyelim) Oyun başlarken yere küçük bir çukur açılır veya iki taş çeliğin boyu kadar aralıklı olarak yan yana konur. Handırı takımı oyuncuları karşı tarafa geçer. Böylece oyun başlamış olur.
Oyuncu elindeki sopayla çukurun üzerine yerleştirdiği çeliği karşı Handırı takımı taraf oyuncularına doğru hızla atar ve sopayı yere bırakır. Eğer Handırı takımı taraf oyuncuları atılan çeliği havada yakalarsa hem sayı kazanırlar hem de çeliği kaptıran Dereçatı takımı oyuncusu oyundan çıkmış olur. Handırı takımı çeliği yakalayamadıysa, çeliği düştüğü yerden tekrar yerdeki sopaya doğru atarlar. Sopayı vurabilirlerse karşı Dereçatı takımı oyuncusu yine oyundan çıkar. Vuramazlarsa Dereçatı takımı çelikle sopanın arasındaki mesafeye bakarak Handırı takımının bu mesafeyi kendi belirledikleri bir adımda almasını ister. Örneğin “3 adımda al, 5 adımda al” gibi. Handırı takımında adımını büyük atabilen ve kendine güvenen bir oyuncu bulunmazsa, ya da bu adım sayısında çomaktan çeliğe ulaşamazsa Dereçatı takımı adım sayısı kadar sayı alır. Eğer bu adımda yetişebilirlerse sayıyı Handırı takımı alır. Oyunun başında kararlaştırılan sayıya ilk ulaşan takım oyunu kazanır. Bir sonraki oyuna kazanan taraf başlar. hangi tarafın oyuncularının tamamı ölürse bu defa diğer taraf oyuna başlar. Bir takım kararlaştırılan sayıya hiç puan kaybetmeden ulaşırsa oyundan çıkmış bir arkadaşlarını tekrar oyuna sokarlar.

Uzun Eşek

Bir ebe olur ve Oyuncular iki gruba ayrıldıktan sonra hangi grubun yatacağına, hangi grubun atlayacağına karar verilir. Yatacak takım yastığın önüne dizilir. İlk baştaki oyuncu eğilerek kafasını yastığa dayar ve arkasındakiler de bir öncekinin bacaklarından tutarak eğilir. Atlayanlar atlarken “uzun eşek gaba gaba döşşek” diye bağırırlar ve eşeğin üzerine bindikten sonra sürtünemez, ayaklarını dolayamazlar. Eşek çökerse atlayan grup tekrar atlar, atlayanlardan biri yere değerse yatan grup atlama hakkı kazanır. Eğer tüm grup elemanları başarılı bir şekilde eşeğe binerse, atlayanların en önündeki kişi “tek mi çift mi” deyip parmaklarıyla 1 veya 2 gösterir ve eşeğin en arkadaki oyuncusu tahmin eder. Bilirse atlama hakkı el değiştirir.

Yağ Satarım

Oyuncular halka şeklinde dizilip otururlar. Aralarından birisi ebe seçilir. Ebenin elinde ucu düğümlü bir mendil vardır. Elindeki mendili gizleyerek halka şeklinde dizilen oyuncuların etrafında dolanır. Bazen mendili bir oyuncunun arkasına bırakıyormuş gibi duraklar. Buna benzer hareketlerle oyuncuları şaşırtmaya çalışır. Oturanlar arkalarına bakamazlar. Ancak elleriyle yeri yoklayabilirler. Ebe olan oyuncu arkadaşlarının etrafında dönerken, bir taraftan da yandaki tekerlemelerden birini söyler.
Birkaç kez bu şekilde dolandıktan sonra elindeki mendili bir oyuncunun arkasına bırakır. Bunu farkeden oyuncu yerinden fırlar ve ebeyi kovalamaya başlar. Eğer kendi yerine oturmadan yetişirse, yerine oturana dek mendille ebenin sırtına vurur. Oyuncu mendili fark etmezse, halkayı dolanıp gelen ebe, yerdeki mendili alıp ona vurur. Bu kez arkasındaki mendili fark etmeyen bu oyuncu ebe olur. .

Yağ satarım, bal satarım
Ustam ölmüş ben satarım
Zam-bak, zum-bak
Dön arkana iyi bak

Oyun böylece devam eder

Renk Bulmaca

Tekerleme ile başlar ooooo şinanay nom kimin üstünde yada kimdedir sarı renk arasın bulsun babası hakim olsun duma duma dum dolapta pekmez yala yala bitmez diye hem tekerleme söylenir hemde o renk bulmaya çalışılır.

5 Taş

Birden fazla kişiyle oynanır.
Beş tane yuvarlak taşla oynanır.
Oyunun aşamaları şöyledir.
Birler: Taşlar serbest yere bırakılır. Ebe yerdeki taşlardan uygun olanını seçer. Seçtiği taşı havaya atar. Her attığında yerden bir taş alıp havaya attığı taşı yakalar. Yerdeki taş bitinceye kadar işlem devam eder. Eğer havaya attığı taşı kapamaz veya yerden almak istediği taştan başka taşa dokunursa oynama hakkını arkadaşı kazanır.
İkiler: Taşlar yere bırakılır. Taşların içinden uygun olanı ele alınır. Yerdeki taşlar ikişerli olarak alınmaya çalışılır.
Üçler: Taşlar yere atılır taşın biri tekli olarak ele alınır. Diğer üçü tek seferde alınmaya çalışılır.
Dörtler: Taşlardan uygun olan bir tanesi havaya atılır. Yerde kalan dört taş bir seferde alınmaya çalışılır.
Dedeler: Taşlar yere atılır. Başparmak ve şahadet parmağının arası açılarak bir kale görüntüsü verilmeye çalışılır. Oyuncu yerden bir tane uygun taşı eline alır. Rakip oyuncu en son parmağın arasından geçecek taşı seçer. Bu taş diğer taşların parmaklar arasından geçirilmesine engel olacak taştır. Oyuncu eline aldığı taşı havaya atar. Havaya attığı esnada yerdeki taşı kaleden geçirmeye çalışır. Bunun için iki hakkı vardır. Birinci seferde taşı düzeltir. İkinci seferde taşı parmakları arasından geçirir. Eğer bu esnada taşı başka bir taşa çarptırır veya havaya attığı taşı kapamazsa hakkını rakip oyuncuya verir. Tüm bunlardan sonra oyunun final bölümüne geçilir. Taşların tamamı avucunun içinde hafifçe yukarı doğru atılır ve avucun tersiyle taşlar tutulmaya çalışılır. Avucunun tersinde en çok taş kalan oyuncu oyunu kazanır.

3 Taş

Oyuncuların amacı, kesişme noktalarına yerleştirilen taşlarla yatay, dikey ya da çapraz yönde bir sıra oluşturmaktır. Oyuncular taşlarını sırayla ve teker teker boş kesişme noktalarına yerleştirerek oyunun başlangıç konumunu oluştururlar. Sonra her oyuncu sırayla bir taşını komşu bir boş noktaya geçirir ve üçlü bir sıra oluşturmaya çalışır. Taşlarıyla ilk sırayı oluşturan oyuncu kazanır.

9 Taş

Dokuz taş oyuncuların taşlarıyla bir sıra oluşturmaya çalıştığı bir oyundur. Bir yere iç içe üç kare çizilir ve kenarları orta noktalarından birleştirilir. Böylece 12 köşede ve 12 kenar üzerinde olmak üzere 24 nokta ortaya çıkar.
Oyunun başında, iki oyuncu sırayla birer birer taşlarını noktalara yerleştirir. Dokuzar taş yerleştirildikten sonra sırayla hamle yapmaya başlanılır. Yatay, dikey veya çapraz bir üçlü dizebilen oyuncu rakibinin bir taşını dışarı atma yani “kırma” hakkı kazanır. Fakat bir üçlü dizi içindeki taşlar kırılamaz. Eğer tüm hepsi üçlülerin bir parçasıysa herhangi biri kırılabilir.
İki taşı kalan oyuncu, oyunu kaybeder.

Kibrit Oyunu

Bazen kibritlerin çöplerini yere yavaşça bırakılır ve kımıldatmadan kibrit çöpleri teker teker toplanır. En çok toplayan kişi kazanır.

Birde su bardağı içine sokabilmek için oynanır.birkaç kişi düz bir tablanın kenarına toplanır. Bardak tablanın ortasına konur ve sırayla herkes kendi önünden kibrite başparmağını vurarak bardağın içine koymaya çalışır. Bardağın kenarına içine girmeden durursa puana bakılmadan oyunu o kişi kazanır.

EL EL ÜSTÜNDE
Önce sayışma ile bir ebe seçilir. Ebe yüzüstü yere yatar diğerleri ellerini yumruk yaparak ebenin sırtında üst üste kule gibi koyarlar ve hep bir ağızdan:
“El el üstünde
Kimin eli en üstte?”
diyerek ebeden hangi oyuncunun elinin en üstte olduğunu tahmin etmesini isterler. Ebe çocuklardan birisinin adını söyler eğer söylediği kişinin eli en üstteyse o diğerinin yerine ebe olur, veya bilmeyince ebeye ceza verilir.

Davulmu

Zurnamı

Cümcükmü

İğnemi

İplikmi

Diye seçenekler verilir.

Eğer bu seçeneklerden davulu seçerse ebe hafifçe birer kere ebenin sırtına vurularak ceza verilir ebe tekrar elim üstünde kimin eli var diye sorarak oyun bu şekilde devam eder

YÜZÜK
Kış geceleri kadınlı erkekli erişkin grupları tarafından oynanan bir oyundur. Oyuna katılanlar iki gruba ayrılırlar, her gruptan bir kişi seçilir. Bir tepsiye iki fincan ters konulup birisinin altına yüzük saklanır. Hangi oyuncu yüzüğün hangi fincanın altında olduğunu bilirse oyuna onun ekibi başlar. Tepsiye birisinin altında yüzük saklanacak biçimde 12 fincan kapatılır. Oyuna başlayan gruptan birisinin önüne tepsi getirilir ve yüzüğü tek defada bulması istenir. Bulamazsa sıra aynı gruptan bir sonraki oyuncuya geçer. Yüzük bulunduğunda tepside kaç fincan varsa o grubun hesabına o kadar puan yazılır. İlk açan kişi yüzüğü bulursa 20 puan alır. Ancak ilk oyuncu bulamaz da ikinci oyuncu bulursa 10 puanı karşı ekip alır. Yani ikinci hamlede yüzüğü bulmamaya gayret etmek gerekir. Önceden belirlenen 200-300 gibi bir puana ilk erişen grup oyunu kazanır. Kaybeden ekip diğer ekibe ziyafet vermek ya da başka bir isteklerini yerine getirmek durumundadır.

İP ATLAMA OYUNU

Uzunca bir ipi iki ucundan tuttuktan sonra dirseklerinizi kırarak ellerinizi omuz hizasında kaldırılarak ip sallanır.. Daha sonra ipi öne doğru çevirilir. ve ip yere değdiği anda üzerinde zıplanılır. . Oyunu daha zevkli hale getirmek için bir sağ bir sol ayakla, geriye doğru veya dirsekleri çapraz yaparak atlanabilir.

KUTU KUTU PENSE OYUNU

Oyuncular el ele tutuşarak daire olurlar ve melodisiyle
“kutu kutu pense
Elmamı yense
Arkadaşım -bir isim söylenir-
Arkasını dönse”
Tekerlemesini söylerler.
Adı söylenen oyuncu arkasını döner. Sırayla herkes arkasını döndükten sonra aynı tekerlemeyle önlerine dönerler.

KELİME OYUNU

Çok çeşitli kelime oyunları vardır. Oyunculardan biri ortaya bir kelime atar ve sıradaki oyuncu o kelimenin son harfiyle başlayan bir kelime söylemek zorundadır. Bu oyunun insan adıyla da oynanır. . Kelime bulamayan oyuncu önce bir uyarı alır daha sonrada oyun dışı kalır.

Dalya

İki gurup arasında oynanıyor.Bir çizgi çekiliyor.Çizgiden altı adım uzağa küçük kiremit parçaları üst üste diziliyor.Başında bir oluyor.Diğer oyuncular dalyayı devirmek için yerden yuvarlayarak atıyor.Dalyayı topla yıkan olursa,ebe topu alıyor ve oyunculardan birini vurmaya çalıyor. Diğer gurup dağılan kiremit parçalarını son parçasına kadar üst üste dizmeye çalışıyor.Dizme işini bitirmeden gurubun bütün oyuncuları topla vurulursa diğer gurup ebe oluyor.Topla dalyayı yıkamadıkları zaman yine diğer gurup ebe oluyor.Oyun böylece devam ediyor.

Nallı

Ortaya bir küçük teneke veya küçük bir ağaç parçası konulur ve oyuncular arasında sayışarak birde ebe seçilir hedefteki teneke veya odun parçasını el içine girecek şekildeki taşlarla hedefi vurmaya çalışılır hedefi ebelenmeden önce dikilirse ebe tekrar ebe olur yoksa ebelenen kişi ebe olur ve oyun öyle devam ederek gider.

Güvercin taklası

Oyun dörder kişilik iki gurupla oynanır.Bir gurup ebe olur.Diğer gurup bunların üstlerinden takla atarlar.Taklayı atmadıkları zaman diğer gurup ebe olur.Oyun böylece devam eder.

Holluk

Hot kazmaca da denir? Ucu sivri ağaç parçası ve küçük met değneği ile oynanır daire seçilir herkes kendi dairesi içine girer ebe met değneğini herkesin kendine ait daireye doğru atar eğer met değneğine vurursa ve met değneği belli bir uzaklığa gidip ebe getirinceye kadar geçen sürede ebenin çukuru derin bir şekilde kazmaya başlanır. En son kimin dairesindeki çukur derinse o yenilir ve o çukura konur.

TIP OYUNU

Kalabalık bir gurup halinde caddede,sokakta,mahalle arasında gezerken içlerinden birisi tıp der.Herkes olduğu yerde çivilenmiş gibi durur.Konuşma olmaz.Kim konuşur veya hareket ederse bütün oyuncular ona hücum eder elleriyle vurmaya başlar.Oyun bu şekilde devam eder.

DANA

Ortaya bir yuvarlak ağaç dikilir. 10 kişi ile oynar bir kişi ebe olur. Ebe olan kişi sırayla atılan ortadaki yuvarlak ağacı vurmak için sırayla atılır eğer danayı vuramazsalar oyuncular çizgilerin çizgiden karşı tarafa geçmek isterler değneklerini almak için karşı tarafa geçmek isterler ebe karşıya geçmek isteyen sağdan solundan sıkıştırarak ebeyi dananı başından uzaklaştırmaya bakarlar. Ebe bu oyuncuların her hangi birine değnekle değerse değen kişi o ebe olur oyun tekrar başlar ve dana oyunu budur.

HAMAM KIZDI

Bu oyun 8 veya 10 ar kişiden oynanır Eşleşilir. Yazı tura atan kişi kazanamazsa onlar ebe olur. Ötekiler bir çizgi çizilir başlarında 2 gözlemci olmak üzere 2 kişi onların hareketlerini gözler ayakta duran kişiler çember olur ve kafalarının birbirine değdirerek yuvarlak daire yaparlar kazananlar sıra ile ebe olanların üstlerine atlarlar atladıktan sonra iki çavuş atlayan kişilerin ayaklarını yere deyip deymediğini gözetlerler eğer ebe alta yatanlar yıkılırsa oyun bitmiş olur oynayan kişiler tekrar sıraya gireler ebe olan kişilerin üzerine sırayla atlarlar atlayan kişiler ebe ona kadar sayı sayar. Eğer atlayanlar ebelerin üstünde duramazlarsa onlar yatarlar ebe olan kişiler kalkarlar oyun tekrar yeniden başlamış olur.

ÇOĞDİRİBİŞ

Oyun 2 şer veya 4 er kişiden oynanır ortaya bir ağaç dikilir. Üstüne bir sırık konulur. Karşılıklı 2 kişi ağaca otururlar veya ardıınırlar hangisinin ayağı yere değerse karşı ki oyuncunun sayısı 1 olmuş olur. Öteki kişide 2. oyunda kazanırsa sayılar eşitlenmiş olur böylelikle oyun kızışmış olur.

http://www.cennetkoyum.com/mahalle_oyunlarimiz.asp

ÇOCUK OYUNLARI

Haziran 23, 2008

1-Hod oyunu: İki tane paralel çizgi çizilir. Bu çizgilerin arası yaklaşık 20 metredir. Bu oyunu oynayacaklar, taş tutma yöntemiyle kalede kimler kalacak, kimler hoda vuracak belirlenir. Hod yaklaşık 15-16 santimetre boyunda, 25-26 santimetre çapında ucu sivri huni biçiminde ağaçtan yapılmış bir oyun aracıdır. Hod çizilen bu çizginin orta yerine dikilir. Yukarı kalede bulunlar yaklaşık 100-120 santimetre uzunluğundaki değneklerle dikilen hoda atışyaparlar. Dikilen hod vurulduğu zaman, kalede bululanlar tekrar hodu yerine dikinceye kadar hoda atış yapanlar attıkları değneğini alarak atış yaptıkları noktaya dönerler. Eğer hod çabuk dikilir ve kaleye kaçanlara el değdirilirse görev değişir. Yukarı kaledekiler aşağıya, aşağı kaledekiler yukarı geçerler. Kaleden hoda atış yapıldıktan sonra kendi değneğine bir an önce varıp cur derler.

2-Daşlı çelik oyunu: Çelik oyunu iki türlüdür. Birincisi yan yana iki taş konulur. Bu taşların üstüne yaklaşık uzunluğu 20 santimetre olan bir çelik konulur. Yine bu oyunda da iki grup vardır. Biri kaleden atış yapar, öbürleri aşağıdan bunu tutmaya çalışırlar. Taşlar üzerine konulan çelik önce eldeki değnekle altından kaldırılır sonra havaya kalkan bu çeliğe tekrar değnekle vurulur ve uzağa gitmesi sağlanır. Eğer destekli vurulmuşsa bir hayli uzağa düşer. Çelik havada iken yere düşmeden diğer grup tarafından yakalanırsa, grup yer değiştirir.

3-Zankirli çelik: Yine 15-16 santimetrelik dört köşeli çelik üzerine sayılar yazılır. I-II-III-X gibi işaretler bıçakla yapılır. X bu işarete zankir denilirdi. Zaten ismi de oradan geliyor. Yere 2,5-3 santimetre genişliğinde 10-13 santimetre uzunluğunda, 4 santimetre derinliğinde bur çukur açılır. Bu çukur üzerine konulan zankirli çelik açılan bu çukura eldeki değneğin yardımıyla altından ileri doğru atılır. Aşağı kalede bulunanlar bu çeliği yere düşmeden havada yakalarlarsa oyuncu grubu yer değiştirir. Eğer çelik yakalanmadan yere düşürse üste gelen sayı kadar eldeki değnekle üzerine vurulup yerden 35-40 santimetre yukarı kaldırıldıktan sonra ikinci bir vuruşla ileri doğru gönderilir. Eğer bu vurmalarda çelik havaya kalmaz ise fos bir fos iki fos üç şeklinde tekrarlanır. Üçüncü fos olursa o oyun orda sona erer.

4-Çoban çeliği:Bu oyunda 75-80 santimetre yüksekliğinde bir değnek yere dikilir. Dört tarafı düzeltilmiş çelik bu değneğin üzerine konur. Çeliğin altından vurulur. Vurma dengeli yapılırsa çelik fena vızılar gider. Bu oyunda da diğer çelik oyunlarındaki kurallar hemen hemen aynıdır.

5-Guppe oyunu:Bu oyunların hepsi iki grup tarafından oynanır. Bu oyunda da en az beşer kişilik iki grup vardır. Yine taş tutma usulü ile oyun başlar. Kaybeden tarafın oyuncuları ellerini birbirlerinin omzuna tutarak ayakta bir halka oluştururlar, bir tanesi de ebe olur. Diğer grubun oyuncuları bu oyuncuların üzerine atlamaya çalışırlar ebe de bunları vurmaya çalışır. Ebeden kurtarıp oyuncuların üzerine binen kişi yere düşmemeye gayret eder. Bir müddet oyuncunun sırtında durduktan sonra ebeye yakalanmadan inip kenara kaçar. Bu işleri yaparken birileri ebe tarafından vurulursa oyun yer değiştirir.

6-Çatal kavak(Güvercin taklası): Bu oyunda dörder kişilik iki grup tarafından oynanır. Bu oyunun oynanışı iki kişi ayakta birbirine sırtını döner, diğer iki kişi birbirlerinin omuzlarına doğru kafalarını sokar, ellerini ayakta duranların kollarına doğru tuttururlar. Diğer dört kişi sırayla bunların üzerinden takla atarak diğer tarafa geçerler. Bu esnada bazen takla sırasında omuzunun üzerine durarak ayaklarını havada tutmaya çalışır. Bunu yaparken düşerse diğer grupla yer değiştirirler. Böylece oyun devam eder gider.

7-İlik oyunu:Bu oyun ceket, pantolon ve palto düğmelerinden oynanır. Evde eskimiş ceket, pantol ve palto düğmeleri anne ve babaların haberi olmadan kesilerek alınır. Yere 4-5 santimetre çapında 7-8 santimetre derinliğinde bir çukur açılır. Bu çukura yaklaşık iki metre mesafeye bir çizgi çizilir bu çizginin üzerine ayak basılarak ilikler çukura atılır. Bu oyunda kolu uzun olanlar her zaman kazanırdı. Atılan ilikleri kim çukurun içine atarsa diğerinde bir ilik alırdı. Böylece oyun devam eder gider.

8-Diğer oyun araçları:Bunlar mevsimine göre değişirdi. Okulların kapanmasıyla hemen karneler ortadan ikiye kesilir. Kayısı ağaçlarının püsleri de (Reçinesi) çıkardı bu arada Bu püsler toplanıp yapıştırıcı olarak kullanılırdı. O zaman uhu filan yoktu. Hatta püsler fazla toplanır sıcak su ile biraz inceltilir bir öğretim yılı boyunca da öğrenciler yapıştırıcı olarak kullanırlardı. Ortadan ikiye kesilen karneler bir ağaç üzerine yapıştırılır ve ucuna bir değnek takılır koşulduğu zaman bu karne dönerdi rüzgarın yardımı ile buna fırıldak denirdi.

Ahırdaki hayvanlar tımar edilir bundan çıkan kıllar su kullanılarak top yapılırdı. O zamanlar futbol, voleybol topları yoktu. Kıldan yapılan bu toplar çeşitli büyüklükte olurdu. Ama en büyüğü iki avuç içine sığırdı.

Pancar zamanı pancardan teker yapılır. Şemşamer sapı da takılarak sürülür giderdi. Bal kabağı ortasında delinir yine iki tene şemşamer sapı takılır, hatta geniş yapraklı otlar iğde dikeni ile kabak üzerine tutturulur yolda giderken dönme esnasında toz çıkarırdı.

Ağaçların dallarına su yürümesi zamanında yani mayıs ayında söğüt ağacının ince dlları kesilerek düdük yapılırdı. Söğüdün kabuğu kavlatılır, helezon biçiminde kıvrılarak zurna gibi oluşturulur, iğde dikeni ile tutturulup ucuna da yine ince söğüt dalından bir küçük düdük kavlatılıp takılırdı., üflendiği zaman zurna kadar ses çıkarırdı. Buna ada düdüğü denirdi. Yine söğüt ağacından alınan dal kavlatılıp bugünkü plastikten yapılmış flüte benzer düdük yapılırda. Buna da çingi düdük denirdi. Yine söğütten alınan dal kavlatılır, iç kısmı biraz bıçakla alınır rahat çalışsın diye, ucuna da bugünkü çocukların kullandığı mantar tabancalarının mantarı kadar ucu kesilir ve mermi gibi uç kısmına takılır. İçindeki ağaç geri çekilip ileri doğru itildiği zaman uç kısımdaki mantara benzer kısım mermi gibi fırlar giderdi. Buna pırtlangıç denilir. Pırlangıc biraz kullanılmazsa çalışmazdı onu hemen tükrükle ıslatarak rahat çalışması sağlanırdı. Sıkıldığı zaman pat diye ses çıkarırdı.

Yukarıdaki her oyunun köyümüzde çok iyi uzmanları vardı. Her oyunun bir ustası mutlaka bulunurdu. Tabi isim vermek istemiyorum. Bu oyunlar 1970 yıllara kadar devam etti. Daha sonraları kültür değişiminden dolayı bu gün neredeyse yok oldu. Bu oyunlarda kullanılan malzemeleri gençler kendileri yapardı. Yani o yılların gençliği üretkendi, kimseden yardım almazlardı. Bunu okuyan o yılların gençliği çok güzel bir anı yaşayacaktır. Hatta bunu akşam okumuş ise o gece çok rahat bir uyku uyuyacaktır, çünkü kırk yıl öncesine gidip anıları tazeleyecektir. Buradan günümüz gençliğine az da olsa bir mesaj verdiğimi umuyorum.

Oyunların çok küçük püf noktalarını hatırlamayabilirim. Çünkü aradan çok zaman geçti. Ama oyunların genel oynanma şekli bu idi.

http://www.yesilegerci.com/kultur/cocukoyun.htm

SİVEREK’TE ÇOCUK OYUNLARI

Haziran 23, 2008

ÇOCUK VE OYUN ÜZERİNE

Yaşı, otuzu-kırkı geçen pek çok kişi, yaşadığı günden şikayetle çocukluktaki renkli, neşeli, hayat dolu günleri özlediklerini dile getirirler. Hasretle o günleri ararlar. Geçmişe hasretini dile getirenler genellikle bu günü kötüleyerek, geçmişin güzelliklerinden, temizliğinden, geçmişte yaşayan insanların dürüstlüğünden velhasıl o günlerin her şeyinden sitayişle bahsederler. Bayram günlerinde, eski bayramlardan söz açıldığında artık klasikleşen cümleyi hepimiz biliriz. “Ahh, nerede o eski bayramlar! Nerede bizim çocukluğumuzdaki bayramlar!” derler. Sonra hasretle ve iştiyakla o bayramları anlatırlar.. Günümüzde her şeyin bozulduğunu, hayatın tadının kalmadığını söyler dururuz. Neden? Aslında çoğumuz bu günden şikayet ederken eski günlerimizin özlemini duyarız

Eski günleri, eski zamanı ve o zamanların hayal gibi oyunlarını özlüyor yaşı biraz geçkin olanlar. İnsanların eski zamanı aradıkları falan yok. Eski bayramları da arayan yok. Eski tozlu sokakları da. Peki insanlar geçmişte neyi arayıp bu günden şikayet ediyorlar. Kanaatimce insanlar geçmişte “çocukluklarını” arıyorlar. Ömrün en renkli, hayallerin en sırlı, yaşamın en canlı günlerini, çocukluk günlerini arıyor herkes. Şüphesiz şimdiki çocuklar da otuz yıl sonra bu günleri arayacaklar. Hayır, bu günleri değil, bu günlerde yaşadıkları ve bundan sonra hayallerinde yaşatacakları “çocukluklarını” arayacaklar.

“Nerede o eski bayramlar!” derken, “Nerede benim çocukken yaşadığım o eski bayramlar?” diyemiyoruz da, suçu bu günkü bayramlara yüklüyoruz. Bizim dedelerimiz de 50 yıl önce yaşadıkları günden şikayet ederken, aslında çocukluklarını arıyorlarmış. Şimdiki çocuklar da otuz kırk yıl sonra bu günleri hasretle arayacaklar. Bu günleri değil, bu günlerdeki çocuk ruhlarını arayacaklar. Şimdi orta yaşlıların şikayet ettiği bayramları, onlar bu gün dolu dolu, canlı ve renkli yaşadıkları için ve gelecekte bunu bir daha yaşayamayacakları için arayacaklar.

Ömrün en çok hasreti çekilen doyumsuz zamanları çeşit çeşit oyunlarda kendimizi kaybettiğimiz, üstümüzün başımızın paralanması pahasına kopamadığımız çamurlu, tozlu sokakların hakimiyetini elimizde bulundurduğumuz, renkli hayal bulutları içinde geçen çocukluk günlerimizin en unutulmaz anları oyunda geçen saatlerimiz değil miydi?

Her dönemin , yaşın ve çağın kendine göre oyun çeşitleri vardır. Çocuk oyunları insanın toplumsallaşmasında ve topluma adapte olmasında en önemli görevi yerine getiren sosyal faaliyetlerdir. Kendiliğinden, doğal mecrasında oluşmuşlardır. Bu oyunlar zamanın biriktirdiği tecrübeler ile yaşamın ciddi sayılan olaylarını, çocuk ruhunun kirsiz, kinsiz ve temiz aynasında renklendirilerek sembolize edilişini anlatırlar. Büyüklerin kaygı ve korkuları ile adeta alay eder çocuklar. Yaşamın insanı ezecek, karamsarlığa itecek olaylarının aslında bir oyundan ibaret olduğunu ve yaşamın cilveleri olduğunu çocuk oyunlarında görmek mümkün. Çocuklar tarafından bu oyunlarda savaşlar, ayrılıklar, kin ve düşmanlıklar, sevinç ve üzüntüler, kötüler ve iyiler, tabiat olayları, ölümler vesaireler sembolize edilerek hayata ümit ve neşe ile bakılması belki de bilmeden büyüklere öğretiliyor. “Bakın sizin o kadar ciddiye aldığınız olaylar o kadar da abartılacak problemler değildir. Bunlar sizi üzmesin. Hayatta keyfinize bakın. Olaylardan korkmayın. Olaylarla dalganızı geçin.” diyorlar farkında olmadan.

Siverek’te çocukların, bir kısmını geçmişte ve bir kısmını da günümüzde oynadıkları oyunlardan bazılarını anlatacağız. Bunları anlatırken biz de zaman zaman “Nerede o eski oyunlar!” dedik. Fakat sonra gördük ki, bugünün çocukları da kendilerine yeni oyunlar icat etmişler. Onlar da günün sosyal ve toplumsal bazı olaylarını sembolize eden çeşitli oyunlar bulmuşlar. Hatta teknolojiyi oyunlarda kullanarak artık bilgisayar çağının oyunları ile eğlenir hale gelmişler. Son iki yıl (2001-2002) içerisinde bütün dünyayı saran bir oyunu çocuklarımız Siverek’in sokaklarında oynamaya başladılar. Pokemon Taso denilen çizgi film kahramanlarının yuvarlak kartonlardaki resimleri şimdiki çocukların ceplerini doldurmuş bulunuyor. Artık oyunların yerel özelliği de kalmadı. Globalizm galiba çocuk oyunlarında da hükmünü icra edecek. Bu gelişmelere rağmen biz yine de çocukken oynadığımız oyunları yazdık. Bir gün şimdiki çocuklar, “bizden öncekilerin oyunları nasıldı.?” dedikleri zaman onlara lazım olur diye düşündük.

Ya da bir gün bilgisayar çağının çocuklarının oynadıkları atariler bozulur, elektriğin olmadığı zamanlar olur, veya “Bu elektronik oyunlardan bıktık, başka oyun çeşitleri yok mu? Tozun, toprağın içinde oynamak, çimenlerin, dikenlerin üzerinde koşmak istiyoruz.” dediklerinde, önlerine oynanmış oyun örneklerini sunmuş olalım dedik.

Siverek’te Çocuk Oyunlarından Bazıları

Siverek’te oynanan çocuk oyunlarının çoğunda, oyuna önce başlama kuralı şöyledir: Oyuncular haydi başlayalım dedikleri anda peşingem (birinciyem), dukem (ikinciyem), kankır (Sona kalan zaten Kankır (Sonuncu) olur.) diye bağırırlar. İlk önce Peşıng diyen oyuncu birinci olur. Duk diyen ikinci, Kankır diyen de sonuncu olur.

Ayrıca iki kişi veya takım arasında oyuna önce kimin başlayacağını tespit etmek için bir başka yol; küçük bir yassı taş alınır, bir tarafı tükürükle ıslatılır diğer tarafı kuru kalır. Biri taşı elinde saklayarak tutup diğer oyuncuya sorar:

-Yaş mı kuru mu?

oyuncu yaş veya kuru der. Taş havaya atılarak oyuna başlama sırası belirlenir

Oyun arasında yorulan, veya bir mazereti olan oyuncu şahadet parmağını ağzına alarak ıslatır ve “elim yaş” derse oyundan çıkabilir, “elim kuru daş” deyinceye kadar oyuna alınmaz.

Oyunu kazanan kişi zafer çığlığı atarak ikinci oyuna başlama hakkını aldığını duyururken karşı tarafı kızdırmaya çalışarak “el bende kıllık sende” diye bağırır. Bunlar tüm oyunların genel kuralları olarak herkes tarafından bilinirler. Oyunlarda ebe kandırılabilir. Ebe yanlışlık veya hata yaptığı zaman diğer çocuk “çanak çömlek patladı” derse ebeliği devam eder. *

SERÉ SALÉ

(Yıl Başı)

Bu oyun yılbaşı gecelerinde, yaşı büyükçe çocuklar veya gençler arasında oynanır. Belli bir oyuncu sayısı yoktur. En az 9-10 kişi bir araya gelerek bu gecede dolaşırlar.

Gençler yılbaşı gecesi bir araya gelerek, aralarından birine gelin, diğerine damat elbisesi giydirirler. Toplu halde kendi mahallelerindeki evleri ziyaret ederler. Gittikleri evlerin kapısında gelin ile damat başta olmak üzere karşılıklı oynarlar ve hep birlikte;

“Seré Salé Bıné Malé

Pir Kurbana Seré Kalé”

diye tempo tutarak bağırırlar. Ev sahibi kapıyı açıncaya kadar birkaç defa bu sözler tekrarlanır. Ev sahibinin kapıya geldiğini gören gelin bayılıp yere yığılır. Ev sahibi

-Ne istiyorsunuz? diye sorar.

Damat, yerde yatan geline sorar;

-Gelin senin canın ne istiyor?

Gelin, günün şartlarına göre, kuru yemişlerden, cevizli sucuk, bastık, kesme ceviz, kuru üzüm ya da para veya başka şeyler ister. Gelinle damadın istekleri biraz direnmeden sonra yerine getirilir. Bu arada çeşitli oyunlar oynanır. Ev sahibi istenenleri getirince gelin ayılmış gibi yaparak yerden kalkar ve başka kapıya giderek gece boyunca aynı oyunu tekrar ederler. Toplanan eşya ve yiyecekleri bir yerde toplanarak beraber eğlenerek yerler.

CIĞIZ OYUNU

İki kişi arasında oynanır. Her oyuncunun elinde 20-25 cm uzunluğunda birer büyük mıh (çivi) veya ucu sivri demir bulunur.

Bu oyun genelde mıhın batması için yerin nemli olduğu mevsimde oynanır. İlk oyuncu elindeki mıhı hızla yere saplar. İkinci oyuncu da demirini yere saplar. ilk oyuncu ikinci defa mıhını diğer oyuncunun sapladığı yerin çok yakınına vurur. Her vuruşta bir evvelki sapladığı yer ile daire oluşturacak şekilde çizgi oluşturmaya çalışır. Hatta diğer oyuncunun hareket alanını daraltmak ve yok etmek için rakibinin sapladığı demirinin hemen bitişiğine saplamaya çalışır ki diğer oyuncu daire çizme alanı bulamasın. Böylece iki oyuncu demirlerini yere saplaya saplaya bir evvelki noktayla daire oluşturacak şekilde yerde çizgiler çizerler. Hangi oyuncu diğer oyuncunun ilk vuruş yerinin etrafını daire şeklinde çizgi ile kapatırsa bir puan alarak oyunu kazanmış olur. Oyun yeniden başlar.

ARPA ÇARPA

(But But Bu kadar )

Oyuncu sayısı 5 ile 10 kişi arasında değişir. Çocuklardan birisi baş oyuncu olarak seçilir. Diğerleri baş oyuncunun etrafında halka şeklinde yer alırlar. Oyuncu başının elinde, ucu düğümlü büyük bir mendil veya atkı olur. Mendilin düğümlü ucunu elinde tutar. Oyuncu başı, kafasında tasarladığı herhangi bir hayvanın şeklini elleriyle çeşitli işaretler yaparak tarif etmeye çalışır. İlk önce gövdeden başlar.

-“Ik Ik Uklican” veya “But But Bu kadar”

–Ayakları buklican, (veya “Bu kadar.”)

-Kafası buklican,

-Kanatları buklican,

-Ağzı buklican,

-Kolları buklican

-Gözleri buklican

-Kulakları buklican”

Böylece sözcükler ve işaretlerle soracağı hayvanın her yerini tarif eder. Baştaki oyuncudan başlayarak mendilin düğümlü olmayan kısmını oyuncunun eline verir ve

-Bu hayvanın adı nedir ?

diye sorar. Eğer birinci oyuncu bilmezse mendilin ucunu ikinci oyuncunun eline verir. O da bilmezse üçüncü oyuncuya geçer. Sıra ile bütün oyunculardan sorar. Hiç biri bilmezse yine başa gelir. Doğru cevap verildiği anda mendili bırakarak, bağırmaya başlar “Arpa çarpa , arpa çarpa, arpa çarpa” der ve cevabı bilen çocuk düğümlü mendil ile önüne geleni vurmaya başlar. Onlar da kaçışırlar. Oyuncu başı Arpa çarpa demeye devam eder. Bu arada oyuncu başı birden Buğda (y), Buğda (y), Buğda (y) diye bağırır. Bunun üzerine elinde mendil olan çocuğun hızla koşup oyuncu başına elini değdirmesi gerekir. Çünkü biraz önce kaçışan oyuncular “buğday” sözcüğünü duyar duymaz elinde mendil olan oyuncuyu yakalayıp oyun gereği vurmaya çalışırlar. Mendilli ebe oyuncu, baş oyuncuya dokununca kurtulur. Diğer oyuncular ebeyi, baş oyuncuya elini değdirmeden yakalarlarsa iyice hırpalarlar. Bu arada elinde mendil olan çocuk dayaktan kurtulmak için elbiselerinin yırtılması pahasına var gücü ile kurtulmaya çalışır.. Mendilli oyuncu yetişip elini baş oyuncuya dokundurunca baş oyuncu tekrar “Arpa çarpa, Arpa çarpa, Arpa çarpa, diye bağırınca mendilli oyuncu tekrar diğer oyunculara saldırıya geçer ve diğer oyuncular kaçışıp düğümlü mendilin darbelerini yememeye çalışır. Böylece baş oyuncunun birkaç defa “Arpa çarpa, Arpa çarpa, Buğda (y), Buğda (y) bağırtıları devam eder ve ebe oyuncu, diğer oyuncular tarafından yakalanıp etkisiz hale getirildikten sonra oyuncubaşı oyunu yeniden başlatır.

GOG

6-7 kişi tarafından oynanır. Her oyuncunun, ortalama 1 metre boyunda baş tarafı biraz yuvarlak olan bir sopası bulunur. Oyunun asıl malzemesi olan ve oyuna adını veren, büyük baş hayvanların diz, omuz veya kol eklemlerindeki yumurtadan biraz büyük yuvarlak kemiklerinden meydana getirilen ve adına GOG denilen kemik parçasıdır. Bu yuvarlak kemik parçasının yerini bazen sert bir top veya bezden yapılan küçük toplar alırsa da bunlar dayanıklı olmazlar. Devamlı kuvvetli sopa darbelerine maruz kaldıklarından çabuk kırılırlar. Belli bir noktada 15 cm. çapında bir çukur kazılır. Oyuncular kendi aralarında iki gruba ayrılırlar. Takımlardan biri aralarında sopalarıyla paslaşarak Gog ’u çukura atmaya çalışırken diğer takım ise, Gog’u yine sopalarıyla paslaşarak çukurdan uzaklaştırmaya çalışırlar. Oyunun kuralları vardır. Gog’u çukura götürmeye çalışan oyunculardan biri Gog sopasının kontrolündeyken, diğer grup oyunculardan biri sopasıyla veya eliyle Gog’a dokunursa, o oyuncu oyun dışı kalır. Oyuncular, Gog’u çukura koymayı başarırlarsa oyunu kazanmış olurlar. Yine oyunda belli bir alan sınırı olur, diğer oyuncular, Gog’u o sınırın dışına çıkarmayı başarabilirlerse oyunu onlar kazanmış olur.

Golf’a benzeyen bu oyunu biz mi Amerikalılardan çaldık onlar mı bizden çaldı? Bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, Siverek’in ve benzeri pek çok Anadolu kasabasının sokaklarında yıllarca çocuklar tarafından bilinen bu oyun, Amerikalılar tarafından oynanınca birden bire “entelektüel” ve üst sınıf sosyete oyunu oluverdi de koca koca adamlar bizim çocukların oynadıkları “gog”u oynayınca “aaa golf da biliyor” dedirttiler herkese. Hatta devlet yönetimine aday siyasetçilerimiz şortlarını giyip “gog” pardon “golf” oynayamazlarsa kimseciklerden oy alamayacaklarını bildikleri için Avrupalara gidip golf kurslarına katılmaktadırlar. Sen neymişsin be “gog”. Bizim sokaklarda seninle oynarken evdekilerden senin yüzünden ne azarlar işitmiştim. Zavallı annem nereden bilsin senin bir gün yıldız olacağını…..

KORTIKA KALÉ (Tol-Çelik)

Bu oyun en az 4 kişi arasında oynanır. Her oyuncunun elinde ucu sivriltilmiş ortalama 1 metre uzunluğunda birer çubuk bulunur. Bir de, birer tane “Tol ” veya “Çelik” denilen bir karış boyunda başka bir çubuk parçası bulunur. Oyuncular oyun alanında ortalama 3-4 metre aralıklarla yerlerini alırlar. Oyunculardan biri “Tol” denen küçük çubuğu birinci oyuncuya yüksekten atar. Oyuncu kendisine atılan tol’ı elindeki çubukla havada vurarak alabildiğine uzağa atmaya çalışır. Tol’ı atan çocuk diğer oyuncu tarafından uzağa fırlatılan tol’ını almaya koşar. Bu arada diğer oyuncular hızlı bir şekilde tol’ı getirmeye giden oyuncunun yerini ellerindeki ucu sivri çubukla çukur kazmaya başlarlar. Tol’ı getiren oyuncu gelinceye kadar kazmaya devam ederler. Oyuncu gelince diğer oyuncular yakalanmadan herkes yerine geçer. Eğer bir oyuncu yerine geçmeden ebe oyuncuya yakalanırsa bu defa o kişi ebe olur ve tekrar uzağa atılan Tol’ı getirmeye giderken bu defa onun yeri kazılır. Oyuncular bittiğnde çukuru çok büyük olan oyuncu oyunu kaybetmiş olur. Oyunu kaybeden oyuncunun çukuru çok büyümüşse kıç üstü çukura oturturlar. Çukuru fazla büyük değilse, bir ayağını kendi çukurunun içine koyar. Diğer çocuklar üzerine toprak doldurup basarlar. Böylece cezası verilmiş olur ve oyun yeniden başlar.

ANCURO DENDIK HURO

Beşer kişilik iki grup arasında oynanır. Ortalama voleybol sahası genişliğindeki oyun alanı ortasından bir çizgi çekilerek ikiye bölünür. Oyuncular alanın kendilerine ayrılan bölümlerinde yerlerini alırlar. Oyunun kurallarını iyi bilen bir hakem seçilir. Her gruptan üçer kişi orta çizgiye paralel olarak dizilir. Diğer iki oyuncu ise, öndeki üç oyuncunun biraz aralıkla gerisinde dururlar. Grupların öne yerleştirdikleri öndeki üç oyuncularının kuvvetli, çevik, nefeslerini uzun zaman tutabilen ve dayanıklı kişilerden seçilmesi gerekir. Oyun derin nefes ve güç denemesi şeklinde geçer. Arkadaki iki oyuncu ise, öndeki üç oyuncuya güç takviyeside bulunacaklar.

Gruplar arasında oyuna başlamak için kura çekilir. Oyunu başlatan gruptan bir oyuncu derin derin nefes aldıktan sonra orta çizgiyi geçerek yüksek sesle “Ancuro dendik Huro” tekerlemesini nefes almadan tekrarlarken karşı tarafa meydan okurcasına kabararak ve kollarını iki yana açarak rakip oyuncular arasında dolanır. Bu arada rakip oyuncular tekerlemeyi nefes almadan söyleyen çocuğun etrafında ona yakalanmadan dolanırlar. Tekerlemeyi çağıran oyuncu rakip sahada el vurduğu kişiler oyun dışı olur. Diğerleri bir taraftan kendisine yakalanmamak diğer taraftan nefesi tükendiği anda onu çabucak yakalamak için çok yakınında dolanırlar. Nefesi tükendiği anda rakip tarafın oyun alanından hızla kaçmaya çalışır. Çünkü bu arada kendi oyun alanına varmadan nefes alırsa yanar. (oyun dışı kalır.) Yakalandığı anda kendisi ve rakip oyuncular arasında kıran kıran bir kurtulma mücadelesi yaşanır. Yerlerde sürünme pahasına tekerlemeyi söylerken kendi oyun alanına varmaya çalışır. Diğerleri onu engellerler. Nefesi

tükenmeden kurtulursa elinin değdiği karşı tarafın oyuncuları yanarak elenir. Bu arada nefes almadan sürekli aşağıdaki tekerlemeleri bağırarak söyler.

“Ancuro Dendık huro Hurbı Horo

Ancuro Dendık huro Hurbı Horo

Ancuro Dendık huro Hurbı Horo

Dendık huro

Dendık huro

Dendık huro

Huro

Huro

Huro

Huro” diye nefesi tükeninceye kadar devam eder. Bu oyunda başka tekerlemeler de söylenir.

“Damançam dolu saçma

Ben geliyem sen kaçma

Damançam dolu saçma

Ben geliyem sen kaçma

Damançam dolu saçma

Ben geliyem sen kaçma

Ben geliyem sen kaçma

Ben geliyem sen kaçma

Ben geliyem sen kaçma

sen kaçma

sen kaçma

sen kaçma

sen kaçma

kaçma

kaçma

kaçma”

Şayet hiçbir oyuncuyu oyundışı bırakmadan nefesi azalır ve kendi sahasına yakalanmadan dönebilirse aynı grubun başka bir oyuncusu onun yerini alarak karşıya saldırıya geçer.

0 0

0

0 0

0 0

0

0 0

Ancuro dendık huro oyun sahasının şekli ve oyuncuların dizilişi.

Bu saldırı sırasında oyuncu, nefes alır ya da kendi çizgisine yetişmeden nefesi tükenirse, oyuncu yanar ve saldırı sırası karşı tarafa geçer.

Oyun 3 set halinde oynanır. İki seti kazanan oyunun galibi sayılır.

Bu oyunda saldıran oyuncu tarafından sesli olarak tekrarlanan tekerlemeler, sadece

-“Ancuro dendik Huro”değildir.

Bu tekerlemelerin en önemlilerinden biri ise; -Damançam dolu saçma ben geliyem sen kaçma” dır. Diğerleri ise ;

“Ancur duğum nadım te dıdım jına apéte

Külawo gur ket nawo

Petéğo dendık réğo

Zebeşo dendık reşşo

Lengeri lınga heri

Devréşım Te Dı Kelléşım.” gibi bir çok tekerlemeler söylenmektedir.

“BIRRE”

Oyun, yedişer kişiden oluşan iki grup arasında oynanır. Her grubun içinden, oyunu çok iyi bilen, hızlı koşan ve becerikli bir oyuncu, grup başkanı seçilir. Oyuncuların rahat koşabilmeleri için ortalama 80 x 100 m. genişliğinde bir çim sahasının olması lazım. Bu sahanın tam ortasında 1,5 m. çapında oyuncuların “KOM” diye isimlendirdiği bir daire çizilir.

Oyun dört set halinde oynanır. Gruplar berabere kaldıklarında beşinci set’e geçilir. Oyunu çok iyi bilen becerikli ve akıllı bir hakem seçilir. Hakem tarafsız değilse oyuncular arasında istenmeyen tatsızlıklar çıkabilir. Tek hakem yetmediğinde bir ya da iki yardımcı hakem tayin edilebilir. Grupların yerlerini hakem kura ile tayin eder. Oyunculardan bir grup ortadaki dairenin hemen etrafında, daireyi arkalarına alacak ve yüzlerini dışa dönük şekilde yerlerini alırlar. İkinci grup ise 4-5 metre aralıkla birinci grubun etrafında, yüzleri onlara dönük olarak dizilirler. Hakemin işaretiyle oyun başlar. Oyun şu şekilde oynanır:

Dış taraftaki oyuncular daireye(Kom) sırtı dönük olarak duran gruptan birine yakalanmadan kom’un (Dairenin) içine girebilirlerse oyunu kazanırlar. İçeri girme çabaları sırasında daireyi koruyanlardan biri tarafından ellenen oyuncu, yanarak oyundan çıkar. Birinci grubun görevi beş dakika içinde kimsenin daireye girmesine engel olmaktır. Beş dakika içinde daireye diğer gruptan giren olmazsa oyunu kazanmış olurlar. Beş dakika ara ile diğer setlere başlanır. Dört setten üçünü kazanan grup, dördüncü seti oynamaya gerek görülmeden galip ilan edilir ve set biter.

Bu oyun genelde mahalle grupları arasında oynanır. Grupların yedek oyuncuları olur,gerektiğinde oyuncular değiştirilebilir.

100 mt.-

80 mt.

“Bırre oyun sahası ve oyuncuların dizilişi

HAMAM PUŞO

Siverek’te genel olarak on yaş altındaki çocuklar arasında, dört veya daha fazla kişi tarafından oynanan bir oyundur.

Üç dört avuç topraktan meydana gelen bir kümeciğin etrafında toplanan çocuklar, ağızlarına aldıkları suları hızlı bir şekilde toprak kümesinin üzerine püskürtürler. Bir taraftan da elleriyle toprak kümesini sıkıştırırlar. Birkaç defa ağızlarına aldıkları su ile sıkıştırdıkları toprak kümesi sertleşir. İnce dal parçalarıyla herkes kendi tarafındaki kısma delik açarak, suyla çamurlaşmış katı kabuğun altındaki kuru toprağı dikkatlice boşaltır. Sonra kubbe haline gelmiş toprak kümesinin üst bölümünün tam ortasında bir delik daha açılır. Bundan sonra her çocuk kendi önünde açtığı deliğin önünde topraktan küçük bir havuz yapar ve kubbenin en üst deliğinden azar azar su bırakılır. Su hangi çocuğun havuzuna daha fazla akar ve daha erken doldurursa o çocuk oyunu kazanmış olur.

GÜLLE

Bu oyun, hem büyükler arasında, hem de çocuklar arasında 9-10 metre uzunluğundaki düzgün bir zemin üzerinde 4-5 kişi arasında oynanır.

Oyun, gülle denilen, düzgün, yuvarlak çakmak taştan, camdan veya nadir de olsa demirden yapılmış bilyelerle oynanır. Gençler gülleleri genelde kendi elleriyle, sağlam çakmak taşlarından özene bezene yaparlar. Yumruk büyüklüğünde çakmaktaşı denilen kristal ve mermerimsi bir kaya parçasını günlerce zeytin yağında demlendirerek, başka bir çakmaktaşı parçasıyla vura vura yuvarlatmaya çalışırlar. Gençler yaptıkları gülleleri nasıl yaptıklarını, çakmaktaşını nereden getirdiklerini ve ne kadar emek verdiklerini, sıfır cam kağıdı (zımpara) ile nasıl parlattıklarını anlata anlata bitiremezler. Bu güllelerin özel ustaları vardır. Meşhurdurlar. Onların ellerinden çıkan güllelerin ayrı bir değeri vardır.

Yaşı biraz daha küçük çocuklar ise, daha basit kaba taslak taştan yaptıkları veya hazır aldıkları küçük cam güllelerle oynarlar. Büyükler yere para dikerler. Küçükler ise genelde elbise düğmeleriyle cam parçaları veya gazoz kapaklarını yere dikip, bunları güllelerle vurarak oynarlar.

Gülleyi atış şekilleri vardır. 1-Yerden vurma. Şehadet parmağını orta parmağın üstüne getirlerek yerden yere nişan alınır. 2-Havadan vurma. Avuç içine alınan bilye orta parmağın kıvrımında baş parmak ile havadan yere nişan alınır. 3-Elle atma. Avuç içine alınan bilye parmakla nişan almadan avuç içi ile yerdeki hedefe atılır.

Düğmelerin büyüklüklerine göre değerleri vardır. Pardesü düğmeleri onluk, ceket düğmeleri beşlik, kol düğmeleri ise birlik düğmedir. Oyuna, başta da bahsettiğimiz gibi oyuncular arasında, çabuk davranarak yüksek sesle Peşing birinci, Duk ikinci, Kankır diyen ise üçüncü olur. Bundan sonrakiler oyunda en son sırayı alırlar.

Oyuna kimin önce başlayacağının başka yolları da vardır. Para, düğme veya bir tarafı kuru diğer tarafı yaş olan yassı ve küçük bir taş havaya atılıp kura çekilerek de oyuna başlanır. Oyun alanına 1,5 veya 2 metre aralıklarla, para, düğme, gazoz kapağı veya cam parçaları dikey olarak konur. Her oyuncunun bir “tek” dikme hakkı vardır. Yere dikey olarak konan ve “tek” diye isimlendirilen hedeflere, ellerindeki güllelerle, yerde belirlenmiş bir noktadan nişan alarak vurmaya çalışırlar. Bu hedefleri vuran oyuncu vurduğu cismi kazanmış olur. Vuramazsa sıra ikinci oyuncuya geçer, o da vuramazsa üçüncü ve diğer oyunculara sıra gelir. Oyuncu iyi nişancı ise, “Tek” ve diğer oyuncuların güllelerinden birini birlikte vurabilir. Bu nedenle sıra kendisine geldiğinde hem “teki” hem de gülleyi vurabilmesi için, “tek ile gülle Tewlehew” (Tek ile gülleyi birlikte vuracağım) dedikten sonra nişan aldığı tek’ı ve gülleyi vurursa hem tekı alır, hem de vurduğu güllenin sahibi oyun dışı kalır. Eğer “Tek ile Gülle Tewlehew” demeden hem “tekı”, hem de gülleyi vurursa, oyuncu “tek”ı alır ama vurduğu güllenin sahibi oyun dışı kalmaz. Tüm tek’ler yani hedefler vurulduktan sonra oyun yeniden başlar. Oyunda kaç oyuncu varsa, yere o kadar tek (hedef ) dikilir. Oyunun sonunda her oyuncunun kazandığı tekler sayılır en çok tek kazanan oyuncu birinci olur. Oyunun belli bir süresi yoktur oyuncular yoruluncaya kadar devam eder. Siverek’te bu oyunu yaşı 30-40 civarında olanlar da oynamaktadırlar.

DELEME

Deleme, Siverek’te “topaç”a verilen isimdir. Deleme ile oynanan değişik oyun çeşitleri vardır. 1-1,5 metre çapında bir dairenin içerisinde kınnap denilen kalın iple döndürülen delemeleri, yine aynı kınnapla deleme dönerken, yerden yine kınap ile (İple) alıp avuçlarında zıplatarak döndürebilen ikinci deleme atışı yapma hakkını kazanır. Yerde dönen delemenin dönüşünü kesmeden avucuna alıp çeviremeyen kişi yenilmiş sayılır ve delemesini çizilen dairenin ortasına bırakır. Diğer oyuncular delemelerini çevirirken, dairenin ortasındaki cezalı delemeleri hedef alarak cezalı oyuncunun delemesini dövmeye başlarlar. Yerdeki deleme dairenin dışına fırlar yahut kırılırsa o zaman oyuncu yeniden oyuna katılma hakkını elde etmiş olur.

Siverek’te delemeyi gösteri şeklinde oynayan çocukları seyre doyum olmaz. Çünkü burada adeta şov yaparcasına yerde dönen topaç defalarca hızını kesmeden iple havalandırılır. İpin üstünde defalarca aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya, oradan avuca, sonra tekrar yerde çevirerek dakikalarca zevkli bir gösteri sunarlar. Bütün bu hareketler yapılırken delemenin hızı kesilmez, aksine artar. Maharet kimin delemeyi daha çok oyunda tuttuğu ile ölçülür.

LAHTİ- KOZA

4 ve daha çok oyuncu arasında oynanır. Belli bir uzaklığa “koza” denen yumurta büyüklüğünde yuvarlak bir taş konur. Her oyuncunun özenle seçtiği 10-15 cm çapında yassı yuvarlak ve rahatlıkla atılabilen “lahd” denilen bir taşı olur.

Oyuna başlamak sırasını belirlemek için yaklaşık beş metre mesafede çizilen oyuna başlama çizgisinden bütün oyuncular lahdlerini kozaya atarlar. Herkes lahdini fırlattıktan sonra ölçüm yapılır. Koza taşına yakınlık derecesine göre sıralama yapılır. Kozaya yakın olanlar sırayla 1.2.3’ncü olacak şekilde oyuna başlarlar. Taşı (lahdi) kozaya en uzak olan kişi ebe seçilerek kozanın başına geçer. Koza biraz yüksekçe bir tümsekte olan taşın üzerine konur. Oyuncular sırayla kozayı hedefleyerek lahdlerini fırlatırlar. Birinci sıradaki kişi kozayı isabet ettiremezse bekler. İkinci kişi atışını yapar. İsabet yoksa o da bekler. Bu arada ebe lahdlerin, sahipleri tarafından kaçırılmasını engellemek için tetikte bekler. Oyunculardan birisi kozaya lahtını isabet ettirdiği zaman, ebe kozayı almaya koşar. Koza ne kadar uzağa fırlatılırsa oyuncuların işi o derece kolaylaşır. Çünkü ebe kozayı almaya koşarken daha önce isabet ettiremeyen oyuncular el çabukluğu ile lahdlerini ebeye yakalanmadan alarak başlama çizgisine ulaşarak kurtulurlar. Kurtulamayacağını anlayan kişi ayağını lahdinin üzerine koyarsa kaçmak için bir fırsatını buluncaya kadar öylece beklemek zorundadır. Bu arada ayağı ile lahdi bir seferde havalandırıp alabilen kişi de kurtulmuş sayılır. Serbestçe başlama çizgisine gider. Tutturamazsa, ebeye yakalanmadan tekrar ayağını lahdinin üzerine koyarak bekler. Oyun bu şekilde devam eder. Ebe lahdini almaya gelen birisini yakalayıncaya eli ile dokundu mu yakalamış sayılır) kadar değişmez. Oyun çizgisinin dışında ellenen kişi ebe olur.

Lahdi Koza Oynayan Çocuklar

DELLO

(Beş taş)

Daha çok ev ortamında kızlar tarafından oynanır. Nadir de olsa küçük erkek çocukların da oynadığı olur. Pürüzsüz ve hafif yuvarlak, fındıktan biraz büyük beş adet taş ile oynanır. Oyuna başlama kurasından sonra taşları avucuna alan kişi bunları fazla dağıtmadan birbirlerine yakın gelecek şekilde hafifçe yere savurur. İlk oyuncu yerdeki beş taştan en uygun olanını eline alır. Hafifçe havaya fırlatarak taş havada iken yerdeki taşlardan birini alır. Bu şekilde yerdeki dört tane taşı avucuna alır. Taş havada iken yerdeki taşlar alınmalıdır. Birinci tur bu şekilde tamamlanır. Avuca alınan taşlar tekrar yere atılır.Yine yerden en uygun olan taş alınır ve taş havaya fırlatılırken bu sefer yerden ikişer tane taş alınır. Taşların kolaylıkla ikişer ikişer alınabilmesi için arada tek taş havaya atılarak yere düşmeden yerdeki taşlar birbirine yakınlaştırılır ve yerleri kolaylıkla alınabilecek şekilde düzeltilir. Havaya her taş fırlatmada yerden iki tane taş alınarak bu tur da tamamlanır. Üçüncü turda taşlar üçer üçer alınır. Daha sonra taşların dördü bir seferde alınır. Elindeki beş taşı yere koymak için yine bir taşı havaya atarken onları yere koyar. Bu arada taşı yere düşürürse ikinci sefer oyuna başladığı zaman baştan değil, kaldığı yerden oyuna devam eder.

Dört taşı da birden alabilen oyuncu tüm taşları uygun şekilde tekrar dağıtır. Sonra baş parmak ile işaret parmağını köprü yaparak yine bir taşı havaya fırlatma esnasında önce birer birer, sonra ikişer ikişer, üçer üçer ve sonunda dördünü bir seferde parmak köprüsünden havadaki taşı yere düşürmeden geçirebilen oyuncu son olarak beş adet taşı iki avucuna alarak havaya fırlatıp ellerinin tersi ile onları yakalamaya çalışır. Ellerinin tersiyle tutuğu taşları tekrar havaya atarak iki avucuna birleştirerek içine alır. İşte bu son hamlede kaç tane taş yakalamışsa oyuncunun aldığı puan belirlenmiş olur. Oyun bu şekilde devam eder. Taşlar bir dahaki oyuna kadar özenle saklanır. Hemen hemen herkesin kıyıda köşede sakladığı temizlenmiş taşları vardır.

BEZIRGAN BAŞI

10 –12 kişi arasında oynanır. Üç aşamalı bir oyundur. Birinci aşamada takım kaptanları belirlenir. İkinci aşamada oyuncuların takımlara dengeli dağılımlarını sağlamak için seçmeler yapılır. Oyunun en neşeli aşaması bu kısımdır. Üçüncü aşamada takımlar belirlendiğinden, oyuncular başta oyuncu başları olmak üzere biribirlerinin bellerinden tutarak takım kaptanları el ele vererek takım halinde birbirlerini, çekerler.

Birinci aşama; Kaptanlar kendiliğinden veya istekliler kura ile seçilirler. Kaptanlar seçildikten sonra bir köşede gizlice diğer çocukların duymayacakları şekilde sadece her ikisinin bileceği birer şifre isim seçerler. Bu şifreleri kaptanlardan başka kimse bilmeyecek.

İkinci aşamada; oyuncuların takımlara dağılmaları için yapılır. Oyunun son kısmı güç denemesi olduğundan güçlülerin bir tarafta toplanmasını engellemek için yapılır. Kaptanlar ellerini kavuşturarak çocukların altından geçebileceği kadar bir köprü oluştururlar. oyuncular iki kaptanın ellerinin altından geçmek için sıraya girerler. Kendisine sıra gelen çocuk şu tekerlemeyi makamla söylerler.

-Bezırgan başı , bezirgan başı

-Aç kapıyı

-Bölük başıyam

-Girım içeri

Köprüyü kuran grup başkanları ise şu tekerlemeyi yine makamla söylerler.

-Vallahi açmam

-Billahi açmam

-Bölükten korkmam

-İçeri almam

Kaptanlar bu tekerlemeyi söylerken kollarını sağa sola ritmik bir şekilde hareket ettirirler. Bu arada sırası gelen oyuncu köprünün altından karşı tarafa geçer. Son oyuncuya kadar tüm oyuncular bu şekilde geçerler. Son oyuncuya sıra gelince, o da aynı tekerlemeyi söyler ancak oyuncu başları;

-Vallah açarım

-Billah açarım

-Eğer geçmesen

-Alır kaçarım

Deyip son oyuncuyu kollarının arasına alarak hapsederler ve yüksek bir sesle oyuncuya belirledikleri şifreleri sorarak hangisini seçmek istediğini sorarlar.

-Sen yıldız mı istisen, yoksa ay mı?

Oyuncu, yıldız derse şifresi yıldız olan kaptanın takımına dolayısıyla onun arkasında dizilir. Ay isterem derse, ay şifresini seçen kaptanın arkasına geçer. Seçmeler sıradaki tüm oyuncular bitinceye kadar devam eder. Bu şekilde takımlar belli olur.

Üçüncü aşama; Oyuncular zaten kaptanlarının arkasında sırayla dizilmişler. Bu aşamada her gruptaki oyucular birbirlerinin bellerinden sıkı sıkı tutunurlar. Karşı karşıya gelmiş takımlar başta kaptanları olduğu halde kuvvet denemesine başlayacaklar. Kaptanlar birbirlerine ellerini uzatıp var güçleri ve arkalarındaki oyuncuların da desteklemesiyle birbirlerini çekerler. Hangi grup diğer grubu yere yıkar veya kendi çizgisine çekerse, oyunu kazanmış olur.

KELANKUSİ

Yağışların olduğu ve yağmura ihtiyaç duyulan mevsimlerde gençler veya çocuklar tarafından yağmurların yağması için, oyunla karışık bir çeşit yağmur duasıdır. Katılanların sayısı sınırsızdır. İki metrelik bir sopaya, artı şeklinde bir metrelik başka bir sopa bağlanır ve bu sopaya kadın veya erkek elbisesi giydirilir. Çocuklar bu kuklayı ellerinde taşıyarak kapı kapı dolaşırlar. Önüne geldikleri kapıları çalarak aşağıdaki tekerlemeyi hep bir ağızdan makamlı bir şekilde tekrarlarlar;

“Kelan kusi geldi geldi kapıya

Ne ister

Allah’tan rahmet ister

Keçkuli kurban ister

Yek Ali Yek Ömer

Ser Doşega peğamber

Amin”

Ev sahibi kapıya gelinceye kadar bu tekerlemeler devam eder. Ev sahibi kapıya gelince elinde bir tas veya kova suyu damın üzerinden ya da kapıda kuklanın üzerine döker ve çocuklara çeşitli yiyecekler verir. Çocuklar bu defa başka bir kapıya giderler ve topladıkları yiyecekleri hep birlikte yerler.

GOŞTEK

Geniş ve düz bir sahanın içinde oynanır. Oyun keçi kılından yapılmış 3-4 metre uzunluğunda kalınca bir şeritle oynanır. Oyuncular arasından biri çok zayıf diğeri güçlü iki kişi seçilir. Zayıf olan oyuncunun adı, et anlamında “goşt”, diğer kuvvetli oyuncu da onun sahibi ve koruyucusu olur. Oyunda bir canlıya (burada goştek sözcüğü et anlamıyla canlıyı anlatmaktadır.) saldıran yırtıcı hayvanlar ve onu korumaya çalışan sahibi temsil edilmek istenir.

Keçi kılından yapılan kalınca bir şerit goştek adı verilen çocuğun ayağına bağlanır. Sahibi düğümlü ucu elinde tutar.

Goştek denilen çocuk sahanın ortasında oturtulur. Goştegin sahibi ise şeridin düğümlü olan ucunu elinde tutarak goştegın etrafında dolanır. Goştegi diğer oyuncuların saldırılarından korumaya çalışır. Goştege saldıranlar akbabaların bir leşe saldırdığı gibi yaklaştıklarında çimdik atarlar. Adeta vücudundan et koparıyormuş gibi hareketler yaparlar. Canını acıtmaya çalışırlar. Goştegin sahibi elindeki ucu düğümlü şeritle goşteki korumaya çalışır. İpin ucu düğümlü olduğu için kime isabet ederse vücudunda morarma olur. Dışardan saldıranlar, hem kendilerini korurlar, hemde goştek’e çimdik atamaya uğraşırlar. Her çimdik atıklarında: “Oh be ne güzel et”, diye seslenirler. Oyuncular bir taraftan goşteke saldırırlar, bir taraftan da kendilerini darbelerden korurlarken goştekin sahibini yakalamaya çalışırlar. Çünkü o daha önce onların canını çok acıtmıştır. Goştek sahibi ipi onların elinden kurtarmaya çalışır. Bu arada ipi birbirlerinin elinden çektikleri zaman goştek yerde sürüklenir. Bu çok tehlikeli bir durumdur. İp goştekın ayağına bağlı olduğu için sakatlanma ihtimalı bile vardır. Fakat goştek hızlı davranır ipi hemen ayağından çözerse kurtulur. Saldıran oyuncular ipi alırlarsa iple goştek sahibini iyice döverler. Goştek sahibi kurtulursa kaçar.

KIRIM

Yaz mevsiminde akşamları 7-8 kişi ile oynanır. Bir kişi kale olarak belirlenen duvar ya da herhangi bir direk önünde durur. Bu kişinin görevi oyuncuların kale olarak belirlenen bu yere yaklaşmalarını engellemektir. Diğer çocuklar kaleye saldırırken onları yakalayarak saf dışı eder. Oyun bu şekilde devam eder.

Oyun alanına sınır çizilebilir. Bu durumda oyun çabuk biter. Ancak kaçan oyuncuların alanına sınır konulmadığı durumlarda oyun gecenin yarısına kadar kovalamaca şeklinde devam edebilir. Artık iki kişi arasında uzak sokaklara iş uzadığından diğer oyuncular da dağılırlar.

KOLÇI KAÇAKÇI

Bu oyun 4 ile 7’şer kişilik gruplar halinde oynanır. Grupları belirlemek için önce bir hakem seçilir. Hakem oyuncuların kollarını uzattırarak parmaklarından omuz hizalarına kadar karışla ölçer. Karışları sayarken, birinci karışta Kolçı, ikinci karışta Kaçakçı der, üçüncüde yine kolçi diyerek oyuncunun omuzuna kadar devam eder ve karıçlar kolçıda biterse o oyuncu kolçı grubuna gider, kaçakçıda biterse kaçakçı grubuna dahil olur. Böylelikle “Kolçı ve Kaçakçı” diye iki grup belirlenmiş olur. Oyun gereği kaçakçılar, kaçıp saklanırlar. Kolçılar da kaçakçıları arayıp bulurlar. Kolçılar, arayıp buldukları kaçakçılara ellerini vurmaları gerekmektedir. El vurulmayan oyuncu oyun dışı olmaz. Kolçılar, bütün kaçakçılara el vurup onları oyun dışı bırakıncaya kadar oyun devam eder.

x x

o

x o o x

o O o

o o

x

x

Pazarcık’ta halk çalgıları ve oyunlar

Haziran 20, 2008
Yazar Asım ZİYA
Pazar, 02 Mart 2008

HALK ÇALGILARI-OYUNLARI

HALK ÇALGILARI

Kültürel zenginliğimizin önemli ürünleri olan halk çalgıları bu zenginliğin bir göstergesidir.

Anadolu insanı türkülerle doğar, türkülerle yaşar. Acılarını, üzüntülerini, sevinçlerini, heyecanlarını, kahramanlıklarını hep türkülerle dile getirir. Delikanlılar genç kızlara olan tutkularını türkülerle ifade eder. Gurbette yaşayanlara özlemler türkülerle anlatılır. Ölen insanın ardından duyulan acı türkülerde kendini gösterir. Türküler çalgılarla dile getirildiğinde daha bir güzelleşir.

Pazarcık yöresinde kullanılan çalgılar:

Zurna : Düğünlerin, nişanların, eğlencelerin vazgeçilmez çalgısıdır. Şimşirden yapılır. Ucuna ince kamıştan yapılmış sipsi takılır. Zurnaya ötme özelliğini bu sipsi verir. Zurnayla bütün türkülerin ritmine ayak uydurulur. Zurnanın sesi oldukça gürdür. Zurna sesinin gelmesi orada düğün, nişan gibi eğlence olduğunu gösterir.

Davul : Söğütten yapılan kalınca bir kasnağın iki yüzüne keçi derisi geçirilerek yapılır. Bu deriler kasnağın etrafına takılan deri sırımlarla iyice gerilir. Davul çomak ve çubuk adı verilen araçlarla çalınır. Çomağın ucu topuzludur. Çomak özel bir ağaçtan yapılır.

Yörede davul çalana davulcu, zurna çalana zurnacı denir. Davulcu ve zurnacılar sadece çalmayla kalmayıp zaman zaman oyuna da eşlik ederler.

Kaval : Yörede en çok kullanılan çalgılardan birisidir. Erik, ardıç, söğüt gibi ağaçlardan yapılır. Genellikle çobanlar kaval çalar. Kaval, yanık sesiyle zevkle herkese kendini dinletir.

Bağlama : Sadece yörenin değil, tüm Anadolu’nun vazgeçilmez çalgısı olan bağlama, daha çok saz olarak bilinir. Gövdesi dut veya ceviz ağaçlarından; kolu ise ardıç veya erik ağaçlarından yapılır. Telli bir çalgıdır. Yörede bağlama yapımında usta olmadığından bağlama daha çok çevre illerden temin edilir.

HALK OYUNLARI :

Pazarcık ilçesi Osmanlı Dönemi’nden 1942 yılına kadar Gaziantep’e bağlı iken, 1942′ den sonra Kahramanmaraş’a bağlanmıştır. Bu nedenle folklorik yapısında Gaziantep ve Adıyaman esintileri hakim olmakla beraber kendine has folklorik özellikleri de taşır.

Yörede oynanan halk oyunları: tura, simsim (eski köy düğünlerinde), aşey (aşive).

Merik: Yine Pazarcık’a has sözlü halay oyunudur. Merik aslında bir ağıt türküsüdür. Fakat bazı çevreler bu türkünün aslını saptırarak oynak- kırık havaya dönüştürmüşlerdir. Türkü, aslına uygun olarak ilk defa 1981 yılında Mustafa Kılıçlı tarafından figürleştirilerek halk oyunları ekiplerinde ağıt oyunu olarak oynatılmıştır.

Hadedi, , Kırıkhan, Demirci, Çamur Dökerek Sallama, Maraş Üçayağı, Meryem, Dokuzlu, Fatmalı, Mendil Oyunu, Konser, Solak İlçede oynanan diğer oyunlardır.

YÖREDE OYNANAN EĞLENCELİK OYUNLAR

Çifler (Yüzük oyunu) : Altışar kişilik iki grup halinde, sini içerisine dizilen 7 adet pelit çubuğu içerisinde birisine kömür parçası ile oynanan ( kış eğlenceleri ) oyunlarıdır.

Mello: Çelik- çomak oyunu

Kişkit oyunu : Çocuk oyunu, meşe sopalarla oynanan oyun.

Taş misket: Gülle. Eskiden özellikle uzun kış aylarında oynanan bir oyundur. Erkekler arasında oynanırdı. Oyunun başlıca aracı, adına gülle denilen, taştan yapılma miskettir. Bu gülleyi yapmak bir sanat işiydi. Önce uygun bir taş bulunur, sonra bu taş bir demir parçasıyla iyice yontularak yuvarlak hale getirilirdi. Yuvarlak hale getirilen bu taş, zımparayla iyice düzlenerek oynamaya hazır duruma getirilirdi.

Oyunun birtakım kuralları vardı. Oyun başlamadan önce dönemin en yüksek madeni parası belirli aralıklarla yere dikilirdi. Daha sonra “evelim” diyen elindeki gülleyle en önce atma hakkına sahip olurdu. Oyunun oyuncu kadrosu hakkında bir sınırlama olmazdı. Oyunda “kavalım” diyen en sona atar, “kaveloyum” diyen ise sondan bir önce güllesini atardı. Sıralama bu sözlere göre yapılırdı. Kavalım deyip de en sona atan kişi eğer yere dikilen madeni paralardan bir tanesini vurduğu zaman atmasına devam ederdi. Böylece bir avantaj elde etmiş olurdu. Bu oyun sırasında atıcı, güllesini atmadan önce atacağı yeri iyice ayağı ile düzler, atış psikolojisinin bozulmasını engellerdi. İyi atıcı, oynamaya başladığı zaman bütün enekleri (yere dikili madeni paralar) toplardı. Herhangi birisinin güllesini vurduğu zaman, güllesi vurulan oyundan çıkardı.

Taş kızdırmaç: Eskiden televizyon gibi araçların olmamasından dolayı akşamları gençler bir araya toplanarak çeşitli oyunlar oynarlardı. Taş kızdırmaç da bu oyunlardan birisidir. Gençler önce ortaya bir ateş yakar, sonra bu ateşte yuvarlak, beyaz bir taş ısıtırlardı. Taş ısıtıldıktan sonra 8-10 kişi yan yana saf tutarak dizilirlerdi. Ortada duran kişi taşı olabildiğince uzağa atarak oyunu başlatırdı. Daha sonra dizili olan bu gençler etrafa dağılarak taşı aramaya başlarlardı. Taşı bulan kişi en yakınında kimi yakalarsa oyunun başlangıç yerine kadar onun sırtına binerdi..

Kıygo: Uzun kış aylarının vazgeçilmez oyunlarından birisidir. Bu oyunun en önemli kuralı, bir kişinin gözünün iyice bağlanarak ebe yapılmasıdır. Gözü bağlı ebeye oyunun diğer oyuncularından bir tanesi sert bir şekilde vurur ve ebeden kendisine vuran kişinin kim olduğunu sorardı. Ebe vuran kişiyi bilirse, ismi ebe tarafından söylenen bu kişi ebe olurdu. Bilemezse bilene kadar oyun bu şekilde devam ederdi.

Lölük (Lüle ): Bir yassı taş üzerine dikilen yuvarlak taşın etrafında bir kişi ebe olurdu. Oyunun diğer oyuncuları belli bir mesafeye çizilen çizginin gerisinden, dikilen bu taşı vurmak için elindeki taşı atardı. Eğer bu taşı vurursa, ebe tekrar küçük yuvarlak taşı yerine dikmek zorundaydı. Ebe taşı dikmeye çalışırken, taşı vuran oyuncu da attığı taşını tekrar alarak oyun çizgisine ulaşmaya çalışırdı. Eğer bu işi yapamazsa, yani ebe taşı dikerek, kendisini çizgiye varmadan yakalarsa ebelikten kurtulurdu ve yakalanan kişi ebe olurdu.

Taş Dikme (Kürt Kalesi): Eşit sayıda iki grup arasında oynanan bir oyundur. Yaklaşık 50-60 m arayla iki tarafa üçer tane taş dikilir. Her oyuncu grubu kalesini seçerek, kalesinin tarafına geçerdi. Sırasıyla karşı tarafın kalesine taş atmaya başlarlardı. Üç taştan birsini yıkan oyuncu bir taş daha atma hakkına sahip olurdu. Eğer herhangi bir taşı yıkamazlarsa taş atma sırası karşı tarafa geçerdi. Bütün taşları deviren grup kale değiştirmek için karşı takımın oyuncularını kendi taraflarına çağırırdı. Herkes seçtiği bir kişinin sırtına binerek karşıya, yani yeni oyun tarafına geçerdi. Bu oyunun diğer bir kuralı ise, takım oyuncularından birisi taşlardan bir tanesini yıktığında, aynı takımdan bir başka oyuncu bütün taşlar yıkılmadan yıkılan bir taşı vurduğu zaman o taş tekrar dikilirdi. Yani hiç yıkılmamış hükmüne geçerdi. Oyunculardan biri bir taşla iki taşı birden devirdiğinde, rakip oyuncu “ikilik” dediği zaman taş tekrar dikilirdi. Eğer taşı deviren kişi, ikilik dediği zaman üç taş fazla atma hakkına sahip olurdu. Bu durumda taraflardan birisinin öncelikle ikilik kelimesini kullanması gerekirdi. Oyunun en zevkli tarafı ise yenen takımın, yenilen takımın sırtına binmesiydi.

Çelik: Yörede en fazla oynanan oyunlardan birisidir. Çok çeşitleri olmakla beraber en çok oynanan şekli şudur: Toprağa, yaklaşık 10 cm çapında, 7-8 cm derinliğinde çukur açılırdı. Oyunun araçları ise yaklaşık 40-50 cm’lik ve 15-20 cm’lik iki tane sopa idi. İki kişilik bir oyundur. Oyuna başlamadan önce “daraklama” denilen yöntemle, yani büyük sopanın üzerinde küçük sopayı saydırmakla, oyuna önce kimin başlayacağı belirlenirdi. Çok saydıran oyuna önce başlama hakkını elde ederdi. Oyuna başlayacak oyuncu, açılan çukurun üzerine çapraz olarak küçük sopayı yatırır ve büyük sopayı çukurun içine daldırıp bütün gücüyle küçük sopayı ileri doğru fırlatırdı. Diğer oyuncu ise küçük sopanın tahmini düşebileceği bir yerde beklerdi. Eğer küçük sopayı yere düşmeden tutarsa, oyun kendisine geçerdi. Tutamazsa düştüğü yerden, çukura çapraz yatırılmış büyük sopayı vurmak için küçük sopayı atardı. Büyük sopayı vurursa oyun yine kendisine geçerdi. Vuramazsa küçük sopanın düştüğü yerden, diğer oyuncu büyük sopayı alarak yerdeki küçük sopayı havaya doğru kaldırarak büyük sopayla üç defa vururdu. Küçük sopanın düştüğü yerden çukura kadar büyük sopayla ölçerdi. Kaç boy gelmişse, o kadar sayı almış olurdu. Sayma işi bittikten sonra tekrar daraklama denilen yöntemle üzerine sayı eklenirdi. Oyun bu şekilde devam eder, en çok sayıyı alan oyuncu oyunu kazanırdı.

Yöresel Oyunlar….

Haziran 20, 2008

OYUNUN ADI : Enek Kozak Oyunu (Lalempe)

YAŞ GRUBU : 6-7-8 yaş grubu

GELİŞİM ALANI : Bedensel gelişim,Psikomotor gelişim

AMAÇ :Beceriyi ve dikkati arttırmak,bedensel gelişime yardımcı olmak
MATERYAL : Taş
parçaları

OYUNUN OYNANMASI:

Erkek çocukların oyunudur.Genellikle iki çocuk oynar.Çocuklar yassı taştan birer enek alırlar.Birde taştan yuvarlak bozak yaparlar.Bir daire çizerek kozağı o dairenin merkezine korlar.Biraz ileriyede bir düz çizgi çizerek atış yeri belli olur.Birisi eneği
n üzerine tükürerek öbür oyuncuya ‘’Yaşmısın,kurumusun?’’diye sorar.Eneğini havaya atar.Hangi oyuncunun dediği taraf düşerse o Burhani (ilk atacak) olur.Önce burhani çizgiden kozağı vurmaya atar.Vuramazsa öbürü atar.O’da vuramazsa kimin eneği kozağa yakınsa o önce kozağı vurur.Kozak epeyce gitmiştir.Sonra kendi eneği ile kozağın arasını ayağı ile ölçmeye ve ‘’ lalempe,lulempe,kundura biç’’ diye saymaya başlar.Kozağın yanına varınca oradan ötekinin eneğine vurmak için kendi eneğini atar.Eğer vurursa;’’Kırk üç’’ der.Bu defa oradan kozağı atar.Kozağı vurursa,kozağın gittiği yerle eneğinin arasını ayağı ile ölçmeye ve kırküç’ün üzerine saymaya devam eder.Sayısı elli’ye gelince :’’Elli,sayısı belli.Hasesi,husesi,…(semtin ağa’sı) ağanın tütün kesesi,ak enek ,boz kozak,sivri sinek,bir binek’’ der.O çocuğun bir sayısı olur.Oyun bu sayılardan en çok on adet yapılınca biter.Sonunda oyunu bitiren iki eneği üst üste,kozağıda eneklerin üstüne kor.Oyunu kaybeden bacaklarını açarak ,üst üste ,kozağıda eneklerin üstüne kor.Oyunu kaybeden bacaklarını açarak,üst üste duran enek bozağı açık bacaklarının arasına alır.Kazanan oyuncu arkadan gelerek üst üste duran enekler ve kozağa bir tekme vurur.Oyunu kaybeden o enekleri ve kozağı tekrar eski haline getirene kadar kazanan oyuncu arka arka gitmeye başlar.Kaybeden işini bitirip’de dönüp bakıncaya kadar kazanan arka arkaya gitmeye devam eder.Enekleri düzen oyuncunun bakması ile olduğu yerde durur.Önceden kararlaştırılan ceza eğer binmek ise yenilen oyuncu yenen oyuncunun durduğu yere kadar gider.Kazanan onun sırtına binerek enek kozağın bulunduğu yere kadar sırt’ta gelir.Ceza dövmeli ise kazanan oyuncu kaldığı yerden kaybeden oyuncunun sırtına vura vura ve ‘’Dan du du dan dan’’ diyerek enek kozağın yanına kadar gelirler.Oyun yeniden başlayarak devam eder.

————————————————-

OYUNUN ADI : Gazangup (Kazankup) Oyunu

YAŞ GRUBU : 6-7-8 yaşgrubu

GELİŞİM ALANI : : Bedensel gelişim,Psikomotor,sosyal gelişim

AMAÇ : Beceriyi ve dikkati arttırmak,bedensel gelişime yardımcı olmak
MATERYAL : EL topu

OYUNUN OYNANMASI:

En çok erkek çocukların oyunudur.Oyun oynayan çocukların adedi kadar bir duvar dibine ,el topun girebilecek şekilde,çukurlar eşilir.Bu çukurların ortasına diğerlerinden daha büyükçe bir çukur eşilir.Bu büyük çukurun adı Gazangup’tur.Kazankup’tan başka diğer çukurlar, oyuncular arasında taş tutularak taksim edilir.Çocuklardan 8-10 metre kadar uzak bir çizgi çizilir.Yine taş tutularak birisi ebe olur.Ebe bu çizgi üzerine çömelerek el topunu çukurlara doğru yuvarlar.Top kimin çukuruna girerse o çocuk gelerek ebenin omuzlarına biner.Top başka bir çocuğun çukuruna girinceye kadar ilk çocuk ebenin omuzuna oturur.Eğer yine ebenin omuzundakinin çukuruna top girerese alttaki ebe omuzuna binen çocuğun bacaklarına bir çimdik basarak:’’Bir oğlun yahut bir kızın oldu’’ der.Üstteki’nin ‘’ haberim var ‘’ demesi lazım,yoksa devamlı çimdik yer.Eğer top ebenin çukuruna girerse:’’Alttan üst’’ derlerve üstteki ebe olur.Bu defa alttan kalkan,yeni ebenin omuzuna biner.Bu atışlar sırasında top ortadaki büyük çukura girerse ‘’Gazang guuup’’ diye bağırır ve diger oyuncular etrafa kaçışır.Ebe koşarak kazankup’taki topu alır ve kaçan oyunculardan birisini nişan alarak atar.Top kaçan çocuğa değmiş ise ebe ona binerek veya döverek Gazangub’a kadar gelirler.Top hiç kimseye değmemiş ise ebe topun arkasından koşarak topu almaya gittiği yerde diğer çocuklarda gelerek Gazangup’a ellerler.Ebe yine ebe kalır.Oyun böylece devam eder gider.

———————————————————

OYUNUN ADI : İğnem Yitti İğnem Yitti

YAŞ GRUBU : 5-6 yaş grubu

GELİŞİM ALANI : : Bedensel gelişim,Psikomotor gelişim

AMAÇ : Beceriyi ve dikkati arttırmak,bedensel gelişime yardımcı olmak
MATERYAL : Sopa

OYUNUN OYNANMASI:

Kız çocukların oyunudur.İçlerinden biri ebe olur,birini de gelin yaparlar.Ebe eline bir sopa alır,uzakca bir kenara çakilir.Diğer çocuklar gelini aralarında sakalar ve çömelirler.Ebe elindeki deyneğini yere vura vura kanburunu çıkararak gelir,çömelmiş gruba :’’İğnem yitti,İpliğim yitti,İncili Kızım Nerelere Gitti,Ha,Huuuu’’diye yaklaşır.Çocuklardan biri sorar.’’ Ebe kızım nasıldı?’’ Ebe kızını şöyle güzeldi,böyle güzüldi,kaşları kara,gözleri ela,al al elma yanaklı…. diye tarif eder.Çocuklar :’’Kızının elini görsen tanırmısın?’’ diye sorarlar.Ebe ‘’ Tanırım’’ der.Bütün çocuklar ellerini teker teker uzatır,ebe bu elleri teker teker koklar,gelin olanın elini göstermezler.Kızının kokusunu alamayan ebe tekrar gezinmeye başlar,dolaşır,yine kümeye gelip aynı şekilde sorar,aynı hareketler yapılır.Üçüncü veya dördüncü gelişte gelinin de elini koklatırlar,ebe bunu tanıyarak :’’Hah,işte benim kızım ‘’der ve gelini elinden tutarak çeker,bir gülüşmeyle oyun böylece biter

—————————————————

OYUNUN ADI : Met (Çelik-Çomak) Oyunu

YAŞ GRUBU : 6-7-8 yaş grubu

GELİŞİM ALANI : : Bedensel gelişim,Psikomotor gelişim

AMAÇ : Beceriyi ve dikkati arttırmak,bedensel gelişime yardımcı olmak
MATERYAL :2 Deynek,Taş parçaları,küçük tahta parçası

OYUNUN OYNANMASI

Bu oyun erkek çocukların oyunudur.Aynı zamanda Anadolu da yaygın çelik çomak oyununu kendisidir.ancak Kayseriye has oyun deyimleri başka yerde kullanılmaz.Bilindiği gibi 60-70 cm uzunluğunda iki adet deynek kesilir.Bunların kalınlığı ele sığacak (3-4cm çapında) kadar olur.Yine bu kalınlıkta 4-5 adet de 8-10 cm boyunda çelik MET kesilir.Üzerine met koyabilmek için iki adet yassı taş bulunur ve birbirine yakın konur.Bu iki taşa kinne (kirne)denir.Aynı zamanda bu kinneye kale de denir.Deyneklerden biri kinnenin önüne konur,öbür deynekley de met çalınır.Burada çalmak : MET dediğimiz küçük çomakları,deynekle kinneden havalandırıp vurmak ve uzaklara MET ‘ i salmak anlamındadır.Çocuklar iki gruba ayrılıp taş tutarak bir grup kalede kalır,diğer grup çalınan MET’leri toplamak için aşağı adı verilen yere giderler.Kaledeki grubun ilk çocuğu bir MET çalar.Karşı taraf bu MET’i yere düşürmeden havada iken tutarsa kendi grubu kaleye geçer,diğer grup aşağı iner.kaleden çalınan met aşağıdaki grubun çocukları tarafından toplanıp kaleye atılır.Kaleye atılan met kalede kinne önünde duran deyneğe değerse o meti çalan çocuğun sırası bitmiş sayılır,met çalan yandı denilir.Sıra diğer arkadaşına gelir.Onunda .aldığı met kale deyneğine değerse veya meti çalamazsa onundasırası biter.Böylece kaledekiler sırsını tamamlarsa öbür grup kaleye geçer.Met çalma sırası biten çocuğa yandı denildiği gibi öldü denir.Kendinden sonraki arkadaşı ölen eşini iki defa met çalarak sağıltabilir.Böylece kalede met tutuluncaya veya cür’e gidinceye kadar durulur.Oyunda met’in gitmemesi istenen bir mevkie cür denir.Met oraya düşer ise ve o meti hangi grubun çocuğu alırsa o grup kaleye çıkar.Bu tür oynanan met oyuna YELDİRMELİ denir.Bir taraf (Kaledekiler ) bol bol met çalar,aşağıdakiler toplar.Bazen aşağıda met toplayanlar uzun mütdet kaleye çıkamazlar,usanırlar ve çalınan meti getirmezler.O vakit kaledekiler hep bir ağızdan :’’Bir met çaldım gelmedi,aynalı yüzük terledi’’diye meti getirmeyenleri kızdırırlar.Bundan sonrabaş tarafına vurarak meti havalandırır tekrar met çalar gibi uzaklara fırlatır.Tabii bu yerdeki meti havalandırmak çok güçtür.Bunun üç defa mete vurma hakkı vardır.Met biiir ,deyip mete vurmak zorundadır.Mete vurmazsa ve hemen :’’Ekmek yemiyeni ‘’diye konuşmazsa diğer hakları yanar ve sırasını kendinden sonraki eşine devreder.Mete vurmak şartıyla üç hakkını kullandığında meti kaleden hasım çocuğun bir sıçrayışta atlaya bileceği yer kadar uzaklaştıramamışsa yine hakkını kaybeder.Meti uzaklara üç vuruşta götürmüşse metin gittiği en son yerde şöyle sayılır Konuşmalar arasındaki her tire işareti birdeynek boyu olup sayı karşılığıdır.)Essol-essa-gını-gında-ade biiir.Gını-gında-ade iki gını gunda-ade üç diye kaleye kadar sayılır.Bu arada sayı sırası şaşırılırsa sayan ‘’Tu yağnışanı ‘’ der tekarar başlar.Bir grup kaleden inmeden kararlaştırılan sayıyı yapmak zorundadır.Tamamlamadan kaleden inerlerse yaptıkları sayılar yanar.Tekrar kaleye çıkışlarında yeniden sayıya başlar.Sayıyı tamamlayan kararlaştırılan cezayı karşı ekibi tatbik eder.Oyun böylece devam eder.Bu oyundaki sayıya maya adı verilir.Kaledeki eşlerin mayaları diğeri içinde geçerli sayılır.

————————————————————-

OYUNUN ADI : Seke Seke Ben Geldim Oyunu

YAŞ GRUBU : 6-7-8 yaş grubu

GELİŞİM ALANI : : Bedensel gelişim,Psikomotor gelişim

AMAÇ :

MATERYAL :

OYUNUN OYNANMASI

Kızların oyunudur.içlerinden biri görücü olarak ayrılır.Biride gelin olarak başına duvak verilir,kızların arasına katılır.Kızlar bir grup teşkil ederek otururlar.Gelinin önünü kapatırlar.Görücü kız karşıdan seke seke gelir ve kızlara hitaben :’’Seke seke ben geldim’’ der.Kızlar hep bir ağızdan :’’Sekmeden sefa geldin ‘’ derler.Aralarında konuşma şöylece devam eder.Görücü :’’Annem bir kız istiyor’’öbürleri’’ kızımız yok’’ ‘’ Tuz istiyor’’ ‘’Tuzumuz yok’’ ‘’Kızınız nerde’’ Gelini saklayarak :’’Hamamda’’ ‘’Çağırın gelsin’’ ‘’İncisi mercanı üzülür’’ ‘’İncisinin mercanının yerine bir beşli vererek ‘’ ‘’Olmaz’’ ‘’Olur’’ Görücü tek kız bu konuşma üzerine seke seke gider dolaşır yine seke seke gelir,aynı sözleri konuşur.’’Kızımız hamamda’’ Konuşmasına gelince görücü rölündeki :’’Kızımız hamamda yok ‘’der.kızlar ‘’Öyleyse dikenli tarlada’’derler.Görücü’’Voooov ayağıma diken battı,voooov ayağıma taş battı’’ diyerek topallaya topallaya uzaklaşır. Biraz sonra yine gelir tabii seke seke .Bu dafa kızların’’Kızımız çamurlu tarlada ‘’demesi üzerine görücü ‘’Voooov ayağıma çamur doldu’’diyerek döner uzaklaşır.Son gelişinde söze:’’Ağabeyim bir kız istiyor’’diye başlayınca ,kızlar ‘’Al öyleyse ‘’diye gelini aralarından çıkarıp görücüye teslim ederler,görücü kızı alır kaçar,biter

Hiç yorum yok: